KOZMOLOJİ ATEİSTLER İÇİN BİR DİN MİDİR?

“Her Şeyin Teorisi” Filmi Ekseninde Eleştirel Bir Değerlendirme*

Sunan: Dr. William Lane Craig
Çevirenler: M. Ali Gültekin EROĞLU, M. Numan SAĞIRLI

ÖZ

Ödül kazanmış olan Her Şeyin Teorisi filminde Stephen Hawking, müstakbel eşi Jane’e kendini bir kozmolog olarak tanıtmaktadır. Jane bunun ne anlama geldiğini sorduğunda, Hawking ona şu cevabı verir: “Zeki olan ateistler için bir tür din”. Burada kullanılan ifade oldukça kışkırtıcı ve açıklayıcıdır. Kozmoloji hiç şüphesiz bir din değildir, bilakis evreninin büyük yapılarını inceleyen astrofiziğin bir dalıdır. Kendisine Natüralist diyen birisi, var olan her şey uzay ve zaman içinde bulunanlar şeklinde düşünen bir kişidir. Öyleyse evreni inceleyen biri nihai gerçekliği inceliyor demektir.  Bu esasında bir teoloğun ilgilendiği alandır ancak bir teolog için nihai gerçeklik evren değil Tanrı’dır. Teologlar natüralistlerden çok daha kuşatıcı bir gerçeklik görüşüne sahiptir, zira teologların görüşü evreni aşan bir gerçekliği savunur. Evren Tanrı tarafından yaratılmış alt bir gerçekliktir. Örneğin bu filmde de yer alan ve belki de dünyanın en ileri gelen kozmoloğu George Ellise gibi Teist kozmologlara göre kozmoloji bir çeşit din değil, alt bir gerçekliğin bilimsel olarak incelenmesidir. İşte burada Dr. William Lane Craig, hem Hawking görüşlerini ve sunduğu evren modellerini inceliyor, hem de sorulara cevap veriyor.

Anahtar Kelimeler: Kozmoloji, Stephen Hawking, Her Şeyin Teorisi, Evrenin Başlangıcı.

Sunucu

Pekâlâ, hoş geldiniz. William Craig’i Atlanta’ya dönüş yolunda tekrar Southampton’da ağırlamak büyük bir zevk. Kendisi geçtiğimiz haftayı Birgmingham Üniversitesi Din Felsefesi Bölümünde, Cadbury dersleri verdiği Birmingham’da geçirdi. Dersler benim aklımı zorlayan bilgi dolu bir ders serisiydi, bazen ben bile kimi kısımlarını anlamadım. Dün gece çok farklı bir konferans vardı. Birmingham’da, Kelam Kozmolojisi üzerine gerçekleştirdiği araştırması hakkındaki kendisini meşhur yapan kitabı üzerine halka açık bir konferans vardı ve gerçekten de konuyu günümüz meselelerine dayandırarak çok güzel bir şekilde açıkladı. Bill’in (William Lane Craig) Birmingham ile alakası 1970’lerde John Hick’in danışmanlığında ilk doktorasını yapması ile başladı ve Münih Wolfhart Pannenberg’ün gözetiminde ikinci doktorasını tamamladı. İlk doktorası Felsefe, ikincisi İlahiyat alanında idi ve Pannenberg danışmanlığında özel olarak Hz. İsa’nın yeniden diriltilmesi meselesini çalıştı. Onun bu iki ilgi alanı her zaman araştırmalarında ve yazılarında temel motif olmuştur. Asıl planımız Bill’in gelip bize bir konuşma yapması idi ve bunun için detaylı bir planlama yapmamıştık, sonra bu film ortaya çıktı. Filmi daha önce görmüşsünüzdür. Bu konuşmada kozmolojinin zeki ateistler için bir din olarak tanımlanmasını hemen anımsayacaksınız. Bu film ilginç bir film, bir aşk hikâyesi ama trajik bir aşk hikâyesi, romantik aşk en sonunda evliliklerini yıkacak olan tuhaf ve gitgide güçten düşüren hastalığı ile Stephen Hawking’in tutkulu aşkıyla buluşur. Ayrıca bizim zamanımızın en büyük bilim hikâyesini kâinatın başlangıcı meselesini de filmin başlarında sahneye taşınır. Film boyunca ele alınan konular hepimiz için bir şeyler ifade ediyor. Nedir bu evren? Kimiz biz? ve bu kozmik tiyatroda yerimiz neresi? Bill, bu film tarafından ortaya atılan bazı bilimsel, felsefî ve ilahî konuları burada ele almayı kabul etti. Konuşmasını bitirdiğinde soru sormak için bir fırsatınız olacak. Highfield’e hoş geldiniz, şimdi huzurlarınızda William Craig.

Bill, bize bu filmden neler çıkardığını anlatır mısın?

William Lane Craig: Pekâlâ, bu akşamın konusu da bu. Başlamadan önce şunu söylememe izin verin, Birmingham’da Cadburry konferanslarını vererek mükemmel bir hafta geçirdik ve bu akşam bu güzel organizasyon ile doruk noktasına ulaşıp turumuzu öyle bitirmekten de çok memnunuz. Ödül kazanmış bu Her şeyin Teorisi filminde Stephen Hawking daha sonra eşi olacak Jane’e kendisini bir kozmolog olarak tanıtır ve Jane bunun ne olduğunu sorunca şöyle cevaplar: Zeki ateistler için bir çeşit din. Bu yorum hem kışkırtıcı hem de açıklayıcı bir yorum. Açıktır ki, Kozmoloji tam manası ile bir din değil, bilakis evreninin büyük yapılarını inceleyen astrofiziğin bir dalıdır. Kendisine Natüralist diyen birisi, var olan her şey uzay ve zaman içinde bulunanlar şeklinde düşünen bir kişidir. Öyleyse evreni inceleyen biri nihai gerçekliği inceliyor demektir. Bu esasında bir teoloğun ilgilendiği alandır ancak bir teolog için nihai gerçeklik evren değil Tanrı’dır. Teologlar natüralistlerden çok daha kapsayıcı bir gerçeklik görüşüne sahiptir, zira teologların görüşü evreni aşan bir gerçekliği savunur. Evren Tanrı tarafından yaratılmış alt bir gerçekliktir. Örneğin bu filmde de yer alan ve belki de dünyanın en ileri gelen kozmoloğu George Ellise gibi Teist kozmologlara göre kozmoloji bir çeşit din değil, alt bir gerçekliğin bilimsel olarak incelenmesidir. Fakat natüralistler için kozmolojiyi yarı dini olarak görmek gayet kolaydır.

Şimdi, kozmoloji teoloji ile şaşırtıcı bir şekilde paralellik gösteren iki alt dala ayrılır. İlki evrenin başlangıcını araştıran kozmogonidir (cosmogony). Teolojinin bu konuduki konumu yani yaratılış doktrini özellikle de yaradılışın başlangıcı konusunda kozmogoni ile paraleldir. Hristiyan teolojisine göre evreni sınırlı bir zaman önce tanrı yaratmıştır. Bu yüzden evren kadîm değildir ve bir başlangıcı vardır. Kozmolojinin ikinci alt dalı ise dünyanın geleceğini araştıran eskatolojidir (escathology). Şimdi Teolojiye aşina olanlarınızın hemen fark edebileceği gibi bu terim aslında teolojiden alınmıştır, çünkü teolojinin en son şeyler (last things) konusundaki duruşu ya da doktrini eskatoloji olarak adlandırılır. Tekrar söylemek gerekirse, teolojik eskatoloji, kapsamı açısından fizik eskatolojisinden daha geniştir, çünkü fizik eskatolojisi mevcut doğa kanunları ve hâlihazırdaki şartları ele alarak evreninin geleceğini araştırırken teolojinin eskatolojisi ayrıca ruhun akibeti, ölüm sonrası, haşr, yeni gökler ve yeni yeryüzü ve cennet cehennem gibi daha geniş temaları kapsar. Kozmogoni ve fizik eskatolojisinde araştırmalar yapan bir natüralist kozmoloğun nasıl kendisini bir çeşit dinî gaye güden biri olarak düşünebileceğini tekrar görüyoruz. Fizik eskatolojisi Her şeyin Teorisi filminde kendini biraz gösterse de kozmogoni genel temayı oluşturur. Film Stephen Hawking’in savunduğu iki kozmogonik teoriye odaklanır. İlki genel olarak izafiyet/görelilik kuramına dayalı olan Big Bang Teorisi, ikincisi ise ‘bir sınır yok’ (no-boundary) şeklindeki tasarısıdır ki Hawking, Kaliforniya Santa Barbara Üniversitesi’nden James Hartl ile iş birliği içersinde kuantum fiziğinin bir kuantum yerçekimi teorisi oluşturmak için Standart Model ile birleştirilmesine dayalı olarak geliştirmiştir. Film bu iki teorinin teoloji ile sözde bağlantılarını inceler ki biz bu sözde bağlantıları daha iyi anlayalım.

Kozmogoni ile ilgili bu iki yaklaşım konusunda biraz konuşmama izin verin. İlki genel standart izafiyet teorisidir. 1920’lerin öncesinde bilim adamları daima evrenin sabit ve ezeli olduğuna inanırlardı. Bu geleneksel inancı yıkacak depremin sarsıntıları ilk olarak 1917’de Albert Einstein yeni keşfettiği yerçekim teorisi, genel görelilik kuramını ilan ettiğinde hissedildi. Einstein, denklemlerinde maddenin yerçekimsel etkilerini Standart Model’e göre uyarlamadıkça genel izafiyetin, ezeli değişmeyen bir evren modeline olanak tanımadığını üzülerek keşfetmiştir. 1920’lerde Rus matematikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı gökbilimci George Lemaitre, Einstein’in denklemlerini sayı değerlerinde alarak orijinal, genişleyen bir evren modeli ortaya atmışlardır. 1929’da Amerikan gökbilimci Edwin Hubble, Willson Gözlemevi Tepesi’nden (Mount Willson Observatory) rahatça yaptığı gözlemlerinden yola çıkarak Friedmann ve Lemaitre’nin hikâyesini doğrulayan şaşırtıcı bir keşfe imza attı. Uzak galaksilerden gelen ışığın beklenilenden daha kırmızı olduğunu farketti. Işıktaki kırmızılığın en makul sebebi, ışık dalgalarının galaksiler bizden uzaklaştıkça gerilmesi idi. Hubble teleskobunu gökyüzünde nereye doğrultursa doğrultsun, uzak galaksilerden gelen ışıklarda aynı kırmızılığı gözlemledi. Böylece bir kozmik patlamanın ortasında olduğumuz ve diğer bütün galaksilerin muazzam hızlarda bizden uzaklaştığı anlaşıldı. Freidmann-Lemaitre Modeli’nde, aslında biz evrenin ortasında değiliz. Bilakis herhangi bir galaksideki bir gözlemci gökyüzüne bakar ve diğer galaksilerin ondan uzaklaştığını görür. Bu esasında uzayın kendisinin genişlemesi sebebiyledir.

Freidmann-Lemaitre Modeli en sonunda Büyük Patlama (Big Bang) Teorisi olarak ortaya çıktı. Fakat bu isim yanıltıcı olabilir. Big Bang’i bir çeşit patlama olarak düşünmek bizi, galaksilerin merkezî bir noktadan, zaten var olan boş uzayın derinliklerine doğru ilerledikleri düşüncesine itebilir. Bu, modelin tam manası ile yanlış anlaşılması olurdu. Teori bundan çok daha köklüdür. Patlamayı zamanda geriye doğru takip ettikçe her şey birbirine daha yakın olur ve nihayet iki nokta arasındaki mesafe sıfıra iner. Bundan daha yakın olamazlar. Uzay ve zaman bundan daha geriye gidemez. Bu noktada uzay ve zamanın sınırına ulaşırız. Bu, kelimenin tam manasıyla uzay ve zamanın başlangıcıdır. Bu olayı gözümüzde canlandırmak için üç boyutlu uzayımızı zamanda geri gittikçe daralan iki boyutlu bir disk olarak tasvir edebiliriz, yani uzay zamanı geometrik olarak, bir koni şeklinde temsil edilebilir. Burada önemli olan nokta, bir koninin bir kenarını sonsuza kadar uzatabilirken diğer ucunda bir sınırın olmasıdır çünkü bu taraf zamanı temsil eder ve sınır teşkil eden nokta geçmişte kalır. Bu modelden geçmiş zamanın sonlu ve bir başlangıca sahip olduğu anlaşılır. Zira uzay zamanı bütün maddelerin ve enerjinin var olduğu yerdir; dolayısı ile uzay zamanının başlangıcı aynı zamanda tüm madde ve enerjinin de başlangıcıdır, dahası evrenin başlangıcıdır.

Dikkatinizi çekerim uzay zamanının başlangıcından önce hiçbir şey yoktur. Gelin kelimelerin bizi yanıltmasından kaçınalım; kozmolojinin uzayın zamansal sınırının ötesinde hiçbir şeyin olmadığını söylemesi aslında bir şeyin yani hiçlik halinin var olduğu anlamına gelmez. Bu, hiçliğe bir şeylik atfetmek olurdu. Bunun aksine onlar, o sınır noktasının ötesinde herhangi bir şeyin var olduğu fikrinin yanlış olduğunu kastederler. Bu nedenle standart Big Bang Modeli, evrenin mutlak bir başlangıcı olduğunu savunur. Filmde, standart Big Bang Modeli, Jane ve Hawking arasında geçen konuşma ile izah edilir.

Hawking der ki: ‘‘Eğer Einstein haklı ise, yani eğer genel izafiyet teorisi doğru ise, evren genişliyor değil mi ?’’

Jane: ‘‘Evet.’’

Hawking: ‘‘Öyleyse zamanı tersine çevirirsek evren küçülür.’’

Jane: ‘‘Peki.’’

Hawking: ‘‘Yani eğer zamanın başlangıcında ne olduğu görmek için bütün süreci tersine çevirsem…’’

Jane: ‘‘Zamanın başlangıcı? ‘’

Hawking: ‘‘Evren küçüldükçe küçülür yoğunlaştıkça yoğunlaşır ve ısındıkça ısınır…

Jane: ‘‘…zamanı geriye aldıkça’’

Hawking: ‘‘Zamanın başlangıcına kadar gidecek çok yolun var, bir uzay-zaman tekilliğine (spacetime singularity) ulaşana kadar geri sarmaya devam et.’’

Bu nedenle Standart Model başlangıçta mutlak bir tekillik (singularity) öngörür. Ancak bazı şüpheler de vardı, zira gerçek evren Friedmann ve Lemaitre’nin modeline tam olarak uymadığı için bir ilk-tekillik öngörüleri en nihayetinde sınıfta kalabilirdi. Belki de madde ve enerjinin gerçek evrendeki dağılımı evrenin bir tekilliğe ulaşabilmesi için yeterince homojen değildir. Fakat Hawking, 1970’de Oxford Üniversitesi’nden Rodger Penrose ile birlikte ideal bir homojenlik varsayımının yersiz olduğunu kanıtladı. Hawking ve Penrose’un tekillik teoremi gösterdi ki evren ‘Genel İzafiyet/Görelilik Teorisi’ (Theory of General Relativity) ile yönetildiği sürece geçmişimizde bir tekilliğin var olması gerekir.

Şimdi böyle bir sonuç bunun üzerinde düşünen herkes için gerçekten derinden tedirgin edicidir, zira evrenin neden var olduğu sorusu göz ardı edilemez. Evrenin başlangıcı üzerine kafa yoran Arthur Eddington şöyle yazmıştır: “Evrenin genişlemesi çok mantıksız ve inanılmazdır, öyle ki benim dışımda herkesin buna inanmasına karşı neredeyse öfke duyuyorum.[1]”. Sonunda kendisini mecbur hissedip “Doğaüstü bir fenomen olarak ele alınmadığı takdirde, evrenin başlangıcı aksi bir teorinin önünde başa çıkılmaz zorlukların bulunduğunu gösteriyor.[2]” şeklinde bir sonuca varır. Jane ve Hawking filmin son kısımlarından silinen bir sahnede Hawking-Penrose teoremi üzerine düşünür.

Jane der ki: ‘‘Bu harika, şiir gibi.’’

Hawking: ‘‘Yani, bu bir karadelik teorisi.’’

Jane: ‘‘Zaman belirli bir noktada başladı, yani bir yaradılış anı vardı.’’

Hawking: ‘‘Evet…’’

Jane: ‘‘Bu Tanrı’nın işi.’’

Hawking: ‘‘Sanıyorum denklemlerin bana ait olduğunun farkındasın, ama iyi tespit.’’

Standart Big Bang Modeli bu nedenle evrenin mutlak bir başlangıcı olduğunu savunur. Eğer bu model doğru ise teolojik bir inanç olan yoktan var etme olgusuna mükemmel bir bilimsel kanıtımız var demektir.

Peki, standart Big Bang Modeli doğru mu? Daha doğrusu evrenin başlangıcı açısından deneysel olarak kanıtlanmasına rağmen doğru mu?

Standart Big Bang Teorisinin birkaç açıdan düzeltilmesi gerekecek. Daha önce dediğim gibi bu model Einstein’ın genel görelilik teorisi üzerine kuruludur. Fakat evren atomaltı düzeye indirgendiğinde Einstein’ın teorisi suya düşer. Bu noktada kuantum fiziği denkleme dâhil etmeliyiz, ancak kimse bunun nasıl yapılacağını bilmemektedir. Filmde bahsedilen kozmogonik model, kuantum fiziği ile genel görelilik teorisini birleştirmek ve evrenin başlangıcı hakkında bize fikir verebilecek bir teori oluşturmak için sadece bir girişimdir. Stephen Hawking’in, her nedense filmde hiç ismi geçmeyen James Hartle ile birlikte geliştirdiği ‘bir sınır yok’ (no-boundary) şeklindeki tasarı Hartle-Hawking Modeli olarak bilinir. Bu model klasik uzay zamanını, konik geometrik şekli, kavisli, ucu olmayan bir geometrik şekle dönüştürerek ilk tekillik varsayımını elimine etmiştir öyle ki uzay zamanı bir badminton topuna benzemektedir. Bu, Einstein’ın yerçekim denklemlerindeki zaman değişkenlerine kök eksi bir gibi hayali sayıların dâhil edilmesi ile başarılabilmiştir. Fizik kanunları uzay zamanının eksiksiz bir tanımına olanak sağlayan hiçbir noktada geçerliliğini yitirmez.

Teorisini popülerleştiren ve en çok satan kitabı Zamanın Kısa Tarihi’nde (A Brief History Of Time) Hawking teolojik bir sonucu açıkça ortaya çıkarır ve Standart Model’e bakıldığında, Büyük Patlama Tekilliği için Tanrı’nın evreni yaratma ânıdır şeklinde haklı bir kanıya varılabileceğini kabul eder. Aslında Hawking, Big Bang Teorisinden kaçınmak için yapılan birkaç girişimin muhtemelen zamanın başlangıcı ve (aynen aktarıyorum:) ilahi müdahalenin izlerini taşıdığı duygusundan kaynaklandığını düşünüyor. Kendi yeni modelinin Standart Model’e tercih edilebilir olduğuna inanıyor, çünkü onun teorisinde Tanrı’ya ya da başka yeni bir olguya başvurmak zorunda olacağımız bir sınır yok. Hawking yeni modelde derin teolojik imalar olduğunu iddia ederek şöyle yazar: “Uzay ve zamanın bir sınır olmadan kapalı bir uç oluşturabileceği düşüncesi Tanrı’nın evrenindeki rolü ile ilgili güçlü imalar barındırıyor. Evrenin bir başlangıcı var ise bir yaratıcısının olduğunu söyleyebiliriz, fakat eğer evren bir sınırı ya da ucu olmadan kendi kendine var ise ne başlangıcı ne de sonu olurdu. Öyleyse böyle bir evrende Tanrı’nın yeri ne?”[3].

Hawking, Tanrı’nın varlığını inkâr etmez fakat kendi modelinin evrenin bir yaratıcıya olan ihtiyacını ortadan kaldırdığını düşünüyor. Filmde Hartle-Hawking Modelinin teolojik çıkarımları Jane, Stephen ve arkadaşları Jonathan arasında geçen bir konuşmada ele alınır.

Jane: ‘‘Stephen bir u-dönüşü yaptı. Yeni büyük fikir evrende hiçbir sınır yok, sınır yok başlangıç da yok.”

Jonathan: ‘‘Ve Tanrı da yok, ah anlıyorum. Evrenin bir başlangıcı olduğunu ve dolayısı ile bir yaratıcıya ihtiyaç duyduğunu kanıtladığını düşünmüştüm, benim hatam.”

Hawking: ‘‘Hayır benim hatam.”

Jane: ‘‘Stephen evrendeki her şeyi açıklayacak tek bir teori arıyor. Bu yüzden Tanrı ölmeli.”

Jonathan: ‘‘Fakat Tanrı neden ölmeli? Anlamıyorum.”

Jane: ‘‘Fiziğin iki büyük ayağı var: partiküller ve elektronlar gibi çok küçük parçacıkları inceleyen Kuantum Teorisi ve Genel Görelilik Teorisi.”

Jonathan: ‘‘Ah, Evet. Einstein.”

Jane: ‘‘Einstein’in teorisi, gezegenler gibi büyük varlıkları inceleyen kanunlar. Ancak kuantum ve görelilik…”

Jonathan: ‘‘İkisinin farklı olduğunu söyleme!”

Jane: “Azıcık da olsa birbirlerine benzemiyorlar. Eğer Dünya bir patates olsaydı o zaman bir zamanlar Stephen’ın yaptığı gibi kolayca kesin bir başlangıca ulaşabilirdin, yaratılış anı, şükürler olsun Tanrı yaşıyor!” Fakat eğer bezelyeleri de menüye koyarsan o zaman biraz karışık olur, her şey tanrısız bir dağınıklık haline gelir.

Jonathan: “Aman Tanrı’m!”

Jane: “Tanrı tekrar tehlikede olan canlılar listesinde.”

Jonathan: “Pekâlâ, Umuyorum bununla başa çıkacaktır.”

Jonathan’ın da haklı olarak farkına vardığı üzere, Hawking’in bu modelden çıkarmak istediği dinî motifler oldukça şüphe uyandırıcıdır. Hartle-Hawking Modelinde ortaya konulduğu gibi Tanrı’nın evreni yaratmamış olması için hiçbir sebep yoktur. UCSB’de James Hartle ile ofisinde kişisel olarak konuştuğumda, kendi modelinde kesinlikle hiçbir dinî motifin olmadığını ifade etti. Gerçekten patlama zamanın öncesine açık bir uç üzerine sonsuz bir zaman yerleştirmek yerine kapalı bir uç üzerine sonlu hayali bir zaman yerleştiren bir model aslında evrende zamanın bir başlangıcı olduğu gerçeğinin altını oymak yerine destekler gibi görünüyor. Böyle bir model eğer başarılı olursa evrenin başlangıcını, başlangıçta var olan sonsuz yoğunluk, sıcaklık ve basınç içeren bir tekillik olmadan tasarlayabilmemize olanak sağlar. Fakat, Cambridge Üniversitesi’nden fizikçi John Borrow’un da belirttiği gibi; “Bu tür bir kuantum evren her zaman var olmamıştır ve sadece klasik kozmoloji teorilerinin başarılı olabildiği kadar varlık sahnesine çıkar ancak bu, fiziksel özelliklerin sonsuz olduğu bir Big Bang ile başlamaz.”[4]. Borrow’un belirttiğine göre böyle modeller yoktan var etmenin bir görüntüsünü veren modeller olarak tanımlanmıştır. “Kesin bir…yaratma anı yoktur”[5] ifadesi buradaki tek sorunu ortaya koyar. Bir başlangıcın olması bir başlangıç noktasını gerektirdiği sanısı Hawking’in kritik hatasıdır.  Başlama ve durma ile ilgili Antik Yunan paradoksları uzun zaman önce bize bunun aksini öğretti. Bir gülle topu gülleden ateşlenmeden önce hareketsiz halindeki son anını yaşıyor. Böyle bir durumda gülle topunun harekete başladığı bir nokta yoktur çünkü son hareketsiz halinden sonraki herhangi bir noktadan önce zaten hareket halinde olduğu bir nokta olacaktır, ebediyen. Yine de hiç kimse gülle topunun gidişatının (finite trajectory) bir sonunun ve hareketinin bir müsebbibinin olmadığını söyleyemez. Yani bir başlangıcın olması bir başlangıç noktasının olduğunu göstermez.

Zaman sadece herhangi bir zaman aralığı için var olur fakat onun öncesinde sonsuz sayıda zaman aralığı (temporal intervals) vardır. Bu, Standart Modelin yanı sıra Hartle-Hawkıng Modeli ile de ahenk içersindedir. Üstelik, Hartle-Hawking Modelinin gerçekçi bir yorumunda aslında bir başlangıç noktasının olmadığı hiç de kesin değildir. Tahayyül edilen zamanın matematiksel yapısını kullanarak Hawking, evreni, hiçbir ilk-tekilliğe sahip olmayacak şekilde yeniden tanımlayabilmektedir. Hawking’e göre “Evreni sadece bu hayali zaman açısından tasavvur edersek bir tekilliğin olmadığını görebiliriz.  Bununla birlikte, içinde yaşadığımız gerçek zamana geri döndüğümüzde, yine de, tekillikler var gibi görünecektir.”[6].  Bu yüzden Hawking’in modeli bir başlangıç noktası olan evreni, tekilliğin başka bir forma dönüştüğü fakat halen güncel tanımı ile başlangıcı bulunan aynı evren olduğu şeklinde yeniden tanımlamaktadır.

Kuantum yerçekimi modelleri evrenin başlangıcı olduğunu ima ederler. Leonard Mlodinov ile birlikte yazdığı sonraki bir kitabında Hawking kendisi de bu modelin böyle bir yoruma açık olduğunu teyit eder. Müellifler şöyle yazar; “Evrenin başlangıcının, enlem dereceleriyle zamanın rolünü oynayan, Dünya’nın Güney Kutbuna benzediğini varsayalım.  Bir tanesi Kuzey’e doğru hareket ederken, evrenin boyutunu temsil eden sabit enlemin çemberleri genişleyecektir. Evren Güney Kutbu’nda bir nokta olarak başlayacaktır ama Güney Kutbu herhangi başka bir nokta gibi bir noktadır. Evrenin başlangıcından önce neler olup bittiğini sormak anlamsız bir soru haline gelecektir çünkü Güney Kutbunun güneyinde hiçbir şey yok. Bu resimde uzay zamanını kısıtlayan hiçbir sınır yok. Doğanın aynı kanunu diğer noktalarda olduğu gibi Güney Kutbu’nda da var.”[7].

Bu etkileyici bir pasaj, çünkü A Brief History of Time’dakinden farklı bir yorumu gündeme getiriyor. Şöyle ki, bu modelde Hawking, Standart Model’de uzayın sınırı olarak betimlenen ilk başlangıç tekilliğinden kurtulmak için denklemlerinde -1’in karekökü gibi bir karmaşık sayıyı zaman değişkeni için kullanıyor. Uzay-zamanının başlangıç kısmı bir koninin başındaki iki çizginin birleştiği bir nokta olmak yerine badminton topu gibi yuvarlaklaşmıştır. Bu yuvarlaklaşmış yüzeyin Güney Kutbu o yüzeydeki herhangi bir nokta gibidir ve bir sınırın ya da kenarın olmadığı fikri de böylece haklı çıkmıştır. Hayali zaman uzayın bir boyutu gibi işlev gördüğü için Hawking bunu sadece var olan sınırsız (geriye doğru) bir evren olarak yorumlamıştır. Fakat Büyük Tasarım (The Grand Design) kitabında, Güney Kutbu, hem zaman hem de evren için başlangıç noktasını temsil edecek şekilde yorumlanır. Hawking, enlemdeki dairelerin Güney Kutbunda bir başlangıç noktası olan zamanın rolünü oynamalarına izin verir. Hawking başlangıcı olan bir zaman probleminden bahsettiğinde hatırlatmak istediği, kendi modelinin bertaraf ettiği, başlangıcı olan bir evrene karşı yapılan çok eski bir itirazdır.

Peki, nedir bu asırlık itiraz? Bahsettiği itiraz, evrenin başlangıcından önce neler olup bittiği sorusundan başka bir şey değildir. Hawking, kendi modelinde bu sorunun anlamasızlaştığı konusunda haklıdır. Fakat o, bu sorunun aynı zamanda standart Big Bang Modeli için de geçersiz olduğundan bahsetmemiştir. Zira kozmolojik tekillikten önce hiçbir şey yoktu. Her iki modelde de evren kesin bir zamansal başlangıca sahiptir ve öncesinde ne olduğunu sormak mantıksızdır. Asıl soru, evrenin neden var olduğudur. Hartle-Hawking Modeli bu soruya yanıt vermez, nasıl versin ki? Fizik hiçbir sınırı olmayan modelin Güney Kutbu’nda başlar, tabi daha öncesinde hiçbir şey olmadığı için, olmayan şeyin fiziği de olmaz. Dahası bu modelde başlangıç noktasının sebepsiz yere var olduğu konusunda hiçbir şey yok. Aslında var olan bir şeyin yoktan var olması metafizik açısından saçmadır. Böylece hem Standart Model hem de Hartle-Hawking Kuantum Yerçekimi Modeli geçmişin sonluluğunu ve evrenin başlangıcını tahmin etmede birleşmiştir ve Hawking’in modelin teolojik yönü hakkındaki çıkarımları felsefi hatalara dayanır. Üzücüdür ki böyle kabiliyetli bir bilim adamı, hatalı felsefi görüşler yüzünden yanılgıya uğramıştır. Bu şekilde her iki model de Yahudi-Hristiyan camiasına ait yoktan var etme (creatio ex nihilo) görüşü ile mükemmel bir uyum içindedir. Daha önce fiziksel eskatolojinin (kıyamet bilimi), Her şeyin Teorisi filminde çok az geçtiğinden bahsetmiştim. Sadece filmin sonlarına doğru yer alan dokunaklı sahnede geçer.

Hawking’e sorulur: “Tanrı’ya inanmadığınızı söylediniz, peki size yardım edecek bir hayat felse-feniz var mı?” Bu soruya din kozmolojisi alanına mürâcât ederek cevap verir, der ki: “Yüz mil-yarlarca galaksinin kenar mahallesinde bulunan orta halli bir yıldızın etrafında dönen, küçük bir gezegende yaşayan maymungillerin gelişmiş bir türü olduğumuz çok açıktır, fakat medeniyetin doğuşundan beri insanlar dünyanın altında yatan düzeni anlamak için can atıyorlar. Evrenin sınırları hakkında çok özel bir şeyler olmalı peki hiçbir sınırın olmamasından daha özel ne olabilir ki, insanlığın gayreti önünde hiçbir sınır olmamalı. Hepimiz farklıyız, bazen hayat kötü gibi görünse de her zaman yapabileceğin ve başarılı olabileceğin bir şey vardır, hayat oldukça umut da vardır.”.

Evet, Hawking, neredeyse imkânsız engeller karşısında duran bu olağanüstü adam cesareti ve aziminden dolayı alkışı hak ediyor. Lâkin, hayat oldukça umut vardır sözü doğru da olsa fizik eskatolojisinin öğretisine göre Tanrı yoksa bir gün hayat ve dolayısı ile umut da olmayacak. On dokuzuncu yüzyılda bilim adamları, termodinamiğin ikinci kanununun bir bütün olarak evrene uygulanmasının hazin eskatolojik bir sonuç doğuracağını zaten fark etmişlerdi, yani yeteri kadar zaman geçtiğinde evren ısı ölümüne (heat death) maruz kalacak.

Yale Üniversitesi’nden astronot Beatriz Tinsley genişleyen bir evrenin kaderini şöyle izah etmiştir; “Eğer evren düşük bir yoğunlukta ise ölümü soğuk olacaktır. Sonsuza kadar giderek yavaşlayan bir hızda genişleyecek. Galaksilerdeki tüm gazlar yıldızlara dönüşecek ve yıldızlar sönüp yok olacak. Güneşimiz giderek yalnızlaşan Samanyolu Galaksisi’nde diğer sönmüş yıldızların arasında yüzen soğuk ölü bir kalıntı olacak.”[8]. Temel parçacık fiziğine göre bu noktadan sonra protonlar bozunarak elektronlar ve positronlar ortaya çıkacaktır; böylece uzay seyreltilmiş çok ince bir gaz ile dolacak ve bir elektron ile positron arasındaki mesafe bir galaksi büyüklüğünde olacak. En sonunda, tüm kara delikler tamamen yok olacak ardından devamlı genişleyen evrenimizde bütün maddeler temel parçacık ve radyasyondan oluşan ince bir gaz haline gelecek. Bunu tersine çevirecek bir umut yok, evren kaçınılmaz bir şekilde giderek soğuk, karanlık, seyrek ve ölü haline gelicek.

Bu eskatolojik vargının etkisi bazı filozofları hayatın anlamını sorgulamaya itmiştir. Bilinen bir paragrafta İngiliz filozof Bertrand Russel şöyle yakınmıştır; “İnsanoğlu, var olması, büyümesi, umutları ve korkuları, aşkı ve inançları atomların rastgele bir araya gelmesinden başka bir şey olmayan; heyecanı (fire), kahramanlığı, duygu ve düşünce yoğunluğu, mezardan öte gitmeyecek olan; asırlar boyu harcanan her emeği, her fedakârlığı, öğle vakti gibi parlak olan zekâsının her fikri Güneş Sistemi’nin uçsuz bucaksız ölümü içinde sönüp gidecek ve bütün kazanım ve birikimleri kaçınılmaz bir şekilde viran olmuş bir evrenin enkazı altında gömülecek olan, sebeplerden mütevellit, varacağı son hakkında hiçbir öngörüye sahip olmayan bir varlıktır. Bütün bu şeyler tartışmasız olmasa da neredeyse kesindir öyle ki bunları reddeden hiçbir felsefe ayakta kalmayı başaramaz. Sadece bu gerçeklerin çatısı altında ve sadece bu aşılmaz çaresizliğin sağlam temelleri üzerinde bundan böyle ruhun varlığını emniyetle ikamet ettirebiliriz.”[9].

Russell’in keskin felsefi zihni, tanrısız bir evrenin sonuçlarını Hawking’den daha açık bir şekilde görmüştür. Bununla birlikte Russell, evrenin başlangıcı ve dolayısıyla kozmik bir yaratıcıya olan ihtiyacın kanıtlarından habersizdi. Evrenin başlangıcı hakkında soru sorulduğunda Russell, işte evren orada ve o kadar, şeklinde cevap verdi. Bu Einstein öncesi bir evren görüşü için makul bir cevap fakat evrenin zamansal başlangıcı ile karşı karşıya getirilince çok yersiz kalıyor.  Böyle bir başlangıç evrenin tepesinden tırnağına aşkın bir yaratıcının varlığını gösterir. Eğer böyle bir yaratıcı var ise, o zaman Tanrı, fiziksel eskatolojinin karamsar ve karanlık sonuçlarından bir kurtuluş umudunu sunar.

SORULAR

Soru: Kitab-ı Mukaddes, Tanrı’nın evreni yedi günde yarattığını söyler. Büyük Patlama teorisi buna nasıl uyum sağlamaktadır?

Dr. Craig’in Cevabı: Büyük Patlama Teorisi, Yaratılış’ın (Tekvîn/Genesis) birinci bölümünün, günleri birbirini takip eden 24 saatli zaman dilimleri olarak kabul eden lafzi bir şekilde yorumlanışıyla bağdaşmaz. Ancak, St. Augustine gibi kilise babalarının zamanından içinde bulunduğumuz yüzyıla kadar Kitab-ı Mukaddes âlimlerinin ekseriyeti, Yaratılış’ın açılış bölümünün bu türden lafzi bir yorumunu benimsememiştir. Ve ben de, modern bilime değil fakat metnin bizatihi kendisine dayanarak, diyorum ki metnin yine bizatihi kendisinde müellifin bunun bir tür lafzi şekilde anlaşılması gibi bir niyetinin olmadığına dair emareler bulunmaktadır. Dolayısıyla örneğin St. Augustine gibi bir kimse modern kozmoloji yahut jeoloji bilmiyordu fakat bunu lafzi olarak kabul etmedi ve ben de bunun doğru olduğunu düşünüyorum. Bence, Yaratılış 1’in kitabımıza göre imanlı Hristiyanlara açık olan ve modern kozmolojinin verileriyle tutarlılık ve uyum içerisinde olan pek çok lafzi olamayan yorum/tefsir şekli bulunmakta.

Sunucu: Yani böyle bir hikâyeyi (Kitab-ı Mukaddes’teki yaradılış hikâyesi) bu teoriye uydurmak istiyor musunuz, yoksa bunun sadece şiirsel olduğunu mu söylüyorsunuz?

Dr. Craig: Sorunuzu doğru anladıysam güzel bir soru. Bu kozmolojiyi Yaratılış’ta anlatılan hikâyeye uydurduğumu soruyorsunuz değil mi? Ben de kesin bir şekilde hayır diyorum. Bu, modern bilimin bulgularını kadim metinlerden çıkarmaya çalıştığınız Concordism adı verilen bir tefsir türüdür. Bana kalırsa, kutsal metin üzerine çalışan âlimler ve literatür yorumcuları bunun gayrimeşru bir tefsir türü olduğunu söylerdi. Kadim literatürü okumanın yolu bu değildir. Kendi-nizi kadim müellifin ufku yahut ayakkabıları içerisine koyar ve onun ve kendileri için yazdığı okuyucularının bunu nasıl anlayacağı sorusunu sorarsınız. Daha önce de söylediğim gibi hikâye-nin/rivayetin (Kitab-ı Mukaddes’in Tekvin bölümündeki yaradılış hikâyesi) uyumlu olduğunu düşünüyorum, ancak bu metinlerden tefsir yoluyla modern bilimi çıkarmaya (elde etmeye) çalışmak bir hatadır. Dolayısıyla ben bu belgelerin müstakil olarak bırakmamız gerektiğini ve kadim literatürü okumamız için onları yorumlarken standart tefsir yollarını kullanmamız gerektiğini düşünüyorum.

Soru: Çoklu Evren (Multiverse) teorisi, kozmik başlangıç argümanıyla ilgilenmez mi?

Dr. Craig: Bu geceki sohbetimizin kapsamı oldukça sınırlıydı. Ben yalnızca Stephen Hawking ve eşi Jane’in hayatı üzerine yapılan “The Theory of Everything” filminde gösterilen iki modele hitaben konuştum, diğer versiyonlara hitap etme gibi bir teşebbüste bulunmadım. Eğer bu konuyla ilgiliyseniz, benim Tanrı’nın varlığı ve evrenin başlangıcı üzerine yaptığım derslere bakabilirsiniz; ya da bir şeyler okumak istiyorsanız The Blackwell Companion to Natural Theology kitabındaki fizikçi James Sinclair ile ortaklaşa yazdığımız ve günümüzün evrene bir başlangıç tanımama teşebbüsünde bulunan mevcut kozmolojik modellerini geniş bir yelpazede ele aldığımız ve bu başlangıç tanımayan modellerin neden savunulamaz olduğunu gösterdiğimiz makaleye bakabilirsiniz. Şimdi, spesifik olarak çoklu evren (multiverse) modellerine ilişkin olarak; çoklu evren (multiverse) modeli, Borde-Guth-Vilenkin Teoremi adı verilen, tarihi boyunca ortalama olarak kozmik genişleme halinde bulunan her evren zamanda bir başlangıca sahiptir diyen teoreme uyduğu sürece, o halde çoklu evren (multiverse) dahi sonlu bir geçmişe sahiptir ve sonsuz olamaz. İşte bu yüzdendir ki Borde, Guth ve Vilenkin bu teoriyi, genişleyen sahte/suni/yanlış bir vakum okyanusu içindeki doğru/hakiki bir vakumun balonları olan evrenlerin çoklu evrenini göstermekte olan çoklu evrenin ezeli enflasyon modellerine karşı geliştirdiler ve bu enflasyon çoklu evreninin ezeli olamayacağını ancak bizatihi kendisinin bir başlangıcı olması gerektiğini gösterdiler. Hikâyeyi yeniden Stephen Hawking’e getirecek olursak, 2012 yılında Cambridge Üniversitesi’nde Stephen Hawking’in 70. doğum günü kutlaması vardı ve o konferansta, Alexander Vilenkin modern kozmolojiyi ve çeşitli modelleri araştırdığı “Did the Universe Has A Beginning?” (Evrenin Bir Başlangıcı Var Mıdır?) başlıklı bir yazı okudu ve ortaya atılan bu senaryoların hiçbirinin ezeli olamayacağı sonucuna vardı. Onun bu konferansı Youtube’da da mevcuttur.[10] Ayrıca bu konferans o konuyla ilgili olmayan kişilerin de anlayabileceği kolaylıktadır.

Sunucu: Hazır siz Vilenkin’den bahsetmişken belki de, soruyu soran kişinin de dediği gibi, son zamanlarda diğerleri arasında Alexander Vilenkin tarafından dile getirilen evrenin bizatihi kendi-sinin ezeli olduğu fikrine nasıl cevap verirdiniz sorusuna da şöyle bir bakmalıyız.

Dr. Craig’in Cevabı: Aslına bakarsanız, Vilenkin daha henüz 2015’in sonbaharında bir internet dergisinde “Did the Universe Has A Beginning?” (Evrenin Bir Başlangıcı Var Mıdır?) başlıklı bir makale yayınladı ve bu makalede tam olarak aynı şeyi söylemektedir: Evren muhtemelen var olmaya başladı (belli bir başlangıcı var), deliller buna işaret etmektedir. Ve daha sonra da yoktan bir evreni nasıl elde edebileceğinizi açıklamaya çalışır. Dolayısıyla, öyle sanıyorum ki bu soruyu soran kimse yanlış bilgilendirilmiş. Keşke bu internet dergisine dair bağlantıyı ezberimden verebilseydim lakin eğer yine Google’a “Alexander Vilenkin Did the Universe Has A Beginning” yazarsanız 2015’in sonbaharında yayınlanmış görünecektir.[11] Ayrıca, tekrardan ifade etmek gere-kirse, o makale bu soru üzerine oldukça iyi ve yarı meşhur bir makaledir.

Sunucu: Teşekkürler… Şimdi şu soruya bakalım: Eğer bir kimse, Tanrı’nın bir başlangıcının yahut sonunun olmadığını kabul ettiyse, aynı şekilde evrenin yaratılmış olmasının gerekli olmadığını ima eden bir varsayımda bulunmamız mümkün müdür?

Dr. Craig: Bir şeyin bir başlangıcının yahut sonunun olmamasının iki yolu vardır. Birinci yol, sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe olan sonsuz zaman boyunca varlığını devam ettirmektir (to endure). İşte o vakit bir başlangıç yahut sonunuz olmaz. Bir başlangıç yahut sona sahip olmamanın diğer yolu da tümüyle zamanın içinde değil de zamandan aşkın (transcendent) bir şekilde var olmaktır. Zamanın boyutu içerisinde var olmayan bir şey ne bir başlangıca ne de bir sona sahiptir. Dolayısıyla, ilahiyatçılar “Tanrı ezelidir” dedikleri zaman, genellikle Tanrı’nın zamandan münezzeh olduğunu (zamansız/timeless), O’nun zamanı aşkın olduğunu kastetmektedirler ve bunu zamanın bir başlangıcı olduğunu ima ederek/kast ederek söylemektedirler. Eğer zaman ve uzay, sonlu geçmişte bir başlangıca sahipse, o halde zamanın sebebi zamanın ötesinde olmalıdır ve bu sebep zamandan münezzeh olmadır. Yani: “Tanrı Büyük Patlamadan evvel yoktu!” Öyle bir zaman yok ki. Daha ziyade O (Tanrı), zamanı aşkın olması ve zamanı ve uzayı var oluşa getirmesi bakımından Büyük Patlamanın ötesinde vardır. Dolayısıyla Tanrı’nın zamansız olarak var oluşu, sonsuz bir geçmiş fikrinde bulunan aynı türden saçmalıklarla muvacehe edilmez.

Sunucu: AlphaGo’nun performansını gördükten sonra, yapay zekânın yakın gelecekte insanoğlu-na bir son vereceğini düşünüyor musunuz?

Dr. Craig’in Cevabı: Ben bu alanda fikir sahibi olacak kadar uzman birisi değilim. Meslektaşım JP Moreland zihin felsefesinde çalışmakta ve ben de sizleri onun eserine yönlendiriyorum. Eserlerini amazon.com adresinden çevrimiçi olarak bulabilirsiniz. Yapay zekâya atıfta bulundu-ğunu umduğum beden ve ruhla alakalı zihin felsefesi üzerine oldukça çok sayıda eseri vardır ancak bu benim alanım değil.

Sunucu: Pekâlâ, o halde Kitab-ı Mukaddes’te yer alan Yaratılış (Tekvin) kısmını nasıl okumalıyız? En iyi yol nedir?

Dr. Craig’in Cevabı: Emin değilim. İnternet sitemiz reasonablefaith.org adresindeki derslerim/ konferanslarım içerisinde bütün bir doktrine sistematik bir şekilde göz attığımız Hristiyan doktrini ile ilgili bir dizi (deyimi yerindeyse ders) bulunmaktadır ve bunlardan biri de yaradılış doktrinidir. Ve orada bulacağınız derslerde, Yaratılış 1’in, imanlı Hristiyanlar tarafından savunulan sekiz farklı yorumlanışını araştırıyorum ve olabildiğince dürüst bir şekilde hem güçlü hem de zayıf yanlarını belirlemeye çalışıyorum. Şu an hala muallaktayım ve bu görüşlerin herhangi biri için bir not taşımıyorum. Bence onlardan bazıları diğerlerinden daha olasılık dışıdır ve ben onlara daha eleştirel yaklaşıyorum. Fakat diğerlerinin açık ihtimalleri temsil ettiğini düşünüyorum. Do-layısıyla, savunucular dersleri dizisinde yer alan Savunucular Dizi 2: Yaradılış Doktrini’ne bir göz atabilirsiniz. Ancak kısa cevap ise: Halen araştırıyorum, halen okuyorum ve bu konu hakkında açık fikirliyim.

Sunucu: Sıradaki soru: Ama neden bir Tanrı’mız olmak zorunda?

Dr. Craig’in Cevabı: Sanırım bu “tanrı” ile demek istediğine dayalı bir şey. Bu geceki tartışma-da, Hawking tarafından savunulan bu iki model ile evrenin bir yaratıcısının varlığı arasında bir uyuşmazlık olmadığını göstermeye çalıştım. Ancak daha ileriye gidip evreninin başlangıcı aslın-da evreninin bir yaratıcısının varlığına işaret eder de diyebilirsiniz. Ve böylesi bir varlığın ne tür-den vasıfları olması gerektiğini analiz ettiğinizde, böylesi bir analizin neticesi olarak oldukça önemli sayıda teolojik olarak çarpıcı vasıflar çıkacaktır. Böylesi bir varlığın gayri-mütevellit, başlangıcı olmayan, zamansız, uzaysız, maddi olmayan, değişmez, muazzam bir şekilde güçlü olması gerektiğini bulursunuz ki ben aynı zamanda şahsi (personal) olması gerektiğini iddia ediyorum. Dolayısıyla bunun sizi götürdüğü sonuç başlangıcı olmayan, değişmez, zamansız, uzaysız, maddi olmayan, muazzam bir şekilde güçlü, şahsi bir Evren Yaratıcısı’dır. Ve ben, bunu “Tanrı” etiketini garanti etmek için yeterli buluyorum.

Sunucu: Aynı evren teorisini tahayyül edip Tanrı’nın olmadığını varsayabilir misiniz?

Dr. Craig: Hayır, çünkü dediğim üzere evrenin neden var olduğuyla ilgili bir sebebin (cause) olması gereklidir. Bir şeyin bir sebep olmadan yoktan var olabileceğini söylemek, üzerinde düşündüğünüz zaman bu sihirden daha kötüdür. Öyle değil mi? Sihirbaz şapkadan tavşanı çıkardığında en azından orada sihirbazı görüyorsunuz. Fakat evrenin geçmişte bir noktada (o sebep her neyse) sebepsiz bir şekilde öylece belirdiğini söylemek sihirden daha kötüdür. Bu nedenle, ben evrenin var olması için bir sebebin olması gerektiğini düşünenler olarak bizlerin mantıksız olmakla suçlanamayacağını düşünüyorum, çünkü sihirden daha kötü olan ve evrenin bir sebep olmadan yoktan var olduğunu iddia eden bir alternatifi benimsemekten daha mantıksız bir şey olmadığı kanısındayım. Ve bir kez bu sebebe sahip olduğunuzda, dediğim üzere, size zamansız, uzaysız, maddi olmayan, değişmez, muazzam bir şekilde güçlü, şahsi bir Evren Yaratıcısı’nı verecek olan bu vasıflar ortaya çıkacaktır.

Sunucu: Sıradaki sorumuz: Eğer bir yaratıcı varsa; tavuk yumurtadan önce mi geldi? Ve eğer böyleyse Yaratıcının bir yaratıcısı mı var? Bu sonsuz bir döngü değil midir?

Dr. Craig: Pekâlâ, eğer yumurta evrense ve tavuk da Tanrı’yı temsil ediyorsa o halde tavuk yumurtadan önce gelir. Şimdi burada zamana bağlı bir önce olma durumu yok. Hatırlayın ki Tanrı’nın zamansal manada evrenden önce var olmadığını ancak nedensel manada olduğunu zaten söylemiştim. Tanrı nedensel olarak evrenden öncedir, zamansal manada değil. Ve nedensel olarak Tanrı’dan önce bir şey yoktur. Tanrı zamanın ve uzayın dışında var olan zamansız, uzaysız bir varlıktır ve dolayısıyla O’nun için bir sebep yoktur. O ilk, sebepsiz sebeptir, tıpkı Aristoteles’in ifade ettiği gibi. Kesinlikle bir döngü değildir.

Sunucu: Bir tanrının olması gerektiğini söylediniz, peki neden Hristiyan, İslam yahut Yahudilik anlayışındaki gibi bir Tanrı olsun ki?

Dr. Craig’in Cevabı: Bu harika bir soru. Ben bu tartışma tarafından işaret edilen varlık türünü tanımladım. Şimdi bu, büyük tektanrıcı dinlerin iman ettiği türden bir varlık, bir yaratıcıdır: Yahudilik, İslam, Hristiyanlık. Bu, hâlihazırda dünya dinlerinin kapsamını bu büyük tektanrıcı inançlara daraltmaktadır. Çünkü diğer panteist, çoktanrıcı yahut ateist dinler zamansız, uzaysız, muazzam bir şekilde güçlü, şahsi bir evren yaratıcısı inancına sahip değildirler. Dolayısıyla, bu argüman gerçekten de dünyanın dinlerinin kapsamını bu büyük tektanrıcı dinlere daraltmaktadır. Ve onun da ötesinde bu, bu gece değinmeye çalışmadığım bir konuydu. Bence onun da ötesinde bu Nasıralı İsa denen adam hakkında ne düşündüğünüze bağlı bir şeydir. Onun bir peygamber olduğunu mu, kutsal bir adam olduğunu mu yoksa Hristiyanların da inandığı gibi bunların da ötesinde biri mi olduğunu düşünüyorsunuz. Cevabınız muhtemelen sizi bu tektanrıcı dinlerden birinin yönüne götürecektir. Ancak alanı zaten dünyanın büyük tektanrıcı inançlarına daraltmış bulunuyoruz.

Sunucu: Peki o başlangıçtaki tanrı her neyse, ona tektanrıcılığı çağrıştırmayan şans yahut bu türden bir şey diyemez misiniz?

Dr. Craig: İsmi şans olan birisini tanıyorum. Yani ona ne demek istiyorsanız deyin. Demek istediğim, ister Robert deyin, isterseniz de Chum. Yani önemli olan ona ne dediğiniz değil. Mesele, ihtiyacınız olan şey felsefi olarak evreni varlık haline getirmiş zamansız, uzaysız, maddi olmayan, muazzam bir şekilde güçlü, şahsi bir sebeptir ve ona ne dediğinizin bir önemi yoktur. Aslında eğer ona Tanrı demek istemiyorsanız, bana uyar fakat bununla beraber eğer o argüman sağlam değilse bu türden bir şahsi bir Evren Yaratıcısı’na sahip olamazsınız. İzin verirseniz bu argümanı sizler için oldukça basit bir şekilde özetleyeyim.

Birinci kaziye: Eğer evren var olmaya başladıysa (varlığının bir başlangıcı varsa), o halde evren aşkın bir sebebe sahiptir.

Kaziye 2: Evren var olmaya başlamıştır (varlığının bir başlangıcı vardır).

Kaziye 3: Bu sebeple evren aşkın bir sebebe sahiptir.

Bu mantıksal olarak geçerli bir argümandır. Tek soru 2. kaziyenin hakikatidir. Bu 2. kaziye makul bir şekilde doğru mudur yoksa yanlış mıdır? Ve bence delil kuvvetle bu kaziyelerin yanlış olmasından çok doğru olduğunu göstermektedir. Ve bu sebeple, evrenin aşkın bir sebebinin olduğu sonucu çıkacaktır.

Sunucu: Sizin iddia ettiğiniz gibi şahsi bir Tanrı olması o kadar kesin değil sanıyorum.

Dr. Craig: Baştan aşağı haklısınız. Bu gece o meseleye girmedim.  Lakin bu meseleye yazılı eserlerimde ve bunun üzerine yaptığım derslerde değindim ve sebepsiz ilk sebebin neden şahsi (personal) olması gerektiğiyle ilgili 3 argüman ileri sürdüm. Yani demek istediğim, bunlar yazılı eserlerimde mevcut, reasonablefaith.org adresinden çevrimiçi olarak ulaşabilirsiniz. Ancak, tekrar ifade etmek gerekirse, bu akşam için belirlenen sınırlı amaçlarım çerçevesinde ben sadece Hristiyanlıktaki yaradılış doktrini ile Hawking’in savunduğu ve bu filmde gösterilen iki teori arasındaki uyumu göstermek istedim. Fakat kesinlikle Yaratıcı’nın şahsiliği ile ilgili konuları yazılı eserlerimde ve diğer yerlerde ele alıyorum.

Sunucu: Sıradaki soru sanırsam makul inanç (reasonable faith) ile alakalı: Kitab-ı Mukaddes şöyle der: “Görmemiş ancak inanmış olanlar ne mübarektir!” demektedir. O halde niçin dini gösterme (ispatlama) ihtiyacı bilimle çelişmez?

 Dr. Craig: İsa’nın bir deyişinde kastettiği şey, ki bu diriliş hikâyelerinden adı Şüpheci Thomas olan hikâyede bahsi geçen bir deyiştir: Thomas der ki, “Onun diğer havarilerinin ona Tanrı’yı gördükleriyle ilgili dediklerine inanmayacağım. Parmağımı, onun ellerindeki yaraların içine sokmadıkça ve elimi yanındaki yaralara koymadıkça inanmayacağım.” Ve sonrasında İsa, Thomas da dâhil olmak üzere 12 havarisine üstteki odada görünür. Çok ilginçtir, Thomas İsa’ya dokunamaz yahut elini yanına dokunduramaz. Thomas öylece yere yığılır ve onu gördüğünde “Efendim ve Tanrım” der. İşte tam da bu noktada İsa şöyle der: “Thomas, şimdi gördüğün için inanıyor musun? Görmemiş ancak inanmış olanlar ne mübarektir!”. İsa’nın Thomas’ı suçladığı konu, İsa’nın dirilişine apostolik iman mevzuunda başarısızlık göstermesidir. O, diğer havarilerin gördükleri ve duyduklarına şehadet ettikleri şey hakkında şüpheciydi. Ve aynı şekilde, Yuhanna İncili’nin müellifi de bizlere, biz sonradan gelen okuyuculara, bizim de apostolik şehadete inanmamız gerektiğini ve İsa’nın bize gece yatak odamızda görünmesini talep etmemiz gerektiğini, fakat daha ziyade bu hakiki havarilerin şahitlik ettiği şeye inanmamız gerektiğini söyler. Şimdi bu çok ayrı bir konu ancak ben öyle sanıyorum ki tarihsel olarak bu şehadet son derece güvenilirdir. Zira ravilerin dediği üzere mezarın boş bulunması, havarilerin İsa’nın hayatlarını değiştiren diriliş zuhurlarını tecrübe etmesi düşününce, oldukça iyi tarihsel zeminlere sahibiz. Bu sebeple, ben apostolik şehadete inanıyorum ve İsa’nın dediği şeyin de bu olduğunu düşünüyorum. O, sizden beyinlerinizi rafa kaldırmanızı ve bilime ve delile ters düşen bir şeye inanmanızı istemiyor. O, şimdiki ve gelecekteki her nesildeki her insana tek tek kendisinin görünmesini talep etmemizden ziyade, dirilişine olan apostolik şehadete inanmamızı istiyor.

Sunucu: Sanırsam bu soru aynı zamanda şunu da soruyor: bu iki alan (din ve bilim), iki ayrı bilgi türü değil midir, bunları birleştirmek zorunda mıyız?

Dr. Craig’in Cevabı: İzleyicilerimizi dün Polytechnic’te Budist bir fakülte profesörüyle din ve bilim üzerine yapmış olduğum bir diyaloga yöneltmek istiyorum. Ben, din ve bilimi Hristiyan bir bakış açısıyla gösterdim, o hanımefendi ise din ve bilimi Budist bir bakış açısıyla gösterdi. Benim vurguladığım şey Hristiyanlığın ve bilimin aynı meseleye değindikleri örtüştüğü alanlar olduğuy-du ki bu gece onlardan birini görmüş bulunuyoruz. Evrenin bir başlangıcı olduğu/evrenin ezeli olmadığı düşüncesi kadim Yunan materyalizmi ve modern ateizm tarafından reddedilmiştir. Yahudi-Hristiyan inancı fikirlerine itirazda bulunan materyalist görüşlere rağmen geçmişin zamansal sınırlılığı ve evrenin yaratılışı konusunda konumunu korumuştur. Ve şimdi, bilim bu tahmini tasdik etmiştir. Dolayısıyla, bilimin dini yahut dini iddiaları tasdik edebileceği yahut yanlışlayabileceği örtüşme alanlarından birisi budur. Ve ben bu sebeple bu iki alanın hedefleri doğrultusunda birbirinden önemli derecede farklıyken bununla beraber bilimin dini yahut dini iddiaları tasdik edebileceği yahut yanlışlayabileceği örtüşme alanları olduğunu düşünmekteyim. Ve aynı zamanda ben ilahiyatın bilime, bilimin karşılaştığında cevap verecek kadar donanımlı olmadığı metafiziksel problemlerde yardım edebileceğini de söyleyebilirim.

Sunucu: Sıradaki sorumuzsa şöyle: Büyük Patlama teorisinin evrenin kökeni olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış mıdır?

Dr. Craig: Tüm bunlar, “kanıtlandı” kelimesiyle neyi kast ettiğinize bağlıdır. Eğer bir tür matematiksel kanıttan yahut kesinlikten bahsediyorsanız tabii ki kanıtlanmamıştır fakat bilimin tabiatı böyledir, anlarsınız ya… Çağdaş kozmologlardan biri olan Sean Carroll’ın da çok güzel bir şekilde anlattığı üzere, bilim bir şeyleri kanıtlama işi değildir, onun işi açıklayıcı gücü, açıklayıcı kapsamı, makul olması, tahminlerindeki verimlilikleri vb. açılardan değer biçilen fenomenler için açıklayıcı modellerin tefrişatıdır. Delil bakımından Büyük Patlama Teorisi’nin bugün var olan en başarılı kuram olduğunu söyleyebilirim. Sahip olduğumuz tüm gözlem ve delilleri çok iyi bir şekilde açıklar ve öyle görünüyor ki karşı tarafta daha iyi bir delil yok. Vilenkin’in konuştuğu bahsetmiş olduğum aynı konferansta, Vilenkin ünlü bir bilim dergisine röportaj verdi ve bu röportajda dikkate değer ifadeler kullandı. Dedi ki, “Sahip olduğumuz tüm deliller bize evrenin bir başlangıcı olduğunu göstermektedir.” Şimdi bu çok çarpıcı bir ifadedir. O, bir başlangıç olduğunu ileri süren delilin, bir başlangıç olmadığını ileri süren delile nazaran ağır bastığını söylemiyor. Sahip olduğumuz tüm deliller evrenin bir başlangıcı olduğunu gösteriyor diyor. Karşı tarafın lehinde hiçbir şey yok. Bilimin sonuçları her zaman geçici ve revizyona duyarlı olmasıyla beraber, sanıyorum ki evrenin bir başlangıcı olduğuna inanan bir kimse bilimde bugün hâkim olan görüşü sıkıca ve rahat bir şekilde kabul edecektir.

Sunucu: Hawking ile hiç tartıştınız mı? Daha önce Hartle ile tartıştığınızı belirtmiştiniz, tartıştıysanız sonuç ne oldu?

Dr. Craig: Hawking’in Lou Gehrig hastalığından ötürü ne kadar zayıf düştüğünü anlamış olmanız gerekmektedir ve dolayısıyla herhangi birinin onunla bir kitlenin huzurunda tartışma oluşturması mümkün değildir. Yani hayır, hiç tartışmadım, basılmış eseriyle temas halinde oldum. Ve, kitaplarından bir tanesinde bana atıfta bulunmamasına rağmen, yazdığım eserlerden neredeyse kelimesi kelimesine alınmış ifadelere cevap verdiği yerler vardı. Hakikaten cevap verip vermediğini bilmiyorum ancak Michigan Üniversitesi’nden bir ateist bir filozof olan arkadaşım Quentin Smith bana Will, bunu gördün mü dedi ve gösterdi. Ve bize öyle göründü ki o bunlarla az çok haşır neşirdi. Dolayısıyla onunla herhangi bir şahsi münasebette bulunmadım, sadece basılı eseriyle temas halinde olmaya çalıştım.

Sunucu: Hartle ile tartıştığınız söylemiştiniz, bu tartışmadan ne sonuç çıktı?

Dr. Craig: Evet, doğru. Westmont Üniversitesinde bir yıllığına eğitim verdim ve de Hartle ile bir görüşme ayarladım. Ofisine gittik ve oturup gayet güzel bir konuşma gerçekleştirdik. Fizik ve felsefe arasında çalışan bir filozofun aşina olmadığı bir alanda hata yapma tehlikesi olduğundan ben böylesi hatalara düşmemek için düzenli bir şekilde astrofizikçilerle görüşmeye ve sohbet etmeye çalışırım. Dolayısıyla ben de Kraliyet Üniversitesi’nden Christopher Isham, James Hartle, Kanada’daki Alberta Üniversitesi’nden Donald Page gibi insanlarla konuşma şansını buldum. Brüksel ‘de yaşarken o tarihten itibaren astrofizik üzerine yaptıkları çalışma nedeniyle Nobel ödülü kazanan Robert Brout ve François Blair ile görüştüm ve “Vay canına! Onlarla birlikte Brüksel’deki Free Üniversitesi’ndeki ofislerinde oturup sonradan Nobel ödülü kazanacak olan bu 2 adamla boşluk/vakum dalgalanma modelleri gibi konular hakkında soru-cevap yapmak ne heyecan verici” diye düşündüm. Bu nedenle, söylediklerimin kesinliğinden emin olmak için kozmologlarla ve astrofizikçilerle bu materyal üzerine münasebetler kurarım.

Sunucu: Sıradaki soru daha önce kısaca değinmiş olduğumuz bir konu. Belki de şimdi cevapla-malıyız: Tanrı şahsi olmak zorunda mı?

Dr. Craig’in Cevabı: Pekâlâ, izin verirseniz evrenin sebebinin neden şahsi olması gerektiğini düşündüğüme dair 3 argümanı kısa bir şekilde özetleyeyim. Bunun ilk nedeni şu olabilir: sebepsel açıklamalar iki tür olabilir. Ya kanunlar ve başlangıç koşulları bakımından bilimsel bir açıklama olabilir, yahut da bir fâil ve O’nun iradeleri bakımından bir açıklama olabilir. Bu nedenle, örneğin ben mutfağa girsem ve bir çaydanlığın kaynadığını görsem ve Jan’a bu çaydanlığın neden kaynadığını sorsam; bana diyecektir ki: Çaydanlığın bakır tabanı tarafından suya iletilen ateşin ısısı moleküllerin şekilleri buhar halini alana dek daha şiddetli titremesine sebep oluyor diyecektir. Yahut da bana: Kendime bir bardak çay demlemek için ben ateşe koydum sen de ister miydin, diyecektir. Bunlardan biri bilimsel, diğeri de şahsi bir açıklamadır. Her ikisi de geçerli sebepsel açıklamalardır ve bazı bağlamlarda biri uygun düşerken diğeri uygun düşmez. Şimdi, evrenin ilk fiziksel hali söz konusu olduğunda doğa kanunları ve başlangıç koşulları bakımından bir bilimsel açıklama olamaz, çünkü o ilk fiziksel haldir ve ondan önce olan, bu öncü koşullara dayalı tabiat kanunlarından kendisini (bu ilk fizksel hali) elde edebileceğiniz hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla uygun olan tek nedensel açıklama, sizi şahsi bir Yaratıcı’ya götüren bir fâil ve iradeleri bakımından olan açıklamadır.

Bunun ikinci nedeni ise: Evrenin sebebi daha önce de gördüğümüz üzere zamansız, uzaysız, maddi olmayan ve değişmez olmalıdır. Şimdi, bu tür bir tanıma uyacak sadece iki aday olduğunu düşünüyorum. Ya matematiksel bir varlık olarak bir sayıdır ki bu varlıklar zamansız, uzaysız, maddi olmayan (ruhani) varlıklardır; yahut da cisimden ari bir zihin ya da bilinç, bedeni olmayan bir zihindir. Lakin sıkıntı şurada ki, soyut cisimler nedensel ilişkilere katılmaz. Bu soyut bir varlık olmak için tanımlayıcıdır. Bu sebeptendir ki 7 sayısı gibi şeylerin herhangi bir şeyin üzerinde nedensel bir etkisi yoktur. Buradan da şu sonuç çıkar ki: Bu nedenle evrenin sebebi cisimden/bedenden ari bir zihin/akıl yahut şahıs olmalıdır. Yani bu da ikinci sebeptir.

Üçüncü sebep ise, bunun ezeli bir sebepten başlangıcı olan bir etkiyi açıklamanın tek yolu olmasıdır. Eğer sebep, etkisini üretecek kadar kifayetliyse, sonra sebep her zaman mevcut ve kalıcıysa; o halde etki de her zaman mevcut olmalıdır. Örneğin, eğer suyun donmasının sebebi ısı derecesinin sıfır santigrat derecenin altında olmasıysa; o halde eğer ısı eğer ezeli geçmişten beridir sıfır derecenin altında olsaydı, suyun sonlu bir zaman evvel donmaya başlaması imkânsız olurdu. Mevcut herhangi bir su ezelden beridir donmuş halde olacaktı. Eğer sebep ordaysa, etki de orada olmalıdır. Dolayısıyla, daimi ve ezeli bir sebebe ve 14 milyar yıl evvel var olmaya başlamış evren gibi bir etkiye nasıl sahip olabilirsiniz? Bu bilmecenin tek cevabı, eğer sebep kendisine irade hürriyeti verilmiş ve bundan dolayı kendiliğinden öncü belirleyici koşullar olmadan yeni bir etki yaratabilen şahsi bir fâildir. Örneğin, ezelden beri oturan bir adam isteyerek/özgürce ayağa kalkabilir ve böylece ezeli ve daimi bir sebepten bir etki elde etmiş olursunuz. Dolayısıyla, saymış olduğum bu üç sebepten ötürü öyle sanıyorum ki bu sebebin öylesine sebepsiz bir ilk sebep değil, lakin evreni var etmeyi özgür bir şekilde seçmiş olan şahsi bir varlık/şahsi bir fâil olduğunu düşünmemiz için gayet sağlam zeminlere sahibiz.

Sunucu: Zamanımız daralıyor ancak cevabı merakla beklenen bir soru var. Dolayısıyla size bunu sormak zorundayım çünkü 37 oy almış (en çok oy alan sorular soruluyor): The Big Bang Theory adlı televizyon dizisini izlediniz mi? (Seyircilerin kahkahaları)

Dr. Craig’in Cevabı: (Gülerek:) Hiç izlemedim…

Sunucu: Peki, uçakta bunu yapmak için bol vaktiniz olacaktır. Son olarak hepimizin Profesör Craig’e şükranlarımızı sunmamızı istiyorum. Lütfen ona kocaman bir teşekkür edelim…

 

KAYNAKÇA

Barrow , John D., Theories of Everything, Oxford: Clarendon Press, 1991.

Eddington, Arthur, The Expanding Universe, New York: Macmillan, 1933.

Hawking, Stephen, A Brief History of Time, New York: Bantam Books, 1988.

Hawking, Stephen, The Grand Design, Bantan Books, 2010.

Mithani, Audrey, Vilenkin, Alexander “Did the Universe Has A Beginning” (2015) adlı makalesi: https://arxiv.org/abs/1204.4658 (erişim: 23-03-2022)

Russell, Bertrand, A Free Man’s Whorship, Paperback, 1986.

Tinsley, Beatrice,  From Big Bang to Eternity.

Dipnotlar

* Dr. William Lane Craig’in 22 Mart 2015’te bu konu üzerine düzenlediği konferansın çevirisidir: Cosmology: A Religion For Atheists? | William Lane Craig critiques “The Theory Of Everything” movie – YouTube

[1] Arthur Eddington, The Expanding Universe, (New York: Macmillan, 1933), s. 124.

[2] A.g.e.. s. 178.

[3] Stephen Hawking, A Brief History of Time (New York: Bantam Books, 1988), s. 140-1.

[4] John D. Barrow, Theories of Everything (Oxford: Clarendon Press, 1991), s. 68.

[5] a.g.e., s. 67-68.

[6] Hawking, A Brief History of Time, ss. 138-9.

[7] Hawking, The Grand Design, ss. 134-5.

[8] Tinsley, “Big Bang,” s. 105.

[9] Bertrand Russell, “A Free Man’s Whorship.”

[10] https://www.youtube.com/watch?v=NXCQelhKJ7A (er. 23-03.2022)

[11] Alexander Vilenkin söz konusu makalesinin sonuç kısmında “Evren bir başlangıca sahip midir?” sorusunu şöyle cevaplıyor: “Bu noktada, bu sorunun cevabı muhtemelen evet gibi görünüyor. Burada, bir başlangıçtan kaçınmanın bir yolunu sunar gibi görünen üç senaryoyu ele aldık ve hiçbirinin geçmişte sonsuz olamayacağını gördük. Hem sonsuz şişme hem de döngüsel evren senaryoları Hav > 0’a sahiptir, bu da onların geçmiş jeodezik olarak eksik olmaları gerektiği anlamına gelir. Ayrıca basit bir ortaya çıkan evren modelini inceledik ve kuantum çöküşünden kaçamayacağı sonucuna vardık. Daha genel ortaya çıkan evren modelleri göz önüne alındığında bile, çökmeye karşı bağışıklığı olan çözümleri kabul eden herhangi bir madde kaynağı yok gibi görünüyor.” Makaleye çevrim içi erişim için bkz. Audrey Mithani, Alexander Vilenkin, “Did the Universe Has A Beginning” (2015) adlı makalesi: https://arxiv.org/abs/1204.4658 (erişim: 23-03-2022)

NOT: Bu metin eğitim ve bilginin yaygınlaşması amacıyla mehmetbulgen.com için MÜİF mezunları M. Ali Gültekin EROĞLU, M. Numan SAĞIRLI tarafından çevrilmiştir.