Termodinamiğin ikinci yasası bir bütün olarak tüm evren için geçerli kabul edilirse, evrenin bir başlangıcı olduğu sonucuna ulaşılır. Bu argüman, onun genel anlamda bir bozulmaya dayanan versiyonlarına daha erken dönemde rastlansa da entropik yaratılış argümanı adı altında 1860’ların sonlarında sunuldu. İlerleyen yıllarda bu ve imaları bilim insanları, filozoflar, din insanları ve toplumsal eleştirmenler tarafından çokça tartışıldı. Argümanın ihtilaflı doğasının temel nedeni, onun apolojetik*** olarak ilahi yaratılışın lehine bir argüman olarak kullanılabilir, hatta kullanılmış olmasıydı. Sonuç olarak, materyalist ya da pozitivist yönelimleri olan bazı yazarlar ikinci yasanın genel geçerliliğini reddetti. Yaklaşık olarak 1920’den itibaren entropik yaratılış argümanına yönelik tartışma gözden düştü, fakat kozmolojik ve dini modern yazınlarda argümana ilişkin izler hala bulunabilir.
Anahtar kelimeler: Apolojetik; kozmoloji; entropi; ısı ölümü; termodinamik; evren
1990’da bir konferansta sunulan bir makalede matematiksel fizikçi Peter Landsberg, termodinamiğe dayanan muhakeme ile evrenin bir başlangıcı olduğunu ya da (çok) daha geniş versiyonunda Tanrı’nın evreni yarattığını ispatlama girişimi olan entropik yaratılış argümanı olarak adlandırdığı argümana dikkat çekti.[1] Landsberg’in işaret ettiği gibi argüman geç 19. yy. kozmolojisinde önemli bir rol oynadı ve sadece bilimsel bir bağlamda tartışılmakla kalmayıp felsefe, teoloji ve politik ideoloji alanları açısından da ele alındı. Tarihi önemine rağmen entropi argümanı yakın zamana kadar bilim ve düşünce tarihçileri tarafından ihmal edildi. Landsberg’in bahsetmediği şey ise bu argümanın 17. yüzyıla, entropi kavramının fiziğe girmesinden en az 200 yıl öncesine, kadar uzanan ilgi çekici bir tarihi olduğuydu.
1. BOZULAN BİR EVREN?
17. Yüzyılın büyük bir kısmında, yerkürenin yüzeyi özelinde de gözlemlendiği gibi, genel olarak doğanın yavaş yavaş bozulduğuna/çöktüğüne inanılıyordu. Çoğu doğa filozofu Tanrı’nın yaratmasının orijinalinde mükemmel olduğunu ve sonrasında bugünkü dağ, vadi, nehir gibi düzensizliklerle şekillenmiş haline doğru bozulduğunu düşünüyordu. Bu düşünce Yeşaya 24:4 veya Mezmur 102:26 gibi kutsal referanslarla desteklenebilir, ama asıl önemli olan onun yaygın kabul görmüş olmasıdır. Thomas Burnet’in 1681’de yayınlanan meşhur yeryüzü teorisine göre ilkel dünya, bir çeşit cennet durumuna karşılık gelen mükemmel bir küre olarak yaratılmıştı ve ancak uzun bir bozulma süreci sonrası yeniden yüzeyi pürüzsüz bir küreye dönüşebilirdi.[2] Eğer ki dünya -ya da yeryüzü veya evren, aradaki fark gerçekten de o kadar önemli değil- sürekli olarak bozuluyorsa, belki de yaratılışın ardından bozulmanın başladığı bir zaman vardı. Dünya ezelden beri var olamazdı, yoksa şimdiye bozulmanın tamamlanmış olması lazımdı. Bilge yargıç Sir Matthew Hale, 1677’de yayınlanan bir kitabında durumu şöyle yorumlamıştı:[3]
“Dünya ezeli olsaydı, sonsuz yıllar boyunca devam eden sürekli dağılma ve suların aşındırması ile yerkürenin bütün çıkıntıları eşitlenirdi ve yeryüzü sathı dümdüz olurdu; orada ne bir dağ ne bir vadi, hiçbir eşitsizlik bulunamazdı. Böylece onun yüzeyi suyun yüzeyi gibi olurdu.”
Hale’inkine benzer pek çok ses vardı, fakat özellikle teolojik düşünmedeki teleolojik dönüşle uyuşmadığı için asrın sonunda aşınma ve bozulma fikri yavaş yavaş gözden düştü. Eğer Tanrı mümkün dünyaların en iyisini yarattıysa ve onu insanların faydası için yarattıysa, öyleyse o neden bozulsun ki? Değişen tutum, Newton’un yeni mekanik fiziğinin etkisi altında yazılmış Richard Bentley’in 1693 tarihli Ateizmin Çürütülmesi’nde (Confutation of Atheism) gözlemlenebilir. Bentley yeryüzünün engebeli yüzeyinin “İlahi bir Eser olmaktansa bir harabenin veya tesadüfen bu şekilde toparlanmış kaba ve düzensiz bir atom yığının görüntüsünü taşıdığı” argümanını, esasen sadece reddetmek için, ele aldı. O, düzensiz dağ ve vadilerin “İlahi Hikmet ve İyiliğin bir diğer delili … dünyanın şu anki çerçevesinin ezelden beri var olmadığı yeni ve yenilmez bir delil”[4] olduğu sonucuna ulaştı.
Sürekli bozulma kavramı 18. yüzyıl jeoloji düşüncesinde gözden düşmüş olsa da onun bir versiyonu (geç antik döneme dayandırılabilecek erken dönem versiyonu[5]) astronomide varlığını sürdürdü. Newton dünyanın yüzeyi ile pek ilgili değildi, ama gök cisimlerinin esirdeki sürtünmelerinin ve karşılıklı kütleçekimsel sapmalarının yavaş yavaş doğanın bozulmasına sebep olacağına inanmaya başladı. O aslında doğayı sürekli bir işçi olarak resmetti, fakat Principia’nın yayınlandığı dönemde kozmosu gücü giderek azalan bir makine gibi görme eğilimindeydi. O 1694’teki bir konuşmada David Gregory’ye “Güneş ve sabit yıldızların beraberce yerçekimine doğru hızla çekilmemeleri için sürekli bir mucizeye ihtiyaç duyulur.” dedi.[6] Newton 1706’da hareketin evrensel azalma eğiliminden açıkça şu şekilde bahsetti:[7]
“Değişkenlerin kararlılığı dolayısıyla hareket elde edilenden çok daha fazla kaybolma eğilimindedir ve her zaman bozulma üzerinedir … Dünyada bulunan hareket çeşitliliği her zaman azaldığı için onu aktif ilkelerle korumak ve güçlendirmek bir zorunluluktur … Bu ilkeler olmasaydı, Dünya’daki cisimler, gezegenler, kuyrukluyıldızlar, Güneş ve bunların içindeki her şey soğur, donar ve âtıl kütleler haline gelirdi; ayrıca bütün bozulma, üreme, bitki örtüsü ve yaşam son bulur, gezegen ve kuyrukluyıldızlar yörüngelerinde kalamazdı.”
Newton ateistlerin yaratılmış bir evrene karşı bozulmayan bir evreni kullanabileceklerini fark etti, bu da onun Tanrı’nın takdiri ve evrenin sürekli varlığının sorumluluğu üzerindeki vurgusunun nedenlerinden biri oldu. Benzer bir tutum, James Ferguson’un 1757’de yayınlanan kitabı da dahil olmak üzere, aydınlanma çağındaki bazı Newtoncu astronomi metinlerinde de orta çıktı. Ferguson evrenin yaratılmış olduğu bundan dolayı da sonlu olduğunu kesin olarak kanıtlamak istedi. Bunu da Newton’un yerçekimi sabit kalırsa gezegenlerin güneşle çarpışacağı üzerine eski bir argümanını geliştirerek yaptı. Daha genel bir ifade ile eğer evren kademeli olarak bozuluyorsa ezelden beri var olmuş olamaz. (Yoksa şu an halihazırda tamamlanmış bir bozulma/fesih halinde olurdu.) Onun argümanı aşağıdaki gibidir:[8]
“Çünkü (evren) ezelden beri var olsaydı ve Tanrı tarafından genellikle kanunlar olarak adlandırılan yukarıdaki (Newtoncu) kuvvetlerin veya güçlerin müşterek fiillerinin yönetimine bırakılmış olsaydı, çoktan bir sona ulaşmış olurdu … Şundan emin olabiliriz ki evren, onu oldukça bozulabilir bir şekilde yarattığı için insanı ölümlü yapmasından daha fazla kusurlu bulunamayacak Müellifinin kendisine biçtiği süre kadar devam edecektir.”
Burada, evrenin zamansal sonluluğu için, zamanla tekdüze bir şekilde değiştiği varsayılan evrensel bir yasaya dayanan genel bir argümana ulaşırız. Ferguson’un argümanı (ya da Hale ve Bentley’in önceki argümanları) mekanik yasaların bozulma eğilimine sahip olduğunu varsayıyordu. Bunun sağlam bir temele dayanmadığı kanıtlandı. Newton yasaları tarihe bağlı değil, zaman-simetriktir. Geçmişi şimdiden ayıran temel bir doğa yasası ancak termodinamiğin ikinci yasasıyla keşfedildi. Yine de Ferguson’un argümanının yapısı, esasen 19. yüzyılda termodinamik yasalar temelinde önerilen sonlu yaştaki bir evren argümanlarının yapısından farklı değildi.
2. TERMODİNAMİĞİN SONUÇLARI
1850/1’de Rudolf Clausius ve William Thomson tarafından birbirinden bağımsız bir şekilde formülleştirilen termodinamiğin ikinci yasası, en başından itibaren kozmolojik bir bağlamda ele alındı. Sonuçta o, tüm evren için geçerli olduğu kabul edilen genel bir doğa kanunuydu. 1854 gibi erken bir dönemde Hermann von Helmholtz, yasanın ileri bir gelecekte ölü bir evren öngördüğüne işaret etti. Tüm enerji sonunda eşitlenmiş ısı durumuna dönüşür ve ardından da “bütün tabii süreçlerin tam bir inkıtasının başlaması gerekir … Kısacası, evren o andan itibaren sonsuz bir istirahat durumuna mahkum edilir.”[9] “Isı ölümü” (Wärmetod) senaryosu, yeni doğa kanunundan korkutucu bir zorunluluğa ulaşıyor görünmektedir, en azından evrenin genişliği sonlu ise bu böyledir. Clausius ısı ölümünü ilk olarak 1864’te ele aldı, dört yıl sonra da, yani entropinin işlevi ile ilgili olarak ikinci yasayı yeniden ele aldıktan sonra, geleceğe yönelik tahminlerini şu şekilde formülleştirdi:[10]
“Evrendeki entropi maksimuma ulaşma eğilimindedir. Evren entropinin maksimum olduğu bu kısıtlayıcı duruma ne kadar yaklaşırsa, gelecekteki değişim durumları da o kadar azalacaktır. Tamamlanmış son duruma ulaşıldığı düşünüldüğünde, artık ebediyen değişim vuku bulmayacak ve evren değişmez bir ölüm durumunda kalacaktır.”
İkinci yasanın Thomson versiyonu entropiden ziyade enerji yitimi mefhumuna dayanır. Onun termodinamik hakkındaki görüşleri kozmolojik ve teolojik görüşleriyle yakinen ilişkilidir ve o sıklıkla enerji yitiminin ancak ilahi bir fiille başlangıç düzenine döndürülebileceğine vurgu yapar. 1862’deki meşhur bir makalede, o ve Peter Guthrie Tait ikinci yasanın ısı ölümüne yönlendirmesinin Mezmur 102:26 gibi Kitâb-ı Mukaddes’ten alıntılarla tutarlı olmasını ele aldılar. Başlangıçta evrendeki bütün enerji, potansiyel enerji durumundaydı. Zamanın seyrinde o kısmen ısıya dönüşmeye başladı ve nihayetinde tüm enerji “yeni bir yaratıcı fiil olmadan başka bir değişikliğe çevrilemeyen ısı haline gelecek … sonuç … kaos ve karanlık olacaktır.”[11]
İkinci yasa ve onun doğal sonucu olan ısı ölümü, bilimsel argümanların ikinci planda kaldığı veya kendilerine karıştığı dini, toplumsal ve ideolojik inançlarda geniş tartışmalara yol açtı. Bazı istisnalar dışında muhafazakar ve dindar yazarlar ısı ölümünü kabul etme eğilimi gösterirken materyalist, ateist ve “bilimsel doğacılar” (scientific naturalists) onu reddederek evrenin kendi kendini yenilediğini iddia etti. Isı ölümü 19. yüzyılın sonlarındaki Kulturkampf’ın (kültür çatışması) ayrılmaz bir parçasıydı.[12]
Isı ölümü hakkındaki tartışmalar herkesçe bilinir ve bilim tarihinde ele alınırken, kozmik zaman ölçeğinin diğer ucu üzerine yürütülen evrenin başlangıcına yönelik tartışmalar için durum böyle değildir. Argüman tamamen ikna edici olmasa da basittir, evrenin entropisi tekdüze bir yükselişteyse geçmişte kozmik başlangıca ya da yaratılışa karşılık gelen entropinin minimumda olduğu bir durum olmalıdır. Kozmos ya da ondaki süreç bir şekilde varlığa gelmiş olmalıdır. Genellikle entropik (ya da entropiye dayalı) yaratılış argümanı olarak bilinen bu düşünce, 1860’ların sonlarına kadar geri götürülebilir ve sonraki otuz-kırk yıl boyunca şiddetle tartışılmıştır.[13]
1898’de Maxwell tersinemez süreçlerle ilgili tecrübemizin, ikinci yasada kodlandığı gibi, “sonsuza kadar dairesel bir ilerlemedense başlangıç ve sonu olan bir doktrine yönlendirdiği”ni yazdı. Bu onun, Tanrı’nın evreni yarattığına yönelik Protestan inancını da destekleyen bir görüştü.[14] Maxwell, Saturday review’da Sorbonne’da felsefe profesörü olan Elme Marie Caro’nun kaleme aldığı anti-pozitivist bir çalışma olan Le matérialisme et la science’ın da bir incelemesini içeren anonim bir makale yazmaya teşvik edilmişti. Saturday review’da ele alındığı şekliyle, Caro’ya göre termodinamiğin bir sonucu olarak geriye dönük bir okumada … evreni yöneten yasaların akıllı bir Neden tarafından düzenlenmiş olması … son derece mümkündür.”[15]
Caro’nun kitabının amacı, materyalist bilimin ister maddenin ister enerjinin isterse de doğadaki düzenin olsun, başlangıç noktaları hakkında hiçbir şey söyleyemeyeceğini ortaya koymaktı. Yeni deneysel fizik, kimya ve fizyoloji okulları pozitivizm veya materyalizmi destekleyecek bir şey sunmadı, aksine böylesi dogmaları yalanladı. Caro termodinamiğin sonuçları ile ilgili tartışmasını, Rennes Üniversitesi matematik profesörü ve termodinamik hakkındaki teorilerde tanınmış bir uzman olan Athanase Dupré’ye dayandırdı. Dupré, Clausius’a göndermede bulunarak entropi yasasını, sadece ısı ölümünün gerçekleşeceği üzerinden değil; aynı zamanda evrenin benzersiz bir başlangıcı olması üzerinden de ele aldı. Caro şu sonuca ulaştı: “En yeni (bilimsel) çalışmalar, hareketin şimdiki haliyle sürüp gideceği ve sözde döngüsel bir yaşamın zorunluluğunu kayıtsızca öne süren sonsuzluk fikri ile tamamen çelişir.”[16]
Tait de Caro ile aynı fikirdeydi. 1871’de British Association’nın matematik ve fizik bölümlerinin başkanı olarak yaptığı bir konuşmada “şeylerin mevcut düzeninin, şu anda işlemekte olan yasalar vasıtasıyla sonsuz bir geçmiş zaman içinde evrilmediğini; aksine bizim tam anlamda kavrayamayacağımız ve şu an işlemekte olan nedenlerden farklı nedenler tarafından oluşturulmuş bir duruma karşılık gelen belli bir başlangıca sahip olması gerektiğini”[17] ifade etti. Tait doğrudan söylemese de ilahi müdahaleye atıfta bulunuyordu. Enerji hakkında kısmen popüler bir kitapta evreni bir kez yandı mı eninde sonunda yanmayı bırakacak bir lambaya benzeten bir diğer Hristiyan fizikçi Balfour Stewart gibi. O şöyle yazdı: “Evren, başlangıcı olan ve mutlaka bir sona ulaşacak bir sistemdir, çünkü bozulma ezelî olamaz.”[18]
3. APOLOJETİK BİR ARGÜMAN
Entropik yaratılış argümanı, kişi ikinci yasanın evrenin tamamı için geçerli olduğunu kabul ettiği takdirde evrenin sonlu oluşuna yönlendirir. Fakat buradan evrenin doğaüstü bir varlık olarak Tanrı tarafından yaratıldığı sonucuna ulaşılmaz. Bu argümanı ele alan çoğu bilim insanı, tartışmayı bir yaratıcıyı takdim noktasına vardırmaz. Yine de bazı teologlar ve Hristiyan bilim insanlarına göre entropi yasası Tanrı’nın varlığı için bilimsel bir delil niteliğindedir. Bu sonuç, açık bir şekilde çıkarsanmış olsun veya olmasın, entropi argümanını dönemin kültürel çatışmasının tartışmalı bir parçası haline getirdi. Friedrich Engels tartışmanın aslında ne ile ilgili olduğunu ve entropi artışı yasasının ideolojik olarak neden sakıncalı olduğunu iyi biliyordu: “Eğer alem vaktiyle hiçbir değişimin yer almadığı bir durumda bulunduysa, bu durumdan değişim haline nasıl geçiş yaptı? … Öyleyse hareketi başlatan, evrenin dışından bir ilk itki (initial impulse) gelmiş olmalıydı. Fakat herkes biliyor ki, bu “ilk itki” sadece Tanrı’nın bir başka şekilde ifade edilmesidir.”[19]
Maxwell, Thomson, Tait ve Caro ikinci yasadan doğrudan teolojik sonuçlar çıkarmaktan sakınsalar da Joseph John Murphy ve Stanley Gibson, onun Hristiyan akidenin savunmasında bir müttefik sayılabileceğini iddia ettiler.[20] Ayrıca Almanya ve Avusturya’da onlarca yazar, genellikle Katolikler, Clausius’un yasasının Tanrı’nın varlığına delil olarak kullanılabileceğini savundu. Entropiyi bu şekilde apolojetik açıdan kullanan Katolik bilim insanlarından biri de büyük ölçüde bu konu üzerinde yayınlar çıkarmış, Trier’de lisede (Gymnasium) fizik öğretmenliği yapan Caspar Isenkrahe’ydi.[21]
Bir okul müdürü olan Gibson tasarım argümanını kabul etmedi ve Tanrı’nın varlığının kozmolojik delilini de yetersiz buldu. Temel fiziğe dayanan ilginç bir alternatif olarak entropi argümanını şu şekilde savundu: “Evren şu anki yasa kodları altında ezelden beri var olamaz, yoksa az önce bahsedilen felaket (ısı ölümü) çoktan gerçekleşirdi … Bu yüzden biz, bu yasaların başlangıcı olan bir dönemi kabul etmeliyiz.” Gibson bu tür bir başlangıcı kabul etmenin yaratılışla aynı olmadığını itiraf etse de “doğanın şimdiki düzeninin böylesi bir başlangıcı olması ilahi bir iradeden kaynaklanmayı akla getirir.” O dikkatli bir hareketle argümanın Tanrı’nın varlığının geçerli bir delili olduğunu iddia etmedi. Onun da işaret ettiği gibi, kişi, “bizce bilindiği haliyle” doğa yasaları “tarihin çok uzak dönemlerinde ne olup bittiğini açıklayamayacağı ve bu yüzden o döneme ait olaylar hep beraber kuraldışı kabul edilmeleri gerektiği için” böyle bir sonuca ulaşamaz.[22] O ayrıca eğer enerji yitimi yasası sonsuz büyüklükte maddi bir evren için geçerli olsaydı da evrenin iyi durumda olup olmayacağının belirsiz olduğuna dikkat çeker.
Alman dilinin konuşulduğu Avrupa bölgelerinde entropi argümanı, ilk olarak birbirinden bağımsız olarak fizyolojist ve fizikçi Adolph Fick ve filozof Franz von Brentano tarafından Würzburg’da ele alındı. Fizik ve fizyoloji arasındaki sınır üzerine önemli bir çalışma yürüten Fick, 1869’da uzak gelecek ve uzak geçmiş açısından ikinci yasanın sonuçlarını tartıştığı bir kitap yayınladı. O ısı ölümünün sonlu bir zaman diliminde meydana geleceğini ve bu yüzden de eğer alem ezelden beri var olsaydı nihai/final duruma çoktan ulaşılmış olacağını” açıkladı. Fick, ikinci yasanın kesin geçerlilik sahibi olduğundan şüphe etse de eğer durum buysa “evrenin ezelden beri var olamayacağı, ayrıca … doğal nedenler silsilesinin bir parçası olarak anlaşılamayacak yaratıcı bir fiile karşılık gelen bir olayla varlık sahnesine çıkmış olması gerektiği” sonucuna ulaştı.[23] O “yaratıcı fiil”i açmadı ve ilahi bir yaratıcıya doğrudan atıfta bulunmaktan kaçındı. Brentano ise entropiyi Tanrı’nın varlığının delili olarak kullandı. O öncelikle 1868/9 güz döneminde Würzburg’daki bir dersinde termodinamik yasalarının teolojik sonuçlarını ele aldı. Ardından bu konuyu Würzburg ve Viyana üniversitelerindeki derslerinde inceledi. Ayrıca arkadaşı Ludwig Boltzmann ile de bunu görüştü.[24]
Brentano termodinamiğin apolojetik kullanımı ile ilgili görüşlerini yayınlamadığı için, söz konusu görüşleri çok daha geç bir tarihte, 1929’da Vom Dasein Gottes (Tanrının Varlığı Üzerine) yayınlandığında, daha geniş kitleler tarafından bilinir hale geldi. Brentano burada, evrenin sonlu ya da sonsuz oluşu fark etmeksizin entropi yasasının evrenin başlangıcını da en az ısı ölümü kadar zorunlu kıldığını savundu. Evrendeki madde ve enerji sonlu bir zaman önce “evreni aşkın” bir varlık tarafından yaratılmıştı, “varlığını kanıtladığımız bu yaratıcı ilke evrene ait, ya da onun üzerinde etkisi olmuş ya da olabilecek her şeyin yaratıcısıdır.”[25] Yaratıcı ilke, bir ilk neden olmalıydı ve teoloji eğitimi görmüş Brentano’nun bunu her şeye kâdir ve sonsuz bir varlık olan Tanrı’yla özdeşleştirmekle hiçbir problemi yoktu.
4. ENTROPİ VE İDEOLOJİ
Isı ölümünün zamansal mukabili olan evrenin başlangıcına yönelik entropi argümanı, ısı ölümü kadar çok politik, felsefi ve dini bakış açılarından tartışmalara yol açtı. Argümanın teistik imalarından dolayı ona karşı olanlar onu yürürlükten kaldırmaya çalıştı. Onlar bunu, entropi artışı yasasının kesin geçerliliğini sorgulayarak ve laboratuvar deneylerinin meşru bir şekilde evrene bütünüyle bir dış değer bulamayacağını tartışarak yapabildi. Termodinamik yasaları kapalı sistemler için geçerlidir. Evren termodinamik açıdan kapalı bir sistem mi? Neredeyse bütün materyalistler ve monistler arasında evrenin mekânsal ve maddesel olarak sonsuz olması bir inanç meselesiydi ve onlara göre entropi yasasını ona uygulamak gayrimeşru görünüyordu. Bu tarz argümanlar, 1870’de William Kingdon Clifford’dan 1910’da Svante Arehenius’a kadar pozitivist yönelimleri olan çoğu bilim insanı ve yazarda yaygındı.[26]
Ernst Mach’a göre hiçbir deneysel anlamı olmayan termodinamik yasalarını evrene uygulamak açıkça bilimdışı ve kesinlikle anlamsızdı. Clausius’un evren hakkındaki teoremlerinin “en berbat felsefi teoremlerden beter” olduğunu haykırdı.[27] O, Alman-Amerikan, pozitivist bilim felsefecisi John B. Stallo ve kozmolojik formülleştirmelerin metafiziksel birer sapmadan başka bir şey olmadığını düşünen pozitivist fizikçi ve enerji uzmanı Georg Helm’de yankı buldu.[28] Aynı geleneğe bağlı amatör Alman doğa filozofu Johannes Gustav Vogt, 1878’de sağlam (ve kurgusal) bir şekilde sadece atomlar ve esirden oluşan mekanik bir sürece dayanan kendi dünya sistemini yayınladı. O Clausius’un yasasına atıfta bulunarak şunu sordu: “Dünya zamansal açıdan sonsuz olduğuna göre neden bu sınırlandırıcı duruma (maksimum entropiye) uzun zaman önce ulaşmadı?”[29] Vogt’un entropi yasasını evrenin sonsuzluğunu sorgulamak için kullanmaması dikkat çekicidir. Çünkü bu bir dogmaydı, tartışmaların ötesinde bir öncüldü ve sonuç olarak o da bu dilemmayı Clausius’un yasasındaki bir problem olarak yorumladı.
Zoolog ve evrimci Ernst Haeckel de Vogt gibi bir materyalizm ve monizm savunucusuydu. 1899’da yayınlanan önemli ve çok tartışılan Die Welträthsel’inde (Dünya Bilmecesi), kozmosun entropi miktarına olan bağlılığı da dahil olmak üzere kozmosun gelişmesi ile ilgili çok çeşitli senaryolar ele aldı. Haeckel’in kitabının adı, Emil du Bois-Reymond’un 1880’de yaptığı ve Alman fizyolojistin hareketin menşeinin evrensel bir muamma olması sorununu da ele aldığı meşhur konuşmasıyla ilgiliydi.[30] Haeckel enerji korunumu yasasını göklere çıkarırken, entropi yasasını da alaşağı etmeye görevlendirilmiş hissetti. O “birinci yasa ne kadar doğru ise ikinci yasanın da o kadar yanlış” olduğunu iddia etti. O, Clausius’un yasasının haddi aşan sonuçlarını tartıştı: “Entropi teorisi doğu olsaydı, sözümona ‘dünyanın sonu’, entropinin minimum olduğu, yani çeşitli dünya-parçacıklarının arasındaki sıcaklık farkının mümkün olan en yüksek seviyede olduğu, hakiki bir ‘başlangıç’a karşılık gelmesi gerekirdi. Bizim sonsuz kozmo-genetik süreçleri monistik ve mantıki kavrayışımıza göre her iki düşünce de eşit oranda savunulamazdır.”[31] Haeckel, evrenin, yıkıcı (entropik) süreçlerin sonu gelmez bir şekilde yapıcı (entropi karşıtı) süreçlere dönüştüğü, asla bitmeyen döngüsel bir evrim durumunda olduğunu savundu- ya da iddia etti.
5. ENTROPİ ARGÜMANININ SONU
Entropik yaratılış argümanına olan ilgi 20. yüzyılın başlarında muhtemelen bilimsel olmaktan ziyade metafiziksel kabul edildiği için zayıfladı. Evrenin büyüklüğünü ve yapısını ya da termodinamiğe dayanan muhakemenin evrene bütünüyle uygulanıp uygulanamayacağını kimse bilmiyordu. Bilim insanları arasındaki tartışmalara artık konu olmasa da ancak entropi argümanı unutulmadı. 1912-1915’te on büyük ciltte yayınlanan Handwörterbuch der Naturwissenschaften (Doğa Bilimleri El Sözlüğü) gökbilimci Otto Knopf’un termodinamiğin kozmolojik imalarını ele aldığı bir makaleyi içeriyordu. O, birinci yasa ışığında evrenin başlangıcının bilimsel kozmolojinin bir parçası olamayacağı sonucuna ulaştı. İkinci yasa, ısı ölümü ya da evrenin başlangıcı gibi “açıkça bizim geçerli olmamasını tercih edeceğimiz sonuçlara yönlendirir.” Diğer birkaç yazar gibi Knopf da sonuçların kaçınılmaz olduğunu reddetti. “Bilimin mevcut durumuna göre kişi, yaratıcı ve yıkıcı ferdi süreçlerdeki dönemsel değişimi ama bütünün (evrenin) değişmezliği görüşünü kabul etmelidir.”[32]
Knopf’un sonlu yaştaki bir evreni kabul etmedeki gönülsüzlüğü, İngiliz jeolog ve jeofizikçi Arthur Holmes gibi diğer pek çok bilim insanı tarafından paylaşıldı. Holmes jeokronoloji üzerine klasik çalışması The Age of The Earth’de (Dünya’nın Yaşı) evrenin yaşı üzerine şu şekilde düşündü:[33]
“Eğer evrenin ilerlemesi, her yerde termodinamik yasalarının ima ettiği gibi ısı eşitlenmesi şeklinde oluyorsa, bunca zaman içinde bu acıklı durumun neden bizi çoktan ele geçirmediği sorusu yükselir. Ya kesin bir başlangıca inanıyor olmalıyız … ya da ele aldığımız fenomenin yalnızca bizim sınırlı deneyimimizi yansıttığını kabul etmeliyiz.”
Holmes ilk cevabı reddederek, Arrhenius ve diğerleri ile beraber, ikinci yasanın bildirdiği entropi artışının aksine evrende yenilenme sürecinin hakim olduğunu düşündü.
Holmes’un yeryüzünün yaşını tespit etmede ilk metodu, minerallerdeki radyoaktif elementlerin tersinemez bozulmalarıydı. Bazı bilim insanlarının aklına belki de radyoaktivitenin kozmik bir saat olarak kullanılıp entropi ile aynı rolü oynayabileceği fikri geldi. Böylesi bir öneriyi sunan ilk kişi, atomun yapısındaki hareketin kuantumunu takdim etmesi ile tanınan Avusturyalı fizikçi Arthur Erich Haas olabilir. Hass 1911’deki “Evren zaman ve mekanda sonsuz mudur?” dersinde, geçerliliğinin “zevk meselesi” olduğunu söylediği entropik yaratılış argümanını ele aldı. Ardından radyoaktivitenin daha iyi bir iş çıkarabileceğini söyledi. Yeryüzünün kabuğunda hala uranyum ve toryum gibi uzun yarılanma süresi olan radyoaktif elementler var. Bu elementlerin tüm evrende var olduğunu ve daha yüksek atom ağırlığına sahip başka farazi radyoaktif elementlerin soyundan olmadıklarını var sayalım. Eğer evren ezelden beri var olsaydı bu nasıl olabilirdi? “(Radyoaktif) maddelerin parçacıklarına sonsuz bir geçmiş isnat edersek, bu maddenin sonsuz zaman önce sonsuz derecede büyük atom ağırlığına sahip elementler şeklinde var olduklarını kabul etmek zorunda kalırız.” Haas şu sonuca ulaştı: “Muhtemelen sadece radyum ve uranyumu değil bütün maddeyi yöneten atomik bozulma fenomeni, evrenin ezeliliği varsayımına karşı önemli ve yeni bir itiraz oluşturur.”[34]
Haas’in argümanı hem geniş kitlelerce tanınmadı hem de ciddiye alınmadı. Einstein’ın genel görelilik kuramına dayanan ilk kozmolojik modeller sabitti, yani sonsuz bir evren kabul ediyordu. Isı ölümünden kaçındığı için pozitivist filozof ve fizikçi Moritz Schlick’in bir avantaj olarak kabul ettiği üzere Einstein’ın 1917’deki ilk evren modeli mekânsal olarak kapalıydı. Bunu şöyle gerekçelendirdi: “Uzay sonsuz olmadığına göre hiçbir enerji ve hiçbir madde ondan sonsuzluğa aktarılamayacağı için o, yok olma tehlikesinden kurtulmuştur.”[35] Schlick aynı argümanın, Einstein’ın evreninin bir başlangıcının da olmadığını ima ettiğine değinmeyi gereksiz buldu. Arthur Eddington Kasım 1922’de Londra Jeoloji Topluluğu’na verdiği bir derste astronomi ve jeoloji arasındaki bazı sınır problemlerini ele aldı. Yeryüzünde radyoaktif minerallerin varlığına atıfla şöyle söyledi: “Radyoaktivitede bir süre sonra tasfiye edilmiş olması gereken bir mekanizmanın gücünün tükenişini görürüz. Hiçbir detaya girmeden bu tasfiye sürecinin, şimdi sadece güçten düşme olarak gözlemlediğimiz koşullardan tamamen farklı fiziksel koşullar altında gerçekleşmiş olması gerektiği açıkça görülecektir.” Ancak Eddington bu tamamen farklı fiziksel koşulları, evrenin ibtidai durumu olarak değil, “yıldızların içindeki yoğun ısıyla meydana gelen maddenin genel tertibi” olarak tanımlar.[36]
Belçikalı fizikçi George Lemaître 1931’de büyük patlamanın ilk kozmolojik modelini öne sürdüğünde, Eddington’un entropi argümanını ele aldığı bir makaleden etkilenmişti. Geriye dönüp bakıldığında, Eddington “evrendeki madde ve enerjinin mümkün düzenlemelerin maksimumuna ulaştığı bir zamana ulaşmalıyız.”[37] demişti. Eddington evren için böylesi bir başlangıcı “rahatsız edici” bulurken, Lemaître onu araştırılmaya değer ilginç bir imkan olarak gördü. 1931’deki kısa makalesinde entropiye doğrudan atıfta bulunmadı, ama “kuantum teorisi açısından termodinamik ilkelerden” yola çıkarak kuanta sayısının gitgide artması gerektiğini öne sürdü. Bu nedenle, “eğer zamanın akışında geriye gidersek evrendeki bütün enerji birkaç ya da hatta tek bir kuantumda toplanana kadar gitgide daha az kuantaya ulaşacağız.”[38] Amerikan kimyacı, fizikçi ve kozmolog Richard Tolman klasik entropi paradoksunu ve onun bazı eski çözümlerini ele aldı. Bunlardan biri “evrenin geçekten de geçmişte sonlu bir zamanda nitelikli mevcut enerji ile yaratıldığı ve bu yüzden de entropinin henüz maksimum değerine ulaşmadığı”ydı.[39] Lemaître de tam olarak bunu öne sürüyordu, fakat (muhtemelen Lemaître’in hipotezini henüz bilmeyen) Tolman bu fikri ciddiye almayı reddetti. Onun hiçbir bilimsel ehliyeti olmayan geçici bir hipotez olduğunu iddia etti.
Entropik yaratılış argümanı 1870’ten 1920’ye kadarki kozmoloji düşüncesinin gelişiminde tam olarak fark edilmese de önemli bir rol oynadı. Sadece bilim tarihçilerinin ilgi alanına mı yönelik, yoksa modern kozmoloji için de hala geçerli bir argüman mı? Bizim sonlu bir yaşa sahip evren inancımız entropi yasasına dayanmasa da evrenin genişlemesi ve kozmik mikrodalga arka planında argüman hala popüler kaynaklarda bulunabilir. Fizikçi Paul Davies’e göre “evren eninde sonunda kendi entropisinde debelenerek ölecektir.” Dahası “evren sonsuza dek var olamaz, yoksa eşitlenmiş nihai durumuna sonsuz bir zaman önce ulaşmış olurdu. Sonuç: evren her zaman var değildi.”[40]
DİPNOTLAR VE KAYNAKÇA
* Bilim Tarihi Bölümü, Aarhus Üniversitesi, Danimarka. Makalenin İngilizcesi için: “Cosmology and the Entropic Creation Argument”, Historical Studies in the Physical and Biological Sciences, vol. 37, no. 2 (Mart 2007), s. 369-382.
** Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslam Bilimleri, Kelam Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi; sumeyyekapusuz@gmail.com.
*** Apolojetik, başlangıçta Hristiyanlık inancına yönelik savunmacı bir teoloji yöntemi olarak ortaya çıkan sistematik argümanlar yoluyla dini doktrinleri savunan disiplindir. [Ç.N.]
[1] Peter T. Landsberg, “From entropy to God?,” içinde Katalin Martinás, László Ropolyi ve Peter Szegedi, ed., Thermodynamics: History and philosophy (Singapur, 1991), 397–403. Tarihsel bir bağlamda entropi argümanına daha geniş bir bakış için bkz. Helge Kragh, Matter and spirit in the universe: Scientific and religious preludes to modern cosmology (Londra, 2004), 50–69. Elinizdeki makale benim 2004’teki çalışmamı tamamlamaktadır.
[2] Thomas Burnet, Telluris theoria sacra (Londra, 1681). İngilizce çev., The sacred theory of the earth (Londra, 1684; tekrar basım, Londra, 1965). 17. yüzyıldaki bozulan yeryüzü kavramı için bkz. Gordon L. Davies, “The concept of denudation in 17th-century England,” Journal of the history of ideas, 27 (1966), 278–284, ve Colin A. Russell, The earth, humanity and God (Londra, 1994), 21–27.
[4] Richard Bentley, Confutation of atheism (Londra, 1693), tekrar basım, içinde I. Bernard Cohen, ed., Isaac Newton’s papers & letters on natural philosophy (Cambridge, MA, 1978), 384, 392–393.
[5] 6. yüzyıl Yunan doğa filozofu John Philoponus olmayana ergi yöntemi ile alemin ezeli olamayacağını ele aldı. Mesela, evren sonsuz olsaydı, şimdiye nüfusunun da sonsuz olması gerekirdi. Bkz. Samuel Sambursky’nin Dictionary of scientific biography’de Philoponus hakkındaki girdisi ve yine Sambursky, The physical world of late antiquity (Princeton, 1962), 157.
[6] Herbert Westren Turnbull, ed., The correspondence of Isaac Newton (7 cilt, Cambridge, 1965), 3, 336. Newton’un mucize kavramı için bkz. Peter Harrison, “Newtonian science, miracles, and the laws of nature,” Journal of the history of ideas, 56 (1995), 531–553.
[7] Isaac Newton, Opticks (New York, 1952), 399–402; David Kubrin, “Newton and the cyclical cosmos: Providence and the mechanical philosophy,” Journal of the history of ideas, 28 (1967), 325–346, tekrar basım, içinde Colin A. Russell, ed., Science and religious belief: A selection of recent historical studies (Guildford, 1979), 147–169.
[8] John Ferguson, Astronomy explained upon Sir Isaac Newton’s principles, 6. baskı, (Londra, 1778), 84.
[9] “On the interaction of the natural forces” dersi 7 Feb 1854’te Königsberg’te verilmştir. Hermann von Helmholtz, Science and culture. Popular and philosophical essays, ed. David Cahan (Chicago, 1995), 30.
[10] Rudolf Clausius, “On the second fundamental theorem of the mechanical theory of heat,” Philosophical magazine, 35 (1868), 405–419, s. 405.
[11] Crosbie Smith ve M. Norton Wise, Energy and empire: A biographical study of Lord Kelvin (Cambridge, 1989), 535; Crosbie Smith, The science of energy: A cultural history of energy physics in Victorian Britain (Londra, 1998).
[12] Termodinamiğin sosyal ve dini yönleri için bkz. Erwin Hiebert, “The uses and abuses of thermodynamics in religion,” Dædalus, 95 (1966), 1046–1080; R.J. Seeger, “On humanistic aspects of entropy,” Physis, 9 (1967), 215–234, ve Greg Myers, “19th-century popularizations of thermodynamics and the rhetoric of social prophecy,” Victorian studies, 29 (1986), 35–66. Ayrıca bkz. Bruce Clarke, Energy forms: Allegory and science in the era of classical thermodynamics (Ann Arbor, 2001). Hristiyanlar ve materyalistlerin karşılaştırması için bkz. Frank M. Turner, Between science and religion. The reaction to scientific naturalism in late Victorian England (New Haven, 1974), ve Frederick Gregory, Scientific materialism in 19th century Germany (Dordrecht, 1977).
[13] Bu isim (argumentum entroologicum) Cizvit bir alim olan Johannes Hotheim tarafından 1893’teki Latince doktora tezinde ilk kez kullanılmıştır. Entropi argümanına modern yaklaşımlar için bkz. Landsberg (1. dipnot) ve Kragh (1. dipnot).
[14] Maxwell’den Mark Pattison’a, Lincoln Koleji Rektörü, Oxford, içinde Peter M. Harman, ed., The scientific letters and papers of James Clerk Maxwell (3 cilt, Cambridge, 1990–2002), 2, 359–361.
[15] “Science and positivism,” Saturday review, 25 (4 Nisan 1868), 455–456.
[16] Elme Marie Caro, Le matérialism et la science (Paris, 1868), 293. Caro, Dupré’nin termodinamik üzerine bir dizi makalesine dayandı ve onları alıntıladı, bunlardan sonuncusu Athanase Dupré, “Septième mémoire sur la théorie mécanique de la chaleur,” Annales de chimie et de physique, 14 (1868), 64–143. Bir sonraki sene Dupré çalışmalarını geliştirilmiş bir kitapta topladı, Théorie mécanique de la chaleur (Paris, 1869).
[17] Peter G. Tait, İngiliz Bilimin Terakkisi Birliği, Rapor, 1871, 1–8, s. 6. William Thomson 1854’te yine bir İngiiz Birliği toplantısında temelde aynı mesajı dile getirdi, Thomson, “On mechanical antecedents of motion, heat, and light” (a.g.e., 1854), 59–63. Ayrıca 1871’de, James Clerk şu sonuca ulaştı: “Enerji yitimi üzerine bir tefekkür, eşyanın gözlemlenen düzeninin eskiliğinin üst limitinin saptanmasına yöneltecektir.” Maxwell, Theory of heat (Londra, 1871), 245.
[18] Balfour Stewart, The conservation of energy (Londra, 1873), 153. Benzer bir çalışma için bkz. Samuel Tolver Preston “A question regarding one of the physical premises upon which the finality of universal change is based,” Philosophical magazine, 10 (1880), 338–341.
[19] Friedrich Engels, Anti-Dühring. Herr Eugen Dühring’s revolution in science (Londra, 1975), 68. Almanca aslı 1878’de ortaya çıktı; Kragh (1. dipnot), 58.
[20] Joseph John Murphy, The scientific bases of faith (Londra, 1873); Stanley Gibson, Religion and science: Their relations to each other at the present day (Londra, 1875). Ayrıca Seeger (12. dipnot).
[21] Entropik yaratılış argümanı hakkındaki metinler için, özellikle Almanya’dakileri için bkz. Josef Schnippenkötter, Das Entropiegesetz. Seine physikalische Entwicklung und seine philosophische und apologetische Bedeutung (Essen, 1920). Schnippenkötter, konu ile ilgili 320 kitap, makale ve kitapçıktan oluşan bibliyografya sahibi Alman filozof ve fizik öğretmenidir.
[23] Adolph Fick, Die Naturkräfte in ihrer Wechselbeziehung (Würzburg, 1869), 70. Clausius’a ithaf edilen bu kitap 1869’da Würzburg Üniversitesi’nde verilen bir dizi derse dayanır.
[24] Brentano 1874’te Viyana’da felsefe profesörlüğüne atanmıştı ve 1894’te emekli olup İtalya’ya gidene kadar burada çalıştı. Felsefe kürsüsünde onun halefi Ernst Mach oldu. Boltzmann ve Brentano’nun arasındaki ilişki ve mektuplaşmalar için bkz. John Blackmore, ed., Ludwig Boltzmann. His later life and philosophy, 1900–1906
(Dordrecht, 1995).
[25] Franz Brentano, On the existence of God (Dordrecht, 1987), 305.
[27] Ernst Mach, Die Geschichte und die Wurzel des Satzes von der Erhaltung der Arbeit, 2. baskı, (Leipzig, 1909), 37. Entropi artışı yasasının tüm evrene uygulanabilirliği ihtilafta kaldı. Bir Fransız astrofizikçi olan Evry Schatzmann, 1966’da şunları dile getirdi: “Termodinamiğin ikinci yasasını tüm evrene uygulamak isteyen tüm girişimler asılsızdır.” Schatzmann, The origin and evolution of the universe (Londra, 1966), 271.
[28] John B. Stallo, The concepts and theories of modern physics (Londra, 1882); Georg Helm, The historical development of energetics, çev. Robert Deltete (Dordrecht, 2000), 176. Almanca aslı, 1898.
[29] Johannes Gustav Vogt Vogt, Die Kraft. Eine real-monistische Weltanschauung (Leipzig, 1878), 90. Sonrasında Vogt kendi üniter dünya sistemini Das Wesen der Elektricität und des Magnetismus auf Grund eines einheitlichen Substantz-Begriffes’de geliştirdi (Leipzig, 1891). J.G. Vogt Alman materyalist ve natüralist Karl Vogt ile karıştırılammalıdır.
[30] Emil Du Bois-Reymond, Reden, ed. Estelle du Bois-Reymond (2 cilt, Leipzig, 1912), bkz. 1. cilt, 65–98. “Die sieben Welträthsel” dersi 8 Temmuz 1880’de verildi. Du Bois-Reymond evrenin herhangi bir şekilde yaratılmış olmasını reddetti, fakat aynı zamanda da maddenin sürekli hareket halinde olmuş olmasını kabul edilemez buldu. Entropi argümanına atıfta bulunmadı.
[31] Ernst Haeckel, Die Welträthsel. Gemeinverständliche Studien über monistische Philosophie (Bonn, 1899), 100. Haeckel, Vogt’un çekici ve zekice bulduğu piknotik madde teorisine onaylayarak atıfta bulundu.
[32] Otto Knopf, “Kosmogonie,” içinde E. Korschelt vd. ed., Handwörterbuch der
[33] Arthur Holmes, The age of the earth (New York, 1913), 120–121.
[34] Arthur Erich Haas, “Ist die Welt in Raum und Zeit unendlich?,” Archiv für systematische Philosophie, 18 (1912), 167–184, s. 183–184, 16 Şubat 1911’da Viyanad’daki bir derse dayanır. Radyoaktivite zamanında Arrhenius, Kristian Birkeland, William Harkins ve diğerleri tarafından geliştirilmiş kozmik fiziğin önemli bir parçasıydı, fakat bu yaklaşım kozmolojik olmaktan ziyade astrofiziğe yakındı. Bkz, örn., Ernest Rutherford, Radioactive substances and their radiations(Cambridge, 1913), 653–656. 1910’larda çoğunluk, pek çoğunun aktifliği tespitten kaçacak kadar zayıf olsa da tüm kimyasal elementlerin radyoaktif olduğuna inanıyordu.
[35] Moritz Schlick, Raum und Zeit in der gegenwärtigen Physik (Berlin, 1920), 6. Einstein’ın dünya modelinin termodinamik bakış açısından ilk olarak incelenmesi Wilhelm Lenz, “Das Gleichgewicht von Materie und Strahlung in Einsteins geschlossener Welt,” Physikalische Zeitschrift, 27 (1926), 642–645.
[36] Arthur Stanley Eddington, “The borderland of astronomy and geology,” Nature, 111 (1923), 18–21, s. 19.
[37] Eddington, “The end of the world: From the standpoint of mathematical physics,” Nature, 127 (1931), 44–453. Eddington evrenin sonlu bir yaşı olduğunu asla kabul etmedi.
[38] Georges Lemaître, “The beginning of the world from the point of view of quantum theory,” Nature, 127 (1931), 706. 1931 Kasım’ında bir makalede Lemaître sonlu-yaşlı kozmolojik modelindeki entropi artışının rolü hakkındaki görüşlerini daha açık bir şekilde ifade etti. Lemaître, “L’expansion de léspace,” Revue des questions scientifiques, 17 (1931), 91–340, tekrar baskı, içinde Lemaître, L’hypothèse de l’atome primitif. Essai de cosmogonie (Neuchatel, 1946), 67–92. Lemaître’nin hipotezinin kaynakları arasında, uzun yarılanma süreleri olan radyoaktif elementlerin varlığı vardı; bu, ona göre mevcut dünyamızın önceki bir radyoaktif evrenin neredeyse tükenmiş kalıntısı olduğunu gösteriyordu. Lemaître, “The cosmological constant,” içinde Paul A. Schilpp, ed., Albert Einstein. Philosopher-scientist (Evanston, IL, 1949), 437–456. Lemaître’nin teorisi hakkında bilgi için bkz., Helge Kragh, Cosmology and controversy. The historical development of two theories of the universe (Princeton, 1996), 44–55, ve Dominique Lambert, Un atome d’univers. La vie et l’oeuvre de Georges Lemaître (Brüksel, 2000), 110-126.
[39] Richard C. Tolman, “On the problem of the entropy of the universe as a whole,” Physical review, 37 (1931), 1639–1660, s. 1641. Lemaître’nin makalesi Nature dergisinin 9 Mayıs 1931 sayısında yayınlanmıştı, Tolman’nınki ise 6 Mayıs’ta Physical review’de.
[40] Paul Davies, God and the new physics (Harmondsworth, 1983), 11. Doğruyu söylemek gerekirse Davies’in ulaştığı sonuç yanlış. Zaman evrene ait olduğuna ve ancak onda bir anlam kazandığına göre zaman her zaman var olmuştur, büyük patlama resminde bile.
NOT: Bu yazı eğitim ve bilginin yaygınlaşması amacıyla mehmetbulgen.com için Asiye Şefika Sümeyye Kapusuz tarafından çevrilmiştir.
KOZMOLOJİ VE ENTROPİK YARATILIŞ ARGÜMANI
Helge S. Kragh*
Çeviren: Asiye Şefika Sümeyye Kapusuz**
ÖZ
Termodinamiğin ikinci yasası bir bütün olarak tüm evren için geçerli kabul edilirse, evrenin bir başlangıcı olduğu sonucuna ulaşılır. Bu argüman, onun genel anlamda bir bozulmaya dayanan versiyonlarına daha erken dönemde rastlansa da entropik yaratılış argümanı adı altında 1860’ların sonlarında sunuldu. İlerleyen yıllarda bu ve imaları bilim insanları, filozoflar, din insanları ve toplumsal eleştirmenler tarafından çokça tartışıldı. Argümanın ihtilaflı doğasının temel nedeni, onun apolojetik*** olarak ilahi yaratılışın lehine bir argüman olarak kullanılabilir, hatta kullanılmış olmasıydı. Sonuç olarak, materyalist ya da pozitivist yönelimleri olan bazı yazarlar ikinci yasanın genel geçerliliğini reddetti. Yaklaşık olarak 1920’den itibaren entropik yaratılış argümanına yönelik tartışma gözden düştü, fakat kozmolojik ve dini modern yazınlarda argümana ilişkin izler hala bulunabilir.
Anahtar kelimeler: Apolojetik; kozmoloji; entropi; ısı ölümü; termodinamik; evren
1990’da bir konferansta sunulan bir makalede matematiksel fizikçi Peter Landsberg, termodinamiğe dayanan muhakeme ile evrenin bir başlangıcı olduğunu ya da (çok) daha geniş versiyonunda Tanrı’nın evreni yarattığını ispatlama girişimi olan entropik yaratılış argümanı olarak adlandırdığı argümana dikkat çekti.[1] Landsberg’in işaret ettiği gibi argüman geç 19. yy. kozmolojisinde önemli bir rol oynadı ve sadece bilimsel bir bağlamda tartışılmakla kalmayıp felsefe, teoloji ve politik ideoloji alanları açısından da ele alındı. Tarihi önemine rağmen entropi argümanı yakın zamana kadar bilim ve düşünce tarihçileri tarafından ihmal edildi. Landsberg’in bahsetmediği şey ise bu argümanın 17. yüzyıla, entropi kavramının fiziğe girmesinden en az 200 yıl öncesine, kadar uzanan ilgi çekici bir tarihi olduğuydu.
1. BOZULAN BİR EVREN?
17. Yüzyılın büyük bir kısmında, yerkürenin yüzeyi özelinde de gözlemlendiği gibi, genel olarak doğanın yavaş yavaş bozulduğuna/çöktüğüne inanılıyordu. Çoğu doğa filozofu Tanrı’nın yaratmasının orijinalinde mükemmel olduğunu ve sonrasında bugünkü dağ, vadi, nehir gibi düzensizliklerle şekillenmiş haline doğru bozulduğunu düşünüyordu. Bu düşünce Yeşaya 24:4 veya Mezmur 102:26 gibi kutsal referanslarla desteklenebilir, ama asıl önemli olan onun yaygın kabul görmüş olmasıdır. Thomas Burnet’in 1681’de yayınlanan meşhur yeryüzü teorisine göre ilkel dünya, bir çeşit cennet durumuna karşılık gelen mükemmel bir küre olarak yaratılmıştı ve ancak uzun bir bozulma süreci sonrası yeniden yüzeyi pürüzsüz bir küreye dönüşebilirdi.[2] Eğer ki dünya -ya da yeryüzü veya evren, aradaki fark gerçekten de o kadar önemli değil- sürekli olarak bozuluyorsa, belki de yaratılışın ardından bozulmanın başladığı bir zaman vardı. Dünya ezelden beri var olamazdı, yoksa şimdiye bozulmanın tamamlanmış olması lazımdı. Bilge yargıç Sir Matthew Hale, 1677’de yayınlanan bir kitabında durumu şöyle yorumlamıştı:[3]
“Dünya ezeli olsaydı, sonsuz yıllar boyunca devam eden sürekli dağılma ve suların aşındırması ile yerkürenin bütün çıkıntıları eşitlenirdi ve yeryüzü sathı dümdüz olurdu; orada ne bir dağ ne bir vadi, hiçbir eşitsizlik bulunamazdı. Böylece onun yüzeyi suyun yüzeyi gibi olurdu.”
Hale’inkine benzer pek çok ses vardı, fakat özellikle teolojik düşünmedeki teleolojik dönüşle uyuşmadığı için asrın sonunda aşınma ve bozulma fikri yavaş yavaş gözden düştü. Eğer Tanrı mümkün dünyaların en iyisini yarattıysa ve onu insanların faydası için yarattıysa, öyleyse o neden bozulsun ki? Değişen tutum, Newton’un yeni mekanik fiziğinin etkisi altında yazılmış Richard Bentley’in 1693 tarihli Ateizmin Çürütülmesi’nde (Confutation of Atheism) gözlemlenebilir. Bentley yeryüzünün engebeli yüzeyinin “İlahi bir Eser olmaktansa bir harabenin veya tesadüfen bu şekilde toparlanmış kaba ve düzensiz bir atom yığının görüntüsünü taşıdığı” argümanını, esasen sadece reddetmek için, ele aldı. O, düzensiz dağ ve vadilerin “İlahi Hikmet ve İyiliğin bir diğer delili … dünyanın şu anki çerçevesinin ezelden beri var olmadığı yeni ve yenilmez bir delil”[4] olduğu sonucuna ulaştı.
Sürekli bozulma kavramı 18. yüzyıl jeoloji düşüncesinde gözden düşmüş olsa da onun bir versiyonu (geç antik döneme dayandırılabilecek erken dönem versiyonu[5]) astronomide varlığını sürdürdü. Newton dünyanın yüzeyi ile pek ilgili değildi, ama gök cisimlerinin esirdeki sürtünmelerinin ve karşılıklı kütleçekimsel sapmalarının yavaş yavaş doğanın bozulmasına sebep olacağına inanmaya başladı. O aslında doğayı sürekli bir işçi olarak resmetti, fakat Principia’nın yayınlandığı dönemde kozmosu gücü giderek azalan bir makine gibi görme eğilimindeydi. O 1694’teki bir konuşmada David Gregory’ye “Güneş ve sabit yıldızların beraberce yerçekimine doğru hızla çekilmemeleri için sürekli bir mucizeye ihtiyaç duyulur.” dedi.[6] Newton 1706’da hareketin evrensel azalma eğiliminden açıkça şu şekilde bahsetti:[7]
“Değişkenlerin kararlılığı dolayısıyla hareket elde edilenden çok daha fazla kaybolma eğilimindedir ve her zaman bozulma üzerinedir … Dünyada bulunan hareket çeşitliliği her zaman azaldığı için onu aktif ilkelerle korumak ve güçlendirmek bir zorunluluktur … Bu ilkeler olmasaydı, Dünya’daki cisimler, gezegenler, kuyrukluyıldızlar, Güneş ve bunların içindeki her şey soğur, donar ve âtıl kütleler haline gelirdi; ayrıca bütün bozulma, üreme, bitki örtüsü ve yaşam son bulur, gezegen ve kuyrukluyıldızlar yörüngelerinde kalamazdı.”
Newton ateistlerin yaratılmış bir evrene karşı bozulmayan bir evreni kullanabileceklerini fark etti, bu da onun Tanrı’nın takdiri ve evrenin sürekli varlığının sorumluluğu üzerindeki vurgusunun nedenlerinden biri oldu. Benzer bir tutum, James Ferguson’un 1757’de yayınlanan kitabı da dahil olmak üzere, aydınlanma çağındaki bazı Newtoncu astronomi metinlerinde de orta çıktı. Ferguson evrenin yaratılmış olduğu bundan dolayı da sonlu olduğunu kesin olarak kanıtlamak istedi. Bunu da Newton’un yerçekimi sabit kalırsa gezegenlerin güneşle çarpışacağı üzerine eski bir argümanını geliştirerek yaptı. Daha genel bir ifade ile eğer evren kademeli olarak bozuluyorsa ezelden beri var olmuş olamaz. (Yoksa şu an halihazırda tamamlanmış bir bozulma/fesih halinde olurdu.) Onun argümanı aşağıdaki gibidir:[8]
“Çünkü (evren) ezelden beri var olsaydı ve Tanrı tarafından genellikle kanunlar olarak adlandırılan yukarıdaki (Newtoncu) kuvvetlerin veya güçlerin müşterek fiillerinin yönetimine bırakılmış olsaydı, çoktan bir sona ulaşmış olurdu … Şundan emin olabiliriz ki evren, onu oldukça bozulabilir bir şekilde yarattığı için insanı ölümlü yapmasından daha fazla kusurlu bulunamayacak Müellifinin kendisine biçtiği süre kadar devam edecektir.”
Burada, evrenin zamansal sonluluğu için, zamanla tekdüze bir şekilde değiştiği varsayılan evrensel bir yasaya dayanan genel bir argümana ulaşırız. Ferguson’un argümanı (ya da Hale ve Bentley’in önceki argümanları) mekanik yasaların bozulma eğilimine sahip olduğunu varsayıyordu. Bunun sağlam bir temele dayanmadığı kanıtlandı. Newton yasaları tarihe bağlı değil, zaman-simetriktir. Geçmişi şimdiden ayıran temel bir doğa yasası ancak termodinamiğin ikinci yasasıyla keşfedildi. Yine de Ferguson’un argümanının yapısı, esasen 19. yüzyılda termodinamik yasalar temelinde önerilen sonlu yaştaki bir evren argümanlarının yapısından farklı değildi.
2. TERMODİNAMİĞİN SONUÇLARI
1850/1’de Rudolf Clausius ve William Thomson tarafından birbirinden bağımsız bir şekilde formülleştirilen termodinamiğin ikinci yasası, en başından itibaren kozmolojik bir bağlamda ele alındı. Sonuçta o, tüm evren için geçerli olduğu kabul edilen genel bir doğa kanunuydu. 1854 gibi erken bir dönemde Hermann von Helmholtz, yasanın ileri bir gelecekte ölü bir evren öngördüğüne işaret etti. Tüm enerji sonunda eşitlenmiş ısı durumuna dönüşür ve ardından da “bütün tabii süreçlerin tam bir inkıtasının başlaması gerekir … Kısacası, evren o andan itibaren sonsuz bir istirahat durumuna mahkum edilir.”[9] “Isı ölümü” (Wärmetod) senaryosu, yeni doğa kanunundan korkutucu bir zorunluluğa ulaşıyor görünmektedir, en azından evrenin genişliği sonlu ise bu böyledir. Clausius ısı ölümünü ilk olarak 1864’te ele aldı, dört yıl sonra da, yani entropinin işlevi ile ilgili olarak ikinci yasayı yeniden ele aldıktan sonra, geleceğe yönelik tahminlerini şu şekilde formülleştirdi:[10]
“Evrendeki entropi maksimuma ulaşma eğilimindedir. Evren entropinin maksimum olduğu bu kısıtlayıcı duruma ne kadar yaklaşırsa, gelecekteki değişim durumları da o kadar azalacaktır. Tamamlanmış son duruma ulaşıldığı düşünüldüğünde, artık ebediyen değişim vuku bulmayacak ve evren değişmez bir ölüm durumunda kalacaktır.”
İkinci yasanın Thomson versiyonu entropiden ziyade enerji yitimi mefhumuna dayanır. Onun termodinamik hakkındaki görüşleri kozmolojik ve teolojik görüşleriyle yakinen ilişkilidir ve o sıklıkla enerji yitiminin ancak ilahi bir fiille başlangıç düzenine döndürülebileceğine vurgu yapar. 1862’deki meşhur bir makalede, o ve Peter Guthrie Tait ikinci yasanın ısı ölümüne yönlendirmesinin Mezmur 102:26 gibi Kitâb-ı Mukaddes’ten alıntılarla tutarlı olmasını ele aldılar. Başlangıçta evrendeki bütün enerji, potansiyel enerji durumundaydı. Zamanın seyrinde o kısmen ısıya dönüşmeye başladı ve nihayetinde tüm enerji “yeni bir yaratıcı fiil olmadan başka bir değişikliğe çevrilemeyen ısı haline gelecek … sonuç … kaos ve karanlık olacaktır.”[11]
İkinci yasa ve onun doğal sonucu olan ısı ölümü, bilimsel argümanların ikinci planda kaldığı veya kendilerine karıştığı dini, toplumsal ve ideolojik inançlarda geniş tartışmalara yol açtı. Bazı istisnalar dışında muhafazakar ve dindar yazarlar ısı ölümünü kabul etme eğilimi gösterirken materyalist, ateist ve “bilimsel doğacılar” (scientific naturalists) onu reddederek evrenin kendi kendini yenilediğini iddia etti. Isı ölümü 19. yüzyılın sonlarındaki Kulturkampf’ın (kültür çatışması) ayrılmaz bir parçasıydı.[12]
Isı ölümü hakkındaki tartışmalar herkesçe bilinir ve bilim tarihinde ele alınırken, kozmik zaman ölçeğinin diğer ucu üzerine yürütülen evrenin başlangıcına yönelik tartışmalar için durum böyle değildir. Argüman tamamen ikna edici olmasa da basittir, evrenin entropisi tekdüze bir yükselişteyse geçmişte kozmik başlangıca ya da yaratılışa karşılık gelen entropinin minimumda olduğu bir durum olmalıdır. Kozmos ya da ondaki süreç bir şekilde varlığa gelmiş olmalıdır. Genellikle entropik (ya da entropiye dayalı) yaratılış argümanı olarak bilinen bu düşünce, 1860’ların sonlarına kadar geri götürülebilir ve sonraki otuz-kırk yıl boyunca şiddetle tartışılmıştır.[13]
1898’de Maxwell tersinemez süreçlerle ilgili tecrübemizin, ikinci yasada kodlandığı gibi, “sonsuza kadar dairesel bir ilerlemedense başlangıç ve sonu olan bir doktrine yönlendirdiği”ni yazdı. Bu onun, Tanrı’nın evreni yarattığına yönelik Protestan inancını da destekleyen bir görüştü.[14] Maxwell, Saturday review’da Sorbonne’da felsefe profesörü olan Elme Marie Caro’nun kaleme aldığı anti-pozitivist bir çalışma olan Le matérialisme et la science’ın da bir incelemesini içeren anonim bir makale yazmaya teşvik edilmişti. Saturday review’da ele alındığı şekliyle, Caro’ya göre termodinamiğin bir sonucu olarak geriye dönük bir okumada … evreni yöneten yasaların akıllı bir Neden tarafından düzenlenmiş olması … son derece mümkündür.”[15]
Caro’nun kitabının amacı, materyalist bilimin ister maddenin ister enerjinin isterse de doğadaki düzenin olsun, başlangıç noktaları hakkında hiçbir şey söyleyemeyeceğini ortaya koymaktı. Yeni deneysel fizik, kimya ve fizyoloji okulları pozitivizm veya materyalizmi destekleyecek bir şey sunmadı, aksine böylesi dogmaları yalanladı. Caro termodinamiğin sonuçları ile ilgili tartışmasını, Rennes Üniversitesi matematik profesörü ve termodinamik hakkındaki teorilerde tanınmış bir uzman olan Athanase Dupré’ye dayandırdı. Dupré, Clausius’a göndermede bulunarak entropi yasasını, sadece ısı ölümünün gerçekleşeceği üzerinden değil; aynı zamanda evrenin benzersiz bir başlangıcı olması üzerinden de ele aldı. Caro şu sonuca ulaştı: “En yeni (bilimsel) çalışmalar, hareketin şimdiki haliyle sürüp gideceği ve sözde döngüsel bir yaşamın zorunluluğunu kayıtsızca öne süren sonsuzluk fikri ile tamamen çelişir.”[16]
Tait de Caro ile aynı fikirdeydi. 1871’de British Association’nın matematik ve fizik bölümlerinin başkanı olarak yaptığı bir konuşmada “şeylerin mevcut düzeninin, şu anda işlemekte olan yasalar vasıtasıyla sonsuz bir geçmiş zaman içinde evrilmediğini; aksine bizim tam anlamda kavrayamayacağımız ve şu an işlemekte olan nedenlerden farklı nedenler tarafından oluşturulmuş bir duruma karşılık gelen belli bir başlangıca sahip olması gerektiğini”[17] ifade etti. Tait doğrudan söylemese de ilahi müdahaleye atıfta bulunuyordu. Enerji hakkında kısmen popüler bir kitapta evreni bir kez yandı mı eninde sonunda yanmayı bırakacak bir lambaya benzeten bir diğer Hristiyan fizikçi Balfour Stewart gibi. O şöyle yazdı: “Evren, başlangıcı olan ve mutlaka bir sona ulaşacak bir sistemdir, çünkü bozulma ezelî olamaz.”[18]
3. APOLOJETİK BİR ARGÜMAN
Entropik yaratılış argümanı, kişi ikinci yasanın evrenin tamamı için geçerli olduğunu kabul ettiği takdirde evrenin sonlu oluşuna yönlendirir. Fakat buradan evrenin doğaüstü bir varlık olarak Tanrı tarafından yaratıldığı sonucuna ulaşılmaz. Bu argümanı ele alan çoğu bilim insanı, tartışmayı bir yaratıcıyı takdim noktasına vardırmaz. Yine de bazı teologlar ve Hristiyan bilim insanlarına göre entropi yasası Tanrı’nın varlığı için bilimsel bir delil niteliğindedir. Bu sonuç, açık bir şekilde çıkarsanmış olsun veya olmasın, entropi argümanını dönemin kültürel çatışmasının tartışmalı bir parçası haline getirdi. Friedrich Engels tartışmanın aslında ne ile ilgili olduğunu ve entropi artışı yasasının ideolojik olarak neden sakıncalı olduğunu iyi biliyordu: “Eğer alem vaktiyle hiçbir değişimin yer almadığı bir durumda bulunduysa, bu durumdan değişim haline nasıl geçiş yaptı? … Öyleyse hareketi başlatan, evrenin dışından bir ilk itki (initial impulse) gelmiş olmalıydı. Fakat herkes biliyor ki, bu “ilk itki” sadece Tanrı’nın bir başka şekilde ifade edilmesidir.”[19]
Maxwell, Thomson, Tait ve Caro ikinci yasadan doğrudan teolojik sonuçlar çıkarmaktan sakınsalar da Joseph John Murphy ve Stanley Gibson, onun Hristiyan akidenin savunmasında bir müttefik sayılabileceğini iddia ettiler.[20] Ayrıca Almanya ve Avusturya’da onlarca yazar, genellikle Katolikler, Clausius’un yasasının Tanrı’nın varlığına delil olarak kullanılabileceğini savundu. Entropiyi bu şekilde apolojetik açıdan kullanan Katolik bilim insanlarından biri de büyük ölçüde bu konu üzerinde yayınlar çıkarmış, Trier’de lisede (Gymnasium) fizik öğretmenliği yapan Caspar Isenkrahe’ydi.[21]
Bir okul müdürü olan Gibson tasarım argümanını kabul etmedi ve Tanrı’nın varlığının kozmolojik delilini de yetersiz buldu. Temel fiziğe dayanan ilginç bir alternatif olarak entropi argümanını şu şekilde savundu: “Evren şu anki yasa kodları altında ezelden beri var olamaz, yoksa az önce bahsedilen felaket (ısı ölümü) çoktan gerçekleşirdi … Bu yüzden biz, bu yasaların başlangıcı olan bir dönemi kabul etmeliyiz.” Gibson bu tür bir başlangıcı kabul etmenin yaratılışla aynı olmadığını itiraf etse de “doğanın şimdiki düzeninin böylesi bir başlangıcı olması ilahi bir iradeden kaynaklanmayı akla getirir.” O dikkatli bir hareketle argümanın Tanrı’nın varlığının geçerli bir delili olduğunu iddia etmedi. Onun da işaret ettiği gibi, kişi, “bizce bilindiği haliyle” doğa yasaları “tarihin çok uzak dönemlerinde ne olup bittiğini açıklayamayacağı ve bu yüzden o döneme ait olaylar hep beraber kuraldışı kabul edilmeleri gerektiği için” böyle bir sonuca ulaşamaz.[22] O ayrıca eğer enerji yitimi yasası sonsuz büyüklükte maddi bir evren için geçerli olsaydı da evrenin iyi durumda olup olmayacağının belirsiz olduğuna dikkat çeker.
Alman dilinin konuşulduğu Avrupa bölgelerinde entropi argümanı, ilk olarak birbirinden bağımsız olarak fizyolojist ve fizikçi Adolph Fick ve filozof Franz von Brentano tarafından Würzburg’da ele alındı. Fizik ve fizyoloji arasındaki sınır üzerine önemli bir çalışma yürüten Fick, 1869’da uzak gelecek ve uzak geçmiş açısından ikinci yasanın sonuçlarını tartıştığı bir kitap yayınladı. O ısı ölümünün sonlu bir zaman diliminde meydana geleceğini ve bu yüzden de eğer alem ezelden beri var olsaydı nihai/final duruma çoktan ulaşılmış olacağını” açıkladı. Fick, ikinci yasanın kesin geçerlilik sahibi olduğundan şüphe etse de eğer durum buysa “evrenin ezelden beri var olamayacağı, ayrıca … doğal nedenler silsilesinin bir parçası olarak anlaşılamayacak yaratıcı bir fiile karşılık gelen bir olayla varlık sahnesine çıkmış olması gerektiği” sonucuna ulaştı.[23] O “yaratıcı fiil”i açmadı ve ilahi bir yaratıcıya doğrudan atıfta bulunmaktan kaçındı. Brentano ise entropiyi Tanrı’nın varlığının delili olarak kullandı. O öncelikle 1868/9 güz döneminde Würzburg’daki bir dersinde termodinamik yasalarının teolojik sonuçlarını ele aldı. Ardından bu konuyu Würzburg ve Viyana üniversitelerindeki derslerinde inceledi. Ayrıca arkadaşı Ludwig Boltzmann ile de bunu görüştü.[24]
Brentano termodinamiğin apolojetik kullanımı ile ilgili görüşlerini yayınlamadığı için, söz konusu görüşleri çok daha geç bir tarihte, 1929’da Vom Dasein Gottes (Tanrının Varlığı Üzerine) yayınlandığında, daha geniş kitleler tarafından bilinir hale geldi. Brentano burada, evrenin sonlu ya da sonsuz oluşu fark etmeksizin entropi yasasının evrenin başlangıcını da en az ısı ölümü kadar zorunlu kıldığını savundu. Evrendeki madde ve enerji sonlu bir zaman önce “evreni aşkın” bir varlık tarafından yaratılmıştı, “varlığını kanıtladığımız bu yaratıcı ilke evrene ait, ya da onun üzerinde etkisi olmuş ya da olabilecek her şeyin yaratıcısıdır.”[25] Yaratıcı ilke, bir ilk neden olmalıydı ve teoloji eğitimi görmüş Brentano’nun bunu her şeye kâdir ve sonsuz bir varlık olan Tanrı’yla özdeşleştirmekle hiçbir problemi yoktu.
4. ENTROPİ VE İDEOLOJİ
Isı ölümünün zamansal mukabili olan evrenin başlangıcına yönelik entropi argümanı, ısı ölümü kadar çok politik, felsefi ve dini bakış açılarından tartışmalara yol açtı. Argümanın teistik imalarından dolayı ona karşı olanlar onu yürürlükten kaldırmaya çalıştı. Onlar bunu, entropi artışı yasasının kesin geçerliliğini sorgulayarak ve laboratuvar deneylerinin meşru bir şekilde evrene bütünüyle bir dış değer bulamayacağını tartışarak yapabildi. Termodinamik yasaları kapalı sistemler için geçerlidir. Evren termodinamik açıdan kapalı bir sistem mi? Neredeyse bütün materyalistler ve monistler arasında evrenin mekânsal ve maddesel olarak sonsuz olması bir inanç meselesiydi ve onlara göre entropi yasasını ona uygulamak gayrimeşru görünüyordu. Bu tarz argümanlar, 1870’de William Kingdon Clifford’dan 1910’da Svante Arehenius’a kadar pozitivist yönelimleri olan çoğu bilim insanı ve yazarda yaygındı.[26]
Ernst Mach’a göre hiçbir deneysel anlamı olmayan termodinamik yasalarını evrene uygulamak açıkça bilimdışı ve kesinlikle anlamsızdı. Clausius’un evren hakkındaki teoremlerinin “en berbat felsefi teoremlerden beter” olduğunu haykırdı.[27] O, Alman-Amerikan, pozitivist bilim felsefecisi John B. Stallo ve kozmolojik formülleştirmelerin metafiziksel birer sapmadan başka bir şey olmadığını düşünen pozitivist fizikçi ve enerji uzmanı Georg Helm’de yankı buldu.[28] Aynı geleneğe bağlı amatör Alman doğa filozofu Johannes Gustav Vogt, 1878’de sağlam (ve kurgusal) bir şekilde sadece atomlar ve esirden oluşan mekanik bir sürece dayanan kendi dünya sistemini yayınladı. O Clausius’un yasasına atıfta bulunarak şunu sordu: “Dünya zamansal açıdan sonsuz olduğuna göre neden bu sınırlandırıcı duruma (maksimum entropiye) uzun zaman önce ulaşmadı?”[29] Vogt’un entropi yasasını evrenin sonsuzluğunu sorgulamak için kullanmaması dikkat çekicidir. Çünkü bu bir dogmaydı, tartışmaların ötesinde bir öncüldü ve sonuç olarak o da bu dilemmayı Clausius’un yasasındaki bir problem olarak yorumladı.
Zoolog ve evrimci Ernst Haeckel de Vogt gibi bir materyalizm ve monizm savunucusuydu. 1899’da yayınlanan önemli ve çok tartışılan Die Welträthsel’inde (Dünya Bilmecesi), kozmosun entropi miktarına olan bağlılığı da dahil olmak üzere kozmosun gelişmesi ile ilgili çok çeşitli senaryolar ele aldı. Haeckel’in kitabının adı, Emil du Bois-Reymond’un 1880’de yaptığı ve Alman fizyolojistin hareketin menşeinin evrensel bir muamma olması sorununu da ele aldığı meşhur konuşmasıyla ilgiliydi.[30] Haeckel enerji korunumu yasasını göklere çıkarırken, entropi yasasını da alaşağı etmeye görevlendirilmiş hissetti. O “birinci yasa ne kadar doğru ise ikinci yasanın da o kadar yanlış” olduğunu iddia etti. O, Clausius’un yasasının haddi aşan sonuçlarını tartıştı: “Entropi teorisi doğu olsaydı, sözümona ‘dünyanın sonu’, entropinin minimum olduğu, yani çeşitli dünya-parçacıklarının arasındaki sıcaklık farkının mümkün olan en yüksek seviyede olduğu, hakiki bir ‘başlangıç’a karşılık gelmesi gerekirdi. Bizim sonsuz kozmo-genetik süreçleri monistik ve mantıki kavrayışımıza göre her iki düşünce de eşit oranda savunulamazdır.”[31] Haeckel, evrenin, yıkıcı (entropik) süreçlerin sonu gelmez bir şekilde yapıcı (entropi karşıtı) süreçlere dönüştüğü, asla bitmeyen döngüsel bir evrim durumunda olduğunu savundu- ya da iddia etti.
5. ENTROPİ ARGÜMANININ SONU
Entropik yaratılış argümanına olan ilgi 20. yüzyılın başlarında muhtemelen bilimsel olmaktan ziyade metafiziksel kabul edildiği için zayıfladı. Evrenin büyüklüğünü ve yapısını ya da termodinamiğe dayanan muhakemenin evrene bütünüyle uygulanıp uygulanamayacağını kimse bilmiyordu. Bilim insanları arasındaki tartışmalara artık konu olmasa da ancak entropi argümanı unutulmadı. 1912-1915’te on büyük ciltte yayınlanan Handwörterbuch der Naturwissenschaften (Doğa Bilimleri El Sözlüğü) gökbilimci Otto Knopf’un termodinamiğin kozmolojik imalarını ele aldığı bir makaleyi içeriyordu. O, birinci yasa ışığında evrenin başlangıcının bilimsel kozmolojinin bir parçası olamayacağı sonucuna ulaştı. İkinci yasa, ısı ölümü ya da evrenin başlangıcı gibi “açıkça bizim geçerli olmamasını tercih edeceğimiz sonuçlara yönlendirir.” Diğer birkaç yazar gibi Knopf da sonuçların kaçınılmaz olduğunu reddetti. “Bilimin mevcut durumuna göre kişi, yaratıcı ve yıkıcı ferdi süreçlerdeki dönemsel değişimi ama bütünün (evrenin) değişmezliği görüşünü kabul etmelidir.”[32]
Knopf’un sonlu yaştaki bir evreni kabul etmedeki gönülsüzlüğü, İngiliz jeolog ve jeofizikçi Arthur Holmes gibi diğer pek çok bilim insanı tarafından paylaşıldı. Holmes jeokronoloji üzerine klasik çalışması The Age of The Earth’de (Dünya’nın Yaşı) evrenin yaşı üzerine şu şekilde düşündü:[33]
“Eğer evrenin ilerlemesi, her yerde termodinamik yasalarının ima ettiği gibi ısı eşitlenmesi şeklinde oluyorsa, bunca zaman içinde bu acıklı durumun neden bizi çoktan ele geçirmediği sorusu yükselir. Ya kesin bir başlangıca inanıyor olmalıyız … ya da ele aldığımız fenomenin yalnızca bizim sınırlı deneyimimizi yansıttığını kabul etmeliyiz.”
Holmes ilk cevabı reddederek, Arrhenius ve diğerleri ile beraber, ikinci yasanın bildirdiği entropi artışının aksine evrende yenilenme sürecinin hakim olduğunu düşündü.
Holmes’un yeryüzünün yaşını tespit etmede ilk metodu, minerallerdeki radyoaktif elementlerin tersinemez bozulmalarıydı. Bazı bilim insanlarının aklına belki de radyoaktivitenin kozmik bir saat olarak kullanılıp entropi ile aynı rolü oynayabileceği fikri geldi. Böylesi bir öneriyi sunan ilk kişi, atomun yapısındaki hareketin kuantumunu takdim etmesi ile tanınan Avusturyalı fizikçi Arthur Erich Haas olabilir. Hass 1911’deki “Evren zaman ve mekanda sonsuz mudur?” dersinde, geçerliliğinin “zevk meselesi” olduğunu söylediği entropik yaratılış argümanını ele aldı. Ardından radyoaktivitenin daha iyi bir iş çıkarabileceğini söyledi. Yeryüzünün kabuğunda hala uranyum ve toryum gibi uzun yarılanma süresi olan radyoaktif elementler var. Bu elementlerin tüm evrende var olduğunu ve daha yüksek atom ağırlığına sahip başka farazi radyoaktif elementlerin soyundan olmadıklarını var sayalım. Eğer evren ezelden beri var olsaydı bu nasıl olabilirdi? “(Radyoaktif) maddelerin parçacıklarına sonsuz bir geçmiş isnat edersek, bu maddenin sonsuz zaman önce sonsuz derecede büyük atom ağırlığına sahip elementler şeklinde var olduklarını kabul etmek zorunda kalırız.” Haas şu sonuca ulaştı: “Muhtemelen sadece radyum ve uranyumu değil bütün maddeyi yöneten atomik bozulma fenomeni, evrenin ezeliliği varsayımına karşı önemli ve yeni bir itiraz oluşturur.”[34]
Haas’in argümanı hem geniş kitlelerce tanınmadı hem de ciddiye alınmadı. Einstein’ın genel görelilik kuramına dayanan ilk kozmolojik modeller sabitti, yani sonsuz bir evren kabul ediyordu. Isı ölümünden kaçındığı için pozitivist filozof ve fizikçi Moritz Schlick’in bir avantaj olarak kabul ettiği üzere Einstein’ın 1917’deki ilk evren modeli mekânsal olarak kapalıydı. Bunu şöyle gerekçelendirdi: “Uzay sonsuz olmadığına göre hiçbir enerji ve hiçbir madde ondan sonsuzluğa aktarılamayacağı için o, yok olma tehlikesinden kurtulmuştur.”[35] Schlick aynı argümanın, Einstein’ın evreninin bir başlangıcının da olmadığını ima ettiğine değinmeyi gereksiz buldu. Arthur Eddington Kasım 1922’de Londra Jeoloji Topluluğu’na verdiği bir derste astronomi ve jeoloji arasındaki bazı sınır problemlerini ele aldı. Yeryüzünde radyoaktif minerallerin varlığına atıfla şöyle söyledi: “Radyoaktivitede bir süre sonra tasfiye edilmiş olması gereken bir mekanizmanın gücünün tükenişini görürüz. Hiçbir detaya girmeden bu tasfiye sürecinin, şimdi sadece güçten düşme olarak gözlemlediğimiz koşullardan tamamen farklı fiziksel koşullar altında gerçekleşmiş olması gerektiği açıkça görülecektir.” Ancak Eddington bu tamamen farklı fiziksel koşulları, evrenin ibtidai durumu olarak değil, “yıldızların içindeki yoğun ısıyla meydana gelen maddenin genel tertibi” olarak tanımlar.[36]
Belçikalı fizikçi George Lemaître 1931’de büyük patlamanın ilk kozmolojik modelini öne sürdüğünde, Eddington’un entropi argümanını ele aldığı bir makaleden etkilenmişti. Geriye dönüp bakıldığında, Eddington “evrendeki madde ve enerjinin mümkün düzenlemelerin maksimumuna ulaştığı bir zamana ulaşmalıyız.”[37] demişti. Eddington evren için böylesi bir başlangıcı “rahatsız edici” bulurken, Lemaître onu araştırılmaya değer ilginç bir imkan olarak gördü. 1931’deki kısa makalesinde entropiye doğrudan atıfta bulunmadı, ama “kuantum teorisi açısından termodinamik ilkelerden” yola çıkarak kuanta sayısının gitgide artması gerektiğini öne sürdü. Bu nedenle, “eğer zamanın akışında geriye gidersek evrendeki bütün enerji birkaç ya da hatta tek bir kuantumda toplanana kadar gitgide daha az kuantaya ulaşacağız.”[38] Amerikan kimyacı, fizikçi ve kozmolog Richard Tolman klasik entropi paradoksunu ve onun bazı eski çözümlerini ele aldı. Bunlardan biri “evrenin geçekten de geçmişte sonlu bir zamanda nitelikli mevcut enerji ile yaratıldığı ve bu yüzden de entropinin henüz maksimum değerine ulaşmadığı”ydı.[39] Lemaître de tam olarak bunu öne sürüyordu, fakat (muhtemelen Lemaître’in hipotezini henüz bilmeyen) Tolman bu fikri ciddiye almayı reddetti. Onun hiçbir bilimsel ehliyeti olmayan geçici bir hipotez olduğunu iddia etti.
Entropik yaratılış argümanı 1870’ten 1920’ye kadarki kozmoloji düşüncesinin gelişiminde tam olarak fark edilmese de önemli bir rol oynadı. Sadece bilim tarihçilerinin ilgi alanına mı yönelik, yoksa modern kozmoloji için de hala geçerli bir argüman mı? Bizim sonlu bir yaşa sahip evren inancımız entropi yasasına dayanmasa da evrenin genişlemesi ve kozmik mikrodalga arka planında argüman hala popüler kaynaklarda bulunabilir. Fizikçi Paul Davies’e göre “evren eninde sonunda kendi entropisinde debelenerek ölecektir.” Dahası “evren sonsuza dek var olamaz, yoksa eşitlenmiş nihai durumuna sonsuz bir zaman önce ulaşmış olurdu. Sonuç: evren her zaman var değildi.”[40]
DİPNOTLAR VE KAYNAKÇA
* Bilim Tarihi Bölümü, Aarhus Üniversitesi, Danimarka. Makalenin İngilizcesi için: “Cosmology and the Entropic Creation Argument”, Historical Studies in the Physical and Biological Sciences, vol. 37, no. 2 (Mart 2007), s. 369-382.
** Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslam Bilimleri, Kelam Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi; sumeyyekapusuz@gmail.com.
*** Apolojetik, başlangıçta Hristiyanlık inancına yönelik savunmacı bir teoloji yöntemi olarak ortaya çıkan sistematik argümanlar yoluyla dini doktrinleri savunan disiplindir. [Ç.N.]
[1] Peter T. Landsberg, “From entropy to God?,” içinde Katalin Martinás, László Ropolyi ve Peter Szegedi, ed., Thermodynamics: History and philosophy (Singapur, 1991), 397–403. Tarihsel bir bağlamda entropi argümanına daha geniş bir bakış için bkz. Helge Kragh, Matter and spirit in the universe: Scientific and religious preludes to modern cosmology (Londra, 2004), 50–69. Elinizdeki makale benim 2004’teki çalışmamı tamamlamaktadır.
[2] Thomas Burnet, Telluris theoria sacra (Londra, 1681). İngilizce çev., The sacred theory of the earth (Londra, 1684; tekrar basım, Londra, 1965). 17. yüzyıldaki bozulan yeryüzü kavramı için bkz. Gordon L. Davies, “The concept of denudation in 17th-century England,” Journal of the history of ideas, 27 (1966), 278–284, ve Colin A. Russell, The earth, humanity and God (Londra, 1994), 21–27.
[3] Davies (2. dipnot), 278.
[4] Richard Bentley, Confutation of atheism (Londra, 1693), tekrar basım, içinde I. Bernard Cohen, ed., Isaac Newton’s papers & letters on natural philosophy (Cambridge, MA, 1978), 384, 392–393.
[5] 6. yüzyıl Yunan doğa filozofu John Philoponus olmayana ergi yöntemi ile alemin ezeli olamayacağını ele aldı. Mesela, evren sonsuz olsaydı, şimdiye nüfusunun da sonsuz olması gerekirdi. Bkz. Samuel Sambursky’nin Dictionary of scientific biography’de Philoponus hakkındaki girdisi ve yine Sambursky, The physical world of late antiquity (Princeton, 1962), 157.
[6] Herbert Westren Turnbull, ed., The correspondence of Isaac Newton (7 cilt, Cambridge, 1965), 3, 336. Newton’un mucize kavramı için bkz. Peter Harrison, “Newtonian science, miracles, and the laws of nature,” Journal of the history of ideas, 56 (1995), 531–553.
[7] Isaac Newton, Opticks (New York, 1952), 399–402; David Kubrin, “Newton and the cyclical cosmos: Providence and the mechanical philosophy,” Journal of the history of ideas, 28 (1967), 325–346, tekrar basım, içinde Colin A. Russell, ed., Science and religious belief: A selection of recent historical studies (Guildford, 1979), 147–169.
[8] John Ferguson, Astronomy explained upon Sir Isaac Newton’s principles, 6. baskı, (Londra, 1778), 84.
[9] “On the interaction of the natural forces” dersi 7 Feb 1854’te Königsberg’te verilmştir. Hermann von Helmholtz, Science and culture. Popular and philosophical essays, ed. David Cahan (Chicago, 1995), 30.
[10] Rudolf Clausius, “On the second fundamental theorem of the mechanical theory of heat,” Philosophical magazine, 35 (1868), 405–419, s. 405.
[11] Crosbie Smith ve M. Norton Wise, Energy and empire: A biographical study of Lord Kelvin (Cambridge, 1989), 535; Crosbie Smith, The science of energy: A cultural history of energy physics in Victorian Britain (Londra, 1998).
[12] Termodinamiğin sosyal ve dini yönleri için bkz. Erwin Hiebert, “The uses and abuses of thermodynamics in religion,” Dædalus, 95 (1966), 1046–1080; R.J. Seeger, “On humanistic aspects of entropy,” Physis, 9 (1967), 215–234, ve Greg Myers, “19th-century popularizations of thermodynamics and the rhetoric of social prophecy,” Victorian studies, 29 (1986), 35–66. Ayrıca bkz. Bruce Clarke, Energy forms: Allegory and science in the era of classical thermodynamics (Ann Arbor, 2001). Hristiyanlar ve materyalistlerin karşılaştırması için bkz. Frank M. Turner, Between science and religion. The reaction to scientific naturalism in late Victorian England (New Haven, 1974), ve Frederick Gregory, Scientific materialism in 19th century Germany (Dordrecht, 1977).
[13] Bu isim (argumentum entroologicum) Cizvit bir alim olan Johannes Hotheim tarafından 1893’teki Latince doktora tezinde ilk kez kullanılmıştır. Entropi argümanına modern yaklaşımlar için bkz. Landsberg (1. dipnot) ve Kragh (1. dipnot).
[14] Maxwell’den Mark Pattison’a, Lincoln Koleji Rektörü, Oxford, içinde Peter M. Harman, ed., The scientific letters and papers of James Clerk Maxwell (3 cilt, Cambridge, 1990–2002), 2, 359–361.
[15] “Science and positivism,” Saturday review, 25 (4 Nisan 1868), 455–456.
[16] Elme Marie Caro, Le matérialism et la science (Paris, 1868), 293. Caro, Dupré’nin termodinamik üzerine bir dizi makalesine dayandı ve onları alıntıladı, bunlardan sonuncusu Athanase Dupré, “Septième mémoire sur la théorie mécanique de la chaleur,” Annales de chimie et de physique, 14 (1868), 64–143. Bir sonraki sene Dupré çalışmalarını geliştirilmiş bir kitapta topladı, Théorie mécanique de la chaleur (Paris, 1869).
[17] Peter G. Tait, İngiliz Bilimin Terakkisi Birliği, Rapor, 1871, 1–8, s. 6. William Thomson 1854’te yine bir İngiiz Birliği toplantısında temelde aynı mesajı dile getirdi, Thomson, “On mechanical antecedents of motion, heat, and light” (a.g.e., 1854), 59–63. Ayrıca 1871’de, James Clerk şu sonuca ulaştı: “Enerji yitimi üzerine bir tefekkür, eşyanın gözlemlenen düzeninin eskiliğinin üst limitinin saptanmasına yöneltecektir.” Maxwell, Theory of heat (Londra, 1871), 245.
[18] Balfour Stewart, The conservation of energy (Londra, 1873), 153. Benzer bir çalışma için bkz. Samuel Tolver Preston “A question regarding one of the physical premises upon which the finality of universal change is based,” Philosophical magazine, 10 (1880), 338–341.
[19] Friedrich Engels, Anti-Dühring. Herr Eugen Dühring’s revolution in science (Londra, 1975), 68. Almanca aslı 1878’de ortaya çıktı; Kragh (1. dipnot), 58.
[20] Joseph John Murphy, The scientific bases of faith (Londra, 1873); Stanley Gibson, Religion and science: Their relations to each other at the present day (Londra, 1875). Ayrıca Seeger (12. dipnot).
[21] Entropik yaratılış argümanı hakkındaki metinler için, özellikle Almanya’dakileri için bkz. Josef Schnippenkötter, Das Entropiegesetz. Seine physikalische Entwicklung und seine philosophische und apologetische Bedeutung (Essen, 1920). Schnippenkötter, konu ile ilgili 320 kitap, makale ve kitapçıktan oluşan bibliyografya sahibi Alman filozof ve fizik öğretmenidir.
[22] Gibson (20. dipnot), 69, 74.
[23] Adolph Fick, Die Naturkräfte in ihrer Wechselbeziehung (Würzburg, 1869), 70. Clausius’a ithaf edilen bu kitap 1869’da Würzburg Üniversitesi’nde verilen bir dizi derse dayanır.
[24] Brentano 1874’te Viyana’da felsefe profesörlüğüne atanmıştı ve 1894’te emekli olup İtalya’ya gidene kadar burada çalıştı. Felsefe kürsüsünde onun halefi Ernst Mach oldu. Boltzmann ve Brentano’nun arasındaki ilişki ve mektuplaşmalar için bkz. John Blackmore, ed., Ludwig Boltzmann. His later life and philosophy, 1900–1906
(Dordrecht, 1995).
[25] Franz Brentano, On the existence of God (Dordrecht, 1987), 305.
[26] Kragh (1. dipnot), 52–65.
[27] Ernst Mach, Die Geschichte und die Wurzel des Satzes von der Erhaltung der Arbeit, 2. baskı, (Leipzig, 1909), 37. Entropi artışı yasasının tüm evrene uygulanabilirliği ihtilafta kaldı. Bir Fransız astrofizikçi olan Evry Schatzmann, 1966’da şunları dile getirdi: “Termodinamiğin ikinci yasasını tüm evrene uygulamak isteyen tüm girişimler asılsızdır.” Schatzmann, The origin and evolution of the universe (Londra, 1966), 271.
[28] John B. Stallo, The concepts and theories of modern physics (Londra, 1882); Georg Helm, The historical development of energetics, çev. Robert Deltete (Dordrecht, 2000), 176. Almanca aslı, 1898.
[29] Johannes Gustav Vogt Vogt, Die Kraft. Eine real-monistische Weltanschauung (Leipzig, 1878), 90. Sonrasında Vogt kendi üniter dünya sistemini Das Wesen der Elektricität und des Magnetismus auf Grund eines einheitlichen Substantz-Begriffes’de geliştirdi (Leipzig, 1891). J.G. Vogt Alman materyalist ve natüralist Karl Vogt ile karıştırılammalıdır.
[30] Emil Du Bois-Reymond, Reden, ed. Estelle du Bois-Reymond (2 cilt, Leipzig, 1912), bkz. 1. cilt, 65–98. “Die sieben Welträthsel” dersi 8 Temmuz 1880’de verildi. Du Bois-Reymond evrenin herhangi bir şekilde yaratılmış olmasını reddetti, fakat aynı zamanda da maddenin sürekli hareket halinde olmuş olmasını kabul edilemez buldu. Entropi argümanına atıfta bulunmadı.
[31] Ernst Haeckel, Die Welträthsel. Gemeinverständliche Studien über monistische Philosophie (Bonn, 1899), 100. Haeckel, Vogt’un çekici ve zekice bulduğu piknotik madde teorisine onaylayarak atıfta bulundu.
[32] Otto Knopf, “Kosmogonie,” içinde E. Korschelt vd. ed., Handwörterbuch der
Naturwissenschaften (10 cilt., Jena, 1914), 5, 977–989.
[33] Arthur Holmes, The age of the earth (New York, 1913), 120–121.
[34] Arthur Erich Haas, “Ist die Welt in Raum und Zeit unendlich?,” Archiv für systematische Philosophie, 18 (1912), 167–184, s. 183–184, 16 Şubat 1911’da Viyanad’daki bir derse dayanır. Radyoaktivite zamanında Arrhenius, Kristian Birkeland, William Harkins ve diğerleri tarafından geliştirilmiş kozmik fiziğin önemli bir parçasıydı, fakat bu yaklaşım kozmolojik olmaktan ziyade astrofiziğe yakındı. Bkz, örn., Ernest Rutherford, Radioactive substances and their radiations(Cambridge, 1913), 653–656. 1910’larda çoğunluk, pek çoğunun aktifliği tespitten kaçacak kadar zayıf olsa da tüm kimyasal elementlerin radyoaktif olduğuna inanıyordu.
[35] Moritz Schlick, Raum und Zeit in der gegenwärtigen Physik (Berlin, 1920), 6. Einstein’ın dünya modelinin termodinamik bakış açısından ilk olarak incelenmesi Wilhelm Lenz, “Das Gleichgewicht von Materie und Strahlung in Einsteins geschlossener Welt,” Physikalische Zeitschrift, 27 (1926), 642–645.
[36] Arthur Stanley Eddington, “The borderland of astronomy and geology,” Nature, 111 (1923), 18–21, s. 19.
[37] Eddington, “The end of the world: From the standpoint of mathematical physics,” Nature, 127 (1931), 44–453. Eddington evrenin sonlu bir yaşı olduğunu asla kabul etmedi.
[38] Georges Lemaître, “The beginning of the world from the point of view of quantum theory,” Nature, 127 (1931), 706. 1931 Kasım’ında bir makalede Lemaître sonlu-yaşlı kozmolojik modelindeki entropi artışının rolü hakkındaki görüşlerini daha açık bir şekilde ifade etti. Lemaître, “L’expansion de léspace,” Revue des questions scientifiques, 17 (1931), 91–340, tekrar baskı, içinde Lemaître, L’hypothèse de l’atome primitif. Essai de cosmogonie (Neuchatel, 1946), 67–92. Lemaître’nin hipotezinin kaynakları arasında, uzun yarılanma süreleri olan radyoaktif elementlerin varlığı vardı; bu, ona göre mevcut dünyamızın önceki bir radyoaktif evrenin neredeyse tükenmiş kalıntısı olduğunu gösteriyordu. Lemaître, “The cosmological constant,” içinde Paul A. Schilpp, ed., Albert Einstein. Philosopher-scientist (Evanston, IL, 1949), 437–456. Lemaître’nin teorisi hakkında bilgi için bkz., Helge Kragh, Cosmology and controversy. The historical development of two theories of the universe (Princeton, 1996), 44–55, ve Dominique Lambert, Un atome d’univers. La vie et l’oeuvre de Georges Lemaître (Brüksel, 2000), 110-126.
[39] Richard C. Tolman, “On the problem of the entropy of the universe as a whole,” Physical review, 37 (1931), 1639–1660, s. 1641. Lemaître’nin makalesi Nature dergisinin 9 Mayıs 1931 sayısında yayınlanmıştı, Tolman’nınki ise 6 Mayıs’ta Physical review’de.
[40] Paul Davies, God and the new physics (Harmondsworth, 1983), 11. Doğruyu söylemek gerekirse Davies’in ulaştığı sonuç yanlış. Zaman evrene ait olduğuna ve ancak onda bir anlam kazandığına göre zaman her zaman var olmuştur, büyük patlama resminde bile.
NOT: Bu yazı eğitim ve bilginin yaygınlaşması amacıyla mehmetbulgen.com için Asiye Şefika Sümeyye Kapusuz tarafından çevrilmiştir.
Araştırma Alanları
Araştırma Alanı Yazıları
Son Yorumlar
Haberler