TEİZM VE FİZİKSEL KOZMOLOJİ

William Lane Craig*

ÇEVİREN: Muhammet Berhak Demir**

Fiziksel kozmoloji, bir bütün olarak evrenin kökenini, yapısını ve evrimini inceleyen bilim dalıdır. Evrenin başlangıcı/doğuşu (kozmogoni) ve sonu/ölümünü (eskatoloji) kapsayan kozmoloji, tarihsel olarak hem felsefe hem de teoloji ile sıkı bağlantıları olan bir alandır.

TEİZM VE FİZİKSEL KOZMOGONİ

Yunan kozmolojisinden derinden etkilenmiş olmalarına rağmen ilk Kilise Babaları, Aristoteles’in evrenin ezeliliği doktrinine Kitab-ı Mukaddes’deki zamansal creatio ex nihilo (yoktan yaratma) doktrini (Yaratılış 1:1; Süleyman’ın Özdeyişleri 8:22; Yeşaya 44:24; Yuhanna 1:1-3; İbraniler 11:3) lehine cesurca karşı çıktılar. Bu fikir birliği göz önüne alındığında, “Görünen ve görünmeyen her şeyin yaratıcısı… O, sonsuz kudretiyle, her iki düzeni de başlangıçtan beri aynı şekilde yoktan var etmiştir.” olarak Tanrı’yı tanımlayan Dördüncü Lateran Konseyi’ne (1215) kadar hiçbir konsey bu doktrin hakkında fikir beyan etmemiştir. Bu zamana kadar, geçmişin sonluluğunun felsefi olarak ispatlanabileceğine dair İslami skolastisizmden beslenen güçlü bir gelenek ayrıca mevcuttu. Evrenin böyle bir başlangıcı, kaçınılmaz biçimde yaratıcısına işaret ediyor gibiydi (bkz. Bölüm 37, Yaratma ve Koruma). Hatta geçmişin sonluluğuna dair argümanlara şüpheci yaklaşmasına rağmen Thomas Aquinas, “Eğer evrenin ve hareketin bir ilk başlangıcı varsa, evrenin ve hareketin bu kökenini açıklamak için açıkça bir neden ortaya konmalıdır.” (Summa contra Gentiles, I.13.30) diye itiraf etmiştir.

Yedi yüzyıl sonra, evrenin genişlemesinin keşfi, 1922’de Alexander Friedman tarafından Einstein’ın genel görelilik kuramının kozmolojik bir uygulaması temelinde öngörüldü ve Edwin Hubble’ın 1929’daki galaktik kırmızı kaymaları gözlemlemesi ile doğrulandı, 1968’deki Hawking-Penrose tekillik teoremleriyle birlikte ise genişlemenin zamanın tersine çevrilmiş bir ekstrapolasyonu aracılığıyla evrenin gerçekten sonlu bir zaman önce var olmaya başladığı sonucu gösterildi. Varoluştaki evrenin bu kozmik patlaması “büyük patlama” olarak bilinir hale geldi. Evrenin ortaya çıktığı ilk kozmolojik tekillik, yalnızca evrendeki bütün madde ve enerjinin değil, fiziksel uzay ve zamanın kendisinin de başlangıcını işaret ediyordu. Böylece büyük patlama modeli İncil’deki creatio ex nihilo doktrininin etkileyici deneysel doğrulamasını ve makul bir kozmolojik argüman için eksik delili sağlamış oldu (bkz. Bölüm 43, Kozmolojik Argümanlar).

Stephen Hawking’e göre, “Artık neredeyse herkes evren ve zamanın kendisinin Büyük Patlama’da bir başlangıcı olduğuna inanıyor” (Hawking ve Penrose 1996, s. 20). Bazı filozoflar, geçmişteki sonluluğuna rağmen evrenin var olmaya başladığını inkâr ettiler. Çünkü ilk kozmolojik tekillik uzay-zamandaki bir nokta değil, en fazla uzay-zamanın sınırında bir noktadır, böylece sürekli olan zamanın bir ilk anı yoktur. Ancak bu inkâr, var olmaya başlamanın bir başlangıç noktasına sahip olmayı gerektirdiğine dair yersiz varsayıma dayanır. Sezgisel olarak; keyfi olarak seçilmiş, sıfır olmayan, sonlu bir zaman aralığı için ondan önce yalnız sonlu sayıda eş zamanlı aralık olması durumunda zaman var olmaya başlar. İronik bir biçimde, bu filozoflar durma ve başlamaya dair antik Yunan paradokslarından ders almakta başarısız oldular. Çünkü bir N nesnesi t zamanında durağan ama t*>t bir zamanda hareket halindeyse, o halde zamanın sürekliliği göz önüne alındığında, N’nin hareketinin ilk anı yoktur ve yine de, Parmenides’e selam, N nesnesi hareket etmeye başlamıştır.

Fiziksel kozmolojide, evrenin mutlak kökeninden kaçınmayı amaçlayan alternatif modellerde hiçbir eksiklik çekilmemiştir. Gerçekten de, yirminci yüzyıl kozmogonisinin tarihi, bir anlamda, standart model tarafından öngörülen mutlak başlangıçtan kaçınmak amacıyla genişleyen evrenin kabul edilebilir standart olmayan modellerini oluşturmaya yönelik bir dizi başarısız girişimden ibarettir. Bu alternatiflerin her biri -durağan durum modeli, salınımlı modeller, vakum dalgalanma modelleri, kaotik enflasyonist/şişen modeller, büyük patlama öncesi senaryolar, ekpirotik senaryolar- kozmologlar arasında geniş çapta kabul görmelerini engelleyen göz korkutucu teorik ve gözlemsel engellerle karşılaştı. Bununla birlikte, bu modellerin yakasını kurtaramadığı belirli problemlerden tamamen ayrı olarak, son zamanlardaki en önemli gelişme Arvind Borde, Alan Guth ve Alexander Vilenkin’in 2003’de, evrenin mutlak bir başlangıcından sakınmaya çalışan neredeyse bütün girişimleri tek bir vuruşta silip süpüren olağanüstü güçteki bir teoremin kanıtı olmuştur. Ortalama olarak geçmiş tarihi boyunca kozmik genişleme durumunda olan herhangi bir evrenin geçmişte jeodezik olarak tamamlanmış olamayacağını, ancak bir uzay-zaman sınırına sahip olması gerektiğini kanıtlayabildiler.

Borde-Guth-Vilenkin teoreminden kurtulan birkaç tekil olmayan kozmolojik modelden biri, sonlu ama sınırsız bir geçmişi varsayan Hartle-Hawking “sınır yok” önerisidir. Evrenin dalga fonksiyonunu tanımlayan denklemdeki zaman değişkeni için sanal/hayali sayıları ([√-1]’in katları) tanıtarak James Hartle ve Stephen Hawking, zamanın büyük patlamadan sonraki 10-43 saniye öncesinde “sanal/hayali” hale geldiği ve tekilliğin “düzeltildiği” bir model hazırladılar. Bu erken bölgede uzay-zaman, geometrik olarak bir kürenin iki boyutlu yüzeyinin dört boyutlu analoğudur. Kuzey Kutbu gibi bir küre üzerinde “başlangıç” noktası olarak seçilen herhangi bir nokta, gerçekten de kürenin yüzeyindeki diğer tüm noktalar gibidir. Özellikle, o yüzeye bir kenar veya sınır oluşturmaz. Böylece, Hartle-Hawking modelinde geçmiş, sonlu ama sınırsızdır. Model, geçmişin sonluluğunu öne sürerek, evrenin var olmaya başladığı gerçeğini destekler görünmektedir. Bununla birlikte, popüler yazılarında Hawking hayali zamanın uzaydan ayırt edilememesinden dolayı bu küre benzeri yüzey üzerindeki herhangi bir noktayı, aslında o yüzeydeki herhangi bir noktadan daha erken olarak kabul etmenin yanlış olacağını iddia eder. Hawking, eğer evren tanımladığı gibiyse, evrenin ne başlangıcı ne de sonu olduğunu ve dolayısıyla bir yaratıcıya ihtiyaç olmadığını iddia eder.

Hawking’in, teorilerinin evrenin başlangıcını engellediğini iddia ederken ciddi felsefi zorluklarla karşı karşıya olduğu açıktır. Sözde hayali zamana ilişkin eleştirel olmayan gerçekçiliği açıkça sorunludur. İlk olarak, zaman değişkeni için hayali sayıların kullanılması, zamanı, gerçekçi bir şekilde yorumlandığında, metafiziksel olarak şüpheli olan uzamsal bir boyut haline getirir. Zaman, şimdiki zamana göre benzersiz bir önceki/sonraki ilişkisi ve ayrıca makul bir şekilde geçmiş/gelecek ilişkileri tarafından düzenlenir. Bu nedenle, uzay ve zaman özünde farklıdır. Zamanı uzayın bir boyutu yapmak ya da Hawking’in modelinin yaptığı gibi uzayın zamana dönüştürülebileceğini iddia etmek bu nedenle tam anlamıyla kötü bir metafiziktir. İkincisi, Hawking, fiziksel gerçeklikte neyin matematiksel “hayali zaman” kavramına tekabül ettiğini açıklama yükümlülüğüne sahiptir. Hayali bir zaman aralığının ne olduğu, örneğin bir bardağın hayali hacminden veya bir bölgenin hayali alanından daha açık değildir. Vilenkin gibi diğer teorisyenler, hayali zaman kullanımının ontolojik önemi olmayan sadece “hesaba dayalı bir kolaylık” olduğunu kabul ederler. Dolayısıyla, açık bir yüzeyde sonsuz bir zaman yerine Planck zamanından önce kapalı bir yüzey üzerinde sonlu (hayali) bir zaman varsayarak, bu gibi modeller aslında zamanın ve evrenin bir başlangıcı olduğu gerçeğini desteklemektedir. Bu gibi teoriler, eğer başarılı olursa, sonsuz yoğunluk, sıcaklık, basınç vb. içeren bir başlangıç tekilliği olmaksızın evrenin başlangıcını modellememizi mümkün kılacaktır.

Eğer evren mutlak bir başlangıca sahip olsaydı, o halde evrenin nasıl yokluktan varlığa çıkabileceğine dair metafiziksel soru gündeme gelirdi. Fakat neden evrenin bir başlangıcının olması, onun kelimenin tam anlamıyla varlığa çıktığını ve dolayısıyla bir neden gerektirdiğini ima ediyor? Bu soru, zaman felsefesindeki merkezi tartışmalardan biriyle, yani zamansal oluşun yalnızca bilincin öznel bir özelliği mi yoksa gerçekliğin nesnel bir özelliği mi olduğuyla bağlantılıdır. Zamanın kipsiz bir görüşüne göre, evren, önceki yönden sonlu olmasına rağmen, hiçbir zaman gerçekten varlığa çıkmadı, sadece dört boyutlu bir bütün olarak kipsiz bir şekilde varlığını sürdürür ve bu nedenle makul bir şekilde başlangıcı için hiçbir neden gerektirmez. Bununla birlikte, böyle bir zaman metafiziği, hem dış dünyayı kavrayışımızda hem de zihnin iç yaşamında, tüm kip ve zamansal oluş deneyimlerimizi yanıltıcı olarak -Parmenides’in hareketin gerçekliğini inkâr etmesinden pek de farklı olmayan bir sonuç- görmemizi gerektiren radikal bir metafiziktir. Dahası, oluşun zihne bağımlılığı tezi tutarsız görünmektedir, çünkü bizim zamansal oluş yanılsamamız bile bilincin içeriğinde nesnel bir oluş içerir, böylece zamansal oluş ortadan kalkmaz. Bu konuda söylenilmesi gereken daha çok şey var, ama bu soru en azından kozmoloji ile uzay ve zaman felsefesindeki derin metafizik meseleler arasındaki sıkı bağlantıyı göstermeye hizmet ediyor.

Vilenkin’in kuantum yaratılış teorisi, evrenin nasıl yokluktan varlığa çıkabileceğini açıklamaya çalışır. O bizi, pozitif enerji yoğunluğu boşluğu ile karakterize edilen ve bazı sıradan maddeler içeren küçük, kapalı, küresel bir evren tasavvur etmeye davet eder. Böyle bir evrenin yarıçapı küçükse, klasik fizik onun bir noktaya kadar çökeceğini öngörür; fakat kuantum fiziği, onun enflasyonist bir genişleme durumuna “tünel” açmasına izin verir. Eğer yarıçapın sıfıra kadar küçülmesine izin verirsek, evrenin şişmeye tünel açması için hala bazı pozitif olasılıklar vardır. Vilenkin, tünel açmadan önceki evrenin başlangıç durumunu açıklayıcı bir şekilde hiçlik ile eşitler ve bu nedenle modelini, evrenin kuantum tünellemesinin yoktan var olduğuna dair bazı pozitif olasılıklar vererek yorumlar. Ancak bu eşdeğerlik açıkça yanlıştır. İlgili kuantum tünelleme, her noktada bir şeyden bir şeye doğru bir fonksiyondur. Kuantum tünellemenin gerçekten yoktan var olması için, fonksiyonun tek bir terimi, sonsal terimi olması gerekirdi. Noktayı görmenin bir başka yolu, yarıçapı olmamasının (hiçlik durumunda olduğu gibi) ölçüsü sıfır olan bir yarıçapa sahip olmadığı gerçeğini düşünmektir.

O halde evrenin mutlak başlangıcı, salt natüralist terimlerle açıklanamaz kalır. Bu, evrenin kökenini teistlerin tasavvur ettiği gibi dünyevi ötesi bir nedenin etkisi olarak açıklamak için güçlü bir teşvik sağlar.

Tanrı’nın evreni yarattığı iddiası, bir sürü önemli felsefi soruyu gündeme getiriyor. Örneğin, eğer bir neden zaman içinde sonucundan önce gelmek zorundaysa, ilk kozmolojik tekillikten önce zaman olmadığına göre, Tanrı büyük patlama olayıyla nasıl nedensel olarak ilişkilendirilebilir? Teist, bu soruyu, Tanrı’nın büyük patlamadan önce, kozmolojik teoride ortaya konan fiziksel zamanlardan farklı olan metafiziksel bir zamanda var olduğunu kabul ederek cevaplayabilir. Dahası, nedenlerin geçici olarak sonuçlarından önce gelmesi gerektiğini neden düşünüyorsunuz? Evrenin varoluşunun herhangi bir anının nedeni onunla eşzamanlı olabilir. İlişkisel bir zaman anlayışına göre, Tanrı’nın yaratılıştan önce değişmeden var olduğu ve dolayısıyla zamansız olduğu ve yaratılışla birlikte zamana girdiği tasavvur edilebilir (bkz. Bölüm 32, Sonsuzluk; ve Bölüm 38, Sabitlik ve Değişmezlik).

TEİZM VE FİZİKSEL ESKATOLOJİ

Uzun zamandır teolojinin özel mülkü olan eskatoloji, son çeyrek yüzyılda kozmolojinin yeni bir dalı olarak ortaya çıkmıştır. Tıpkı fiziksel kozmogoninin geçmişin izlerine ve doğa yasalarına dayanarak kozmosun tarihi hakkında geriye dönük tahmin yapmak için zamanda geriye baktığı gibi, fiziksel eskatoloji de mevcut koşullara ve doğa yasalarına dayanarak kozmosun geleceğini tahmin etmek için zamanda ileriye bakar.

Fiziksel eskatoloji, geleceğin, Hristiyan eskatolojisininkinden çok kasvetli ve çok farklı bir resmini çiziyor. Mevcut bilimsel delillere dayanan en olası senaryo, evrenin sonsuza kadar genişlemeye devam edeceğidir. Olduğu gibi, sonunda yıldızlar söner ve galaksiler kararır. Büyük patlamadan yaklaşık 1015 yıl sonra evrenin baryonik kütlesinin büyük bir kısmı kahverengi cüceler, beyaz cüceler, nötron yıldızları ve kara delikler gibi dejenere yıldız nesnelerinden oluşacaktır. Temel parçacık fiziği, yaklaşık 1037 yılda protonların elektronlara ve pozitronlara bozunacağını, iki parçacık arasındaki mesafenin takriben mevcut galaksinin boyutunda olacak kadar uzayın çok ince seyreltik bir gazla dolacağını ileri sürmektedir. Yaklaşık 10100 yılda, sözde Karanlık Çağ’ın başlamasıyla, kara deliklerin kendileri buharlaşmış olabilir. Evrenin kütlesi, temel parçacıklardan ve radyasyondan oluşan soğuk, ince bir gazdan başka bir şey olmayacak, sonsuz karanlığa, harap bir evrene doğru genişledikçe daha da seyrelecek.

Gerçekten de kasvetli bir tablo; ama Freeman Dyson’ın bize hatırlattığı gibi, fiziksel eskatolojinin tahminleri, akıllı faillerin öngörülen doğal süreçlere müdahale etmemesi şartına bağlıdır. Akıllı varlıklar, doğal süreçleri önemli ölçüde manipüle edebiliyorlarsa, o halde kozmosun gerçek geleceği, yasalar ve mevcut koşullar temelinde tahmin edilen yörüngeden oldukça farklı görünebilir. Dyson’ın, içkin faillerin neslinin tükenmesini engelleyebileceği bir senaryo üretme girişimi kuşkusuz ki umutsuz ve mantıksızdır. Fakat neden dikkatimizi içkin faillerle sınırlandırmalıyız ki? Teistler, uzay-zaman evreninin yaratıcısı olan ve fiziksel yaratılışı yöneten yasaları aşan akıllı bir varlığın varlığına inanırlar. Hristiyan görüşüne göre, Tanrı, uygun gördüğü bir zamanda insanlık tarihinin ve mevcut kozmosun sonunu getirecektir (1. Korintliler 15.51-52, Selanikliler 4.15-17, Vahiy 21.1).

Bu nedenle Hristiyan bakış açısına göre, fiziksel eskatolojinin bulguları, gerçek tanımlamalardan ziyade, olayların gelecekteki seyrinin en iyi projeksiyonlarıdır. Müdahale edecek akıllı failler olmadığı takdirde nelerin gerçekleşeceğini bize yaklaşık bir doğrulukla söylüyorlar. Bu nedenle, fiziksel eskatolojinin bulguları Hristiyan eskatolojisi ile uyumsuz değildir, çünkü bu bulgular, Tanrı da dâhil olmak üzere akıllı faillerin eylemlerine ilişkin saklı ceteris paribus (diğer bütün unsurlar sabitken) koşullarını içerir (bkz. Bölüm 47, Mucizeler).

Elbette, fiziksel eskatologlar, fiziksel eskatolojinin öngörülen yörüngelerine etki etmek için doğanın seyri üzerinde gerekli güce sahip aşkın, akıllı bir fail hipotezini ciddiye almak için herhangi bir neden olup olmadığını sorabilirler. Şaşırtıcı bir şekilde, fiziksel eskatolojinin kendisi böyle bir hipotezi ciddiye almak için zemin sağlar. Daha on dokuzuncu yüzyılda bilim adamları, termodinamiğin ikinci yasasının bir bütün olarak evrene uygulanmasının korkunç bir eskatolojik sonucu ima ettiğini fark ettiler: Yeterli zaman verildiğinde, evren sonunda bir denge durumuna gelecek ve ısı ölümü yaşayacaktı. Ancak bu görünüşte sağlam olan projeksiyon daha da derin bir soruyu gündeme getirdi: Eğer yeterli zaman verildiğinde evren ısı ölümüne maruz kalacaksa, o halde evren sonsuza kadar var olmuşsa neden şimdi bir ısı ölümü durumunda değil? Eğer evren sonlu bir süre içinde kaçınılmaz olarak dengeye gelecekse ve bundan fiziksel olarak daha çok önemli bir değişiklik mümkün değilse, o halde evren sonsuz bir süredir var olsaydı şimdiye kadar dengede olması gerekirdi.

Görelilik kuramının ortaya çıkışı ve kozmolojiye uygulanması, ikinci yasa temelinde tahmin edilen eskatolojik senaryonun şeklini değiştirdi, ancak temel soruyu maddi olarak etkilemedi. Çok yakın zamandaki keşifler, kozmik genişlemenin zamanla hızlanmasına neden olan pozitif bir kozmolojik sabitin olduğuna dair güçlü kanıtlar sağlıyor. Paradoksal bir biçimde, uzayın hacmi katlanarak arttığından ve bu, entropi üretimi için daha fazla alana izin verdiğinden dolayı evren zaman geçtikçe bir denge durumundan giderek daha da fazla büyür. Ancak hızlanma evrenin, kozmosun benzer şekildeki mahsur kalıntılarıyla artık nedensel olarak bağlantılı olmayan, giderek daha da izoleleşen parçalara ayrılmasını hızlandırır. Gözlemlenebilir evrenimiz yaşlandıkça, giderek daha soğuk, karanlık, seyreltik ve ölü hale gelecektir.

O halde, nedensel olarak bağlı parçamızın gözlemlenen dengesizliğinin, ne kadar olasılık dışı olursa olsun, rastgele hareket eden kapalı bir parçacık kutusunda tekrar tekrar meydana gelecek olan kaçınılmaz Poincaré yinelenmelerinin sonucu olarak açıklanıp açıklanamayacağı sorusu ortaya çıkar, öyle ki bu durumda kozmogoni süreci nedensel parçamızla tekrar tekrar başlar. Yakın tarihli bir tartışmada Lin Dyson ve arkadaşları mevcut dengesizliğin bu şekilde makul bir biçimde açıklanıp açıklanamayacağını sorarlar; ya da “sistemi belirli bir düşük entropi durumunda başlatan bir dış etken nedeniyle mi olmalı?” (2002, s. 4.) Onlar şans hipotezinin temel zayıflığının; “antropik olarak kabul edilebilir” ortamlar oluşturmanın, düşük entropi koşulunda başlayanlardan çok daha muhtemel yolların bulunması olduğunu kabul ederler. Bu yüzden şans hipotezi kabul edilemez bir şekilde olasılık dışıdır. Eğer sistemi belirli bir düşük entropi durumunda başlatan bir dış etken hipotezini ciddiye alırsak, o halde sistem yalnızca bir kez gerçekleştiğinden, yineleme sorunları gündeme bile gelmez. Böyle bir hipoteze göre, “bilinmeyen bir fail başlangıçta potansiyelinin çok üstünde aşırı genişlemeyi başlattı, gerisi zaten malum” (2002, s. 2). Dyson ve arkadaşları şans hipotezinin yanı sıra bir dış etken hipotezini de reddederek sonunda “belki de tek makul sonuç, gerçek bir kozmolojik sabite sahip bir dünyada yaşamadığımızdır” (2002, s. 21) demeye sürüklenmişlerdir ki bu, evrenimizin pozitif bir kozmolojik sabit tarafından karakterize edildiğine dair güçlü delilleri hiçe sayan çaresiz bir hipotezdir.

Böylece fiziksel eskatolojinin kendisi, fiziksel eskatolojinin projeksiyonlarını değiştirmeye muktedir olan bu türden bir failin varlığına inanmak için zemin sağlar.

AKILLI YAŞAM İÇİN EVRENİN HASSAS AYARI

Son yıllarda bilim camiası, evrenin akıllı yaşamın kökenine ve evrimine izin vermesi için büyük patlamada ne kadar karmaşık ve hassas bir başlangıç koşulları bağlantısının verilmesi gerektiğini keşfetmesiyle şaşkına döndü. Matematiksel ifade verildiğinde doğanın fiziksel yasaları, değerleri yasaların kendisinden bağımsız olan yerçekimi sabiti gibi çeşitli sabitleri içerir; dahası, yasaların üzerinde işlediği sınır koşulları olarak basitçe konulan belirli keyfi nicelikler vardır, mesela evrenin ilk düşük entropi koşulu. Hassas ayar ile kastedilen, söz konusu sabitler ve nicelikler tarafından varsayılan gerçek değerlerden küçük sapmaların evreni yaşamı önleyecek hale getirmesi veya alternatif olarak, varsayılabilir değerler aralığı ile karşılaştırıldığında yaşama izin veren değerlerin aralığının son derece dar olmasıdır. Hassas ayarın yokluğunda, yaşamın gelişebileceği gezegenler bir yana, madde veya kimya bile var olmazdı.

Pek çok bilim adamı, böylesine hassas bir dengenin basitçe tesadüf olarak kabul edilemeyeceği, ancak bir tür hesap gerektirdiği sonucuna varmak zorunda hissetti. Geleneksel olarak, böyle mülahazalar ilahi tasarımın kanıtı olarak değerlendirilirdi (bkz. Bölüm 44, Teleolojik ve Tasarım Argümanları). Bununla birlikte, Tanrı hipotezini kabul etmeye isteksiz bazı düşünürler sözde antropik ilkeye başvurarak bir çıkış yolu aradılar. İlk olarak 1974’de Brandon Carter tarafından önerilen antropik ilke, evrenin başlangıçta şaşırtıcı derecede olasılık dışı gibi gelen herhangi bir gözlemlenen özelliğinin, ancak evrenin belirli özelliklere sahip olması durumunda onların bizim tarafımızdan gözlemlenemeyeceği gerçeğini hesaba kattıktan sonra gerçek perspektiflerinde görülebileceğini belirtir, çünkü biz yalnızca kendi varlığımızla uyumlu olan özellikleri gözlemleyebiliriz.

Antropik teorisyenler, bu ilkenin, evrenimizin temel özelliklerine ilişkin hiçbir açıklamanın aranmaması gerektiğini ima ettiğini iddia ederler. Evreni olduğu gibi gözlemlemeye şaşırmamalıyız, çünkü olduğu gibi olmasaydı onu gözlemleyemezdik. Bu gerçek, bu özelliklerin kökenini açıklamasa da hiçbir açıklamaya gerek olmadığını göstermektedir. Bu nedenle, ilahi bir tasarımcı varsaymak yersizdir.

Ancak bu akıl yürütme bu haliyle geçersizdir. Evrenin kendi varlığımızla bağdaşmayan özelliklerini gözlemlemememize elbette şaşırmamalıyız. Ancak bundan, evrenin bizim varlığımızla uyumlu olan özelliklerini gözlemlememize şaşırmamamız gerektiği sonucu çıkmaz. Hem öyle olsa bile, evrenin bu tür özelliklere sahip olması gerektiği konusundaki muazzam olasılık göz önüne alındığında, bu özelliklerin açıklamasına ilişkin kayıtsızlığın uygun olduğu sonucu çıkmaz.

Antropik ilkenin savunucuları, yalnızca gözlemlenebilir evrenimizin temel özelliklerinin -bir bütün olarak- evrenle bir arada olması durumunda bir açıklama aramanın haklı olduğunu söyleyecektir. Bununla birlikte, antropik ilke, gözlemlenebilir evrenimizin, -bir bütün olarak- daha geniş bir evreni oluşturan çeşitli evrenler koleksiyonunun (bir dünya topluluğu) yalnızca bir üyesi olduğu hipoteziyle tipik olarak birleştirilir. Bu dünya topluluğunun varlığı göz önüne alındığında, fiziksel olarak mümkün olan bütün evrenlerin içinde var olduğu ve antropik ilkenin, yaşam için gerekli olan temel özelliklere sahip bir evrende olmamıza şaşırmanın neden uygun olmadığını ortaya koyduğu tartışılmaktadır.

Bir dünya topluluğu oluşturmak için bazıları oldukça fantastik olan çeşitli teoriler önerildi. Muhtemelen ciddiye alınmayı hak eden tek hipotez, gelecek-sonsuz enflasyon hipotezidir. Genel enflasyonist teorisine göre, tarihinin çok erken bir döneminde evrenimiz, çok yüksek bir enerji yoğunluğuna sahip sahte bir boşluk durumunda mevcuttu. Sahte boşluk genişledikçe, gerçek boşluk ceplerine bozunur ve sahte boşluk denizinde her biri rastgele seçilmiş bir dizi fiziksel sabitle karakterize edilen “ada evrenler” oluşturur. Ada evrenler, her ne kadar muazzam oranlarda genişleseler de, sahte boşluğun genişlemesine ayak uyduramazlar ve bu nedenle kendilerini zamanla gitgide daha çok ayrık bulurlar. Ada evrenleri arasındaki boşluklarda yeni gerçek boşluk cepleri oluşmaya devam edecek ve kendilerini izole dünyalar haline getirecektir. Sahte boşluk sonsuza kadar genişlemeye devam edecek ve olduğu gibi yeni ada evrenler üretecek. Gözlemlenebilir evrenimiz bu çoklu evrendeki yalnız bir adadır.

Bizler, herhangi bir adanın genişleyen sınırlarında meydana gelen sahte boşluğun gerçek boşluğa bozunmasını çoklu büyük patlamalar olarak düşünmeye davet ediliyoruz. Enflasyonlu çoklu evrenin küresel perspektifinden bakıldığında, bu büyük patlamalar art arda vuku bulmaktadır. Şimdi kritik manevra geliyor. Her bir ada evreninin içsel, kozmik zamanını düşündüğümüzde, gözlemlenebilir her bir bölgenin bir ilk büyük patlama olayına kadar izi sürülebilir. Çoklu büyük patlamaların uzay benzeri bir ayrımı olduğundan dolayı (bir ışık sinyaliyle bağlanamazlar), bu çeşitli büyük patlama olaylarının aynı anda meydana geldiğini düşünebiliriz. Sonuç olarak, ardışık büyük patlamaların sonsuz, zamansal dizisi, eşzamanlı büyük patlamaların sonsuz bir uzamsal dizisine dönüştürülür. Dolayısıyla, içsel bakış açısından, şu anda sonsuz bir evrenler dünyası topluluğu mevcuttur.

Yine kozmolojik hipotezlerin zamanın doğasına ilişkin felsefi tartışmalarla ne kadar kritik bir şekilde bağlantılı olduğunu görüyoruz. Çünkü eğer zamansal oluş gerçekliğin nesnel bir özelliğiyse, o halde gelecek yalnızca potansiyel olarak sonsuzdur ve gelecekteki büyük patlamalar hiçbir anlamda mevcut değildir. Eğer küresel bir oluş dalgası varsa, o halde aslında sonsuz evrenler koleksiyonu yoktur. Küresel olarak bakıldığında, bu büyük patlamalar gelecektedir ve yalnızca ada oluşum sürecinin sonsuza kadar sürmesi anlamında sonsuz sayıda olacaktır. Gerçekte, çoklu evrenin sonlu geçmişte sınırında başlangıcından bu yana, sahte boşlukta oluşmuş olabileceği kadar çok evren vardır.

Bu nedenle, bütün fiziksel sabitlerin yaşama izin verme aralığına rastgele düşmesinin anlaşılamaz olanaksızlığı göz önüne alındığında, yaşama izin veren bir ada evreninin bu kadar kısa sürede sahte boşluktan bozunmuş olması gerektiği de gayet son derece olasılık dışı olabilir. Bu durumda, hassas ayarın sızısı dindirilmemiştir.

Dahası, çoklu evren hipotezi, fiziksel eskatoloji tartışmamızda karşılaştığımız, genellikle ölçüm problemi olarak adlandırılan potansiyel olarak ölümcül bir itirazla karşı karşıyadır. Basitçe ifade etmek gerekirse, eğer evrenimiz rastgele değişen evrenlerin sonsuz bir koleksiyonunun sadece bir üyesiyse, o halde gerçekte gözlemlediğimizden çok daha farklı bir evreni gözlemliyor olmamız gerektiği çok kuvvetli bir biçimde daha olasıdır. Örneğin, eğer evrenimiz rastgele düzenlenmiş dünyaların çoklu evreninin sadece bir üyesi olsaydı, o halde çok daha küçük, düzenli bir evren gözlemlememiz gerektiği çok daha olasıdır. Roger Penrose, evrenimizin düşük entropi koşulunun yalnızca tesadüfen elde edilme olasılığının 1:1010(123)  mertebesinde olduğunu hesaplamıştır ki, bu akıl almaz bir sayıdır. Penrose’a göre, güneş sistemimizin parçacıkların rastgele çarpışmalarıyla anında oluşma olasılığı yaklaşık 1:1010(60)’dır ki, bu çok büyük bir sayıdır, ancak akıl almaz derecede 1:1010(123)’den küçüktür. Küçücük, gözlemlenebilir, düzenli evrenler, dünyalar topluluğu içinde bizimki gibi evrenlerden çok daha fazladır ve bundan dolayı eğer evren, dünyalar çoklu evreninin rastgele bir üyesi olsaydı, böyle bir dünyayı gözlemliyor olmamız gerekirdi. Buna karşılık, eğer çoklu evren yoksa gözlemlerimizin olduğu gibi olması gerektiği, doğanın gerçek yasalarına göre olasılık dışı değildir. Gerçekten de, bedenlerimizi oluşturan ağır elementleri sentezleyebilmek için evren olduğu kadar eski ve dolayısıyla yıldızlar için olduğu kadar büyük olmalıdır. Bundan dolayı, küçücük, düzenli bir evren gözlemlemememiz gerçeği, çoklu evren hipotezini güçlü bir şekilde reddetmektedir. Bu nedenle, en azından natüralizmde, çoklu evrenin olmaması son derece olasıdır.

Mesele şu ki, antropik ilke, derinlemesine metafiziksel bir gerçeklik görüşüyle birleştirilmedikçe güçsüzdür. Ayrıca, ölçüm sorunu, natüralist dünya topluluğu hipotezleri için çözülmemiş bir ikilem olarak kalır ve bu da teizmi tercih edilebilir bir alternatif haline getirebilir.

KAYNAKÇA

Dyson, L., Kleban, M., and Susskind, L. “Disturbing Implications of a Cosmological Constant,” http://arXiv.org/abs/hep-th/0208013v3, November 14, 2002.

Hawking, S., and Penrose, R. The Nature of Space and Time (Princeton, NJ: Princeton University Press, 1996).

ÖNERİLEN EK OKUMALAR

Adams, F., and Laughlin, G. “A Dying Universe: The Long-Term Fate and Evolution of Astrophysical Objects,” Reviews of Modern Physics 69 (1997): 337-72 .

Barrow, J., and Tipler, F. The Anthropic Cosmological Principle (Oxford: Clarendon Press, 1986).

Cirkovic, M. “Physical Eschatology,” American Journal of Physics 71 (2003): 122-33.

Collins, R. “The Teleological Argument,” içinde Companion to Natural Theology, ed. W. L. Craig and J. P. Moreland (Oxford: Blackwell, forthcoming).

Collins, R. The Well-Tempered Universe (forthcoming).

Copan, P., and Craig, W. L. Creation Out of Nothing (Grand Rapids, MI: Baker, 2004).

Craig, W. L., and Sinclair, J. “The Kalam Cosmological Argument,” içinde Companion to Natural Theology, ed. W. L. Craig and J. P. Moreland (Oxford: Blackwell, 2009).

Hetherington, N., ed. Encyclopedia of Cosmology (New York: Garland, 1992).

Leslie, J. Universes (London: Routledge, 1989).

Manson, N., ed. God and Design (London: Routledge, 2003).

Penrose, R. The Road to Reality (New York: Knopf, 2004).

Vilenkin, A. Many Worlds in One: The Search for Other Universes (New York: Hill and Wang, 2006).

KAYNAK: Craig, William Lane. “Theism and Physical Cosmology”, A Companion to Philosophy of Religion. Ed. Charles Taliaferro, Paul Draper ve Philip L. Quinn. West Sussex: Blackwell Publishing, 2010, 539-547.

NOT: Bu yazı eğitim ve bilginin yaygınlaşması amacıyla mehmetbulgen.com için Muhammet Berhak Demir tarafından çevrilmiştir.


* Prof. Dr. William Lane Craig, analitik din felsefesi ve analitik teolojiye dair birçok konuda önemli akademik yayınlar telif etmiştir. Bununla birlikte Craig, günümüzdeki en etkili ve meşhur filozoflar içerisinde bulunmaktadır.

** Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslam Bilimleri, Kelam Doktora Öğrencisi; mberhakdemir@gmail.com.