Halvorson, Hans and Kragh, Helge “Cosmology and Theology”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Summer 2017 Edition), Edward N. Zalta (ed.).
çev. Fatma Akan Ayyıldız
Evrene anlam vermeye çalıştıkları günden beri insanlar, kozmolojik teoriler ileri sürmüşlerdir. Ayrıca bu kozmolojik teorilerde tanrı fikri çok defa merkezȋ bir rol oynamaktadır. Nıtekim tek-tanrılı dinlerin çoğunda tanrı, evrenin tek yaratıcısı ve devam ettiricisi olarak kabul edilmektedir.
Ancak geçen son yüzyıl içerisinde kozmolojinin farklı bir türü ortaya çıkmıştır: bilimsel kozmoloji. Sınır- çizme problemini (demarcation problem)[1] çiğnememek adına şunu ifade etmek gerekir ki; bilimsel kozmolojinin en kayda değer özellikleri, onun matematiksel fiziğin yöntemlerini kullanıyor (formüle edilebilir olması) ve kesin ve test edilebilir tahminlere ulaşıyor olmasıdır. Yeni olan bu bilimsel kozmolojinin, geleneksel (çoğu zaman teist) kozmolojilerle ilişkisi nedir? Bu yeni kozmoloji, eski kozmolojierin yerini mi almıştır? Yeni kozmoloji diğer eski kozmolojilerden aktarmalar mı yapıyor yoksa onları yorumlamaya mı gidiyor?
Bizim bu konudaki müzakerelerimiz neredeyse bütünüyle Batı’nın tek-tanrılı dinleri olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam bağlamında yürütülecek ve bu çerçevede özellikle Hristiyanlık’taki çeşitli anlayışlar üzerine yoğunlaşılacaktır. Bununla birlikte biz, genel anlamda bilimle ilgili, özel anlamda ise bilimsel kozmoloji ile ilgili Hristiyanlık inancı ve tutumundaki farklılıklarda son derece geniş bir alan tespit etmiş bulunmaktayız. Bir aşırı uçta, kutsal metne kelimesi kelimesine (literalist) bir yorumla yaklaşan ve itikadȋ hükümleri genelde Antik Yunan Felsefesi bağlamında anlayan (örneğin Tanrı’nın ezeli ve değişmez olduğu) Hristiyanlığın aşırı geleneksel tutumunu görmekteyiz. Bu aşırı gelenek içerisinde bile, literalist yaklaşımın derecelerinde ve geleneksel itikadȋ meseleleri anlamadaki esneklikte (örneğin, Tanrı’nın zamanla ilişkisi konusunda geleneksel din bilimcileri arasında tartışmalar devam etmektedir) farklılaşmalar görüyoruz. Diğer bir aşırı uçta, çok ileri ölçüde Alman İdealizm’in ve/veya Süreç Felsefesi’nin fikirlerine yer veren Hristiyanlığın oldukça yeni vücut bulmuş fraksiyonları bulunmaktadır. Yine Protestan, Roma- Katolik ve Ortodoks Hristiyan anlayışları arasında da oldukça ince, ancak ihmal edilemeyecek farklılıklar mevcuttur. Bu nedenle bizim teizmi, bilimsel kozmoloji ile tamamen tutarlı ya da tamamen tutarsız birtakım doktrinler yığını olarak anlamamamız gerekir.
Ayrıca, her ne kadar kozmoloji ile olan teolojik etkileşimlerin çoğu Hristiyan geleneği içinde vuku bulmuş olsa da, Hristiyanlığın belirleyici özelliğinin (yani İsa’nın hususȋ rolünün) bu etkileşimlerde belirgin bir rol oynamış olması – şayet olduysa – nadiren söz konusu olmuştur.
1. Genel Bakış: Kozmoloji, Teoloji ve Din
Hristiyanlık ve diğer tek-tanrılı dinler (İslam ve Yahudilik), evreni yaratan ve evrenin varlığını sürdürmesini sağlayan aşkın ve malik bir tanrının varlığına hükmetmektedirler. Buna göre dünya, ancak nihaȋ ve doğaüstü bir sebepten ötürü vardır ve bu ‘Sebep’, Newton’un ifadesiyle ‘‘kör değildir ve keyfi hareket etmez, aksine mekanik bilimi ve geometride son derece yeteneklidir’’ (Cohen 1978, 282). İster genel felsefȋ anlamda ister bilimsel anlamda olsun, kozmoloji her daim teizmin bir parçası olagelmiştir. Ancak fizik ve astronomiye dayalı olan kozmolojinin tanrının varlığı ve rolüne ilişkin tartışmaları açmış olması nispeten yeni bir durumdur. Evrenin araştırılmasında sınırlı düzeyde fiziğin devreye sokulması, entropi kanununun kozmolojik neticelerinin büyük bir hevesle dünyanın başlangıcı ve sonuna dair Hristiyan doktrinleriyle ilişkili olarak tartışılmaya başladığı XIX. yüzyılın ikinci yarısına tekabül etmektedir. Fizik kozmolojisi esasen 1930’larda, evrenin genişleme halinde olduğunun ve sınırlı bir zaman önce başladığının keşfedilmesiyle doğmuş olan, XX. yüzyıla ait bir bilimdir. Fiziğin bir alt disiplini olan kozmoloji, bazı hususlarda matematiksel, felsefi ve klasik gözleme dayalı kozmolojiden ayrışsa da, bu farklı yaklaşımlar daimȋ etkileşim içindedirler. Modern anlamda ise fiziksel kozmoloji 1965’de kozmik mikrodalga arkaplan ışınımının keşfiyle ortaya çıkmıştır ve bu keşif, henüz yeni olan Büyük Patlama teorisini hızlı bir şekilde evrenin standard modeline dönüştürmüştür. Jim Peebles’in 1971 yılındaki Physical Cosmology adlı kitabı (muhtemelen bu adla çıkan ilk kitap), modern fiziksel kozmolojinin başlangıcı olarak saptanabilir.
Fiziksel kozmoloji, genel görelilik teorisi ve temel parçacıklar fiziği açısından modern bir bilim olsa da, geçerli kozmolojinin alakadar olduğu teolojik problemler eskidir. Evren sonlu bir zaman önce mi varlığa çıkmıştır? Evren bir sona doğru gidiyor mu? Kozmik evrim ve doğa kanunları neden tam da akıllı bir yaşamın varlığına izin verecek şekilde işlemektedir? Bunlar ve teizmle açıkca ilgili olan başka problemler halen en yeni kozmolojik teoriler ve gözlemlerin ışığı altında tartışılmaktadır. Ancak problemlerin bizatihȋ kendileri (ve doğrusu cevapların da çoğu) Ortaçağ filozofları ve teologları için çok tanıdıktır. Kimi zaman en temel soru olarak kabul edilen şu soru için de durum aynıdır: Niçin bir evren vardır? Ne günümüz modern fiziksel kozmolojisinden, ne de yarının daha ilerlemiş olanından, teist ve ateistleri aynı şekilde tatmin etmeyi sağlayan nihaȋ cevapların alınabileceğine ümit ışığı yakan herhangi bir neden yoktur.
2. Yaratılış ve Büyük Patlama (big bang)
Einstein’in genel görelilik kuramı, uzay- zamanın (space-time) kendi yapısının, evrenin maddȋ bileşenlerinin nedensel etkisine tȃbȋ olan dinamik bir değişken olduğunu göstermiştir. Gerçekte Einstein, oldukça geniş çaplı kozmolojik sorulara genel göreliliğin uygulanabilirlik potansiyelinin çok hızlı farkına varmıştır. Einstein’in ilk kozmolojik modeli (1917), statik, yani mekansal geometrisinin zamansal olarak sabit olduğu bir evreni tasvir etmekteydi. Bu model, mevcut alan denklemleriyle tutarlı değildi. Bu sebeple Einstein, Λ adı verilen kozmolojik sabiti eklemek suretiyle denklemleri yeniden düzenlemiştir. Daha sonra Einstein bu kozmolojik sabitenin eklenmesinden pişmanlık duyduysa da, son yıllarda, o sabitenin denklemlere dȃhil edilmesinin lehine bağımsız deliller ortaya çıkmıştır.
Öyle bile olsa, Einstein’in statik evren modeli bilimsel olarak yetersizdi. Nitekim o, 1920’lerde Edwin Hubble ve başkalarının gözlemine dayanan kızıla kayma (redshift) verisine açıklık getiremiyordu. Kızıla kayma gözlemi, uzak yıldızların bizden uzaklaştığını ve bu uzaklaşmanın mesafeleriyle doğru orantılı bir hızla gerçekleştiğini bildiriyor. Dolayısıyla bu gözlem, evrenin genişlediğini göstermektedir.
1920 ve 1930’lu yıllarda, genişleyen bir evreni öngören, genel göreliliğe dair bir dizi kozmolojik model ileri sürülmüştür. Bu konuda en doğru hesap, Friedmann- Robertson- Walker (FRW) grubunun modelleri ile ortaya konulmuştur. Bu modellerin ana özelliği, uzayın homojen ve buna bağlı olarak izotropik olduğu (yani her yönden aynı göründüğü) anlayışıdır. Uzayın homojen olduğu varsayımını, dört boyutlu uzay- zamanın, her birinin sabit kavisinin bulunduğu üç boyutlu uzay kümesine bölündüğü iddiası takip eder. Bu kavislerin mümkün üç şekli, üç klasik geometriye denktir: Öklidçi (düz), küresel (pozitif) ve hiberbolik (negatif). Bilinen bir FRW uzay- zamanında, bir zamandaki uzayın geometrisi başka herhangi bir zamandaki geometri ile bir ölçek çarpanında S(t) ilişkisindedir. Diyelim ki, bir referans zamanı T (2011 gibi), iki de referans galaksisi bulunsun ve d(T), T zamanında galaksiler arasındaki mesafeyi ifade etsin. Bu durumda herhangi bir t zamanında iki galaksi arasındaki mesafe, S(T)=1 kabul edildiğinde, d(t)= S(t)d(T) formülüyle gösterilir. Ölçek çarpanını ifade eden S(t)’nin hareketleri FRW evreninin dinamiklerini kodlamaktadır.
(Mesela ağır objeleri olan) bizim evrenimizin düzenini oluşturduğunu kabul edebileceğimiz bu FRW uzay-zamanlarında, zaman parametresi t’nin son derece düşük bir sıçrama değeri t0 vardır. Bilhassa t, t0’a doğru küçüldükçe, alan parametresi S(t) sıfıra doğru gidiyor. Peki t, t0’a ulaştığında ne oluyor? Kısacası, bu modeller orada ne olduğunu tam olarak açıklayamamaktadırlar, zira uzay- zamanda t0 zaman koordinatında hiçbir değer yoktur. O halde t0, asla ulaşılamayan ideal bir noktadır. Bu da demek oluyor ki, evren t0’dan sonra her zamanda mevcuttur, ancak t0’dan önce ve t0 noktasında mevcut değildir. Bu özellikteki uzay- zaman modeline tekil denilmektedir; asla ulaşılamayan ideal nokta ise tekillik olarak adlandırılmıştır. Başka bir ifadeyle, Büyük Patlama FRW uzay zamanında bir tekilliktir.[2]
FRW uzay- zamanı, evrenimizin büyük boyutlu yapısının son derece kesin bir tasviridir. Mademki bu modeller evrene sonlu bir ömür biçmişlerdir, evrenin ezelden beridir var olmadığı neticesine ulaşmak da akla pek uygundur.
Ancak birçok fizikçi ve filozof bu sonuca varma konusunda çekinceli davranır. Esasında, 1950’li yıllarda ve 1960’lı yılların başında yaygın olan görüş, FRW modellerindeki tekilliklerin, mükemmel izotropi ve homojenlik gibi yanlış idealize edilen kabullerin sonuçları oldukları yönündedir. Ancak bu tekilliklerden kaçış yolu; Robert Geroch, Stephen Hawking ve Roger Penrose’un ‘‘tekillik teoremlerini’’ ispat etmeleriyle kesin olarak kapanmıştır, ki onlara göre neredeyse tüm uzay- zamanlar tekildir ve hususen neredeyse tüm kozmolojik modeller sonlu yaşlı bir evreni tasvir eder.
Bazı teistler, kozmolojik modellerin evrende tekillik öngören yapısını, Tanrı’nın evreni yoktan (ex nihilo) var ettiği iddiasının onaylanması olarak görmüşlerdir. Bu ‘‘Büyük Patlama teolojisi’’ni müdafaa edenler listesinde Pope Pius XII, Francis Collins (Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüler’inin müdürü) ve yine savunucuları olan William Lane Craig ve Hugh Ross yer almaktadır. Büyük Patlama kozmolojisi ilk bakışta (prima facie) gerçekten de teizme destek sağlamaktadır. Nitekim Büyük Patlama kozmolojisi, evrenin sonlu bir yaşta olduğunu söyler ve (geleneksel) teizm de Tanrı’nın evreni yoktan var ettiğini ileri sürer. Bu durumda Büyük Patlama kozmolojisi geleneksel teizmi doğrulamış olmuyor mu? Bu tür iddialara ihtiyatlı yaklaşmayı gerektiren bir takım nedenlerden söz edeceğiz.
‘‘Büyük Patlama teolojisi’’ni savunanlar, en çok evrenin sonlu bir geçmişe sahip olduğu iddiasına ilgi duyarlar. Buna göre, istidlȃle dayanan mesnetler zinciri aşağıdaki gibi olmalıdır:
Büyük Patlama modeli → destekler → Sınırlı Yaştaki Evren → destekler → Teizm
Varsayılan birinci istidlȃlȋ ilişkiyi tartışmaya geçmeden evvel, bütün teistlerin evrenin sonlu bir geçmişe sahip olduğu iddiasında bulunmadıklarını belirtmek istiyoruz. Örneğin Aquinas (Summa Theologica adlı eserinde ve başka yerlerde) aklın, evrenin sonluluğuna hükmedemeyeceğini ileri sürer. Ancak Aquinas aynı zamanda aklın, Tanrı’nın varlığına hükmedebileceğini düşünür. Dolayısıyla Aquinas, yaratıcı olarak Tanrı tasavvurunun, evrenin sonlu bir geçmişe sahip olduğu fikrini içerdiğini sanmamaktadır. (Bazı çağdaş teologların aksine Aquinas, bir Hristiyan teistin, yine de evrenin sonlu geçmişe sahip olduğuna inanması gerektiğini ileri sürer. Aquinas’a göre evrenin sonlu geçmişe sahip olması, İsa’nın Tanrılığı gibi vahye dayalı bir doktrindir.) Çağdaş teologlardan Arthur Peacocke ve Ian Barbour’a göre de, evrenin ‘‘yaratılış’’ doktrininin en iyi yorumu, evrenin Tanrı’ya zaman ötesi bağlılığıdır ve söz konusu bu bağlılık, zamansal olarak kayıtlı bir yaratılış olgusunu gerektirmemektedir. Bu aynı zamanda, bir Cizvit [Hristiyanlık’ta XVI. yüzyılda ortaya çıkmış, ‘‘İsa Derneği’’ şeklinde de anılan bir tarikat, Ç.N.] papazı ve kozmoloğu olan William Stoeger’in (2010) görüşüdür. O, bilimsel kozmolojinin, teolojiyi yanlışlarından arındırabileceğini ancak akla uygun olarak ileri sürdükleri şeylerde teolojiyle çatışamayacağını savunmuştur. Bu bölümün geri kalanında biz, evrenin sonlu yaşta olması iddiasında teizmin yetersiz mi kaldığı yoksa onun güçlü temellere mi dayandığı sorununu daha fazla tartışmayacağız. (Bu konudaki argümanların değerlendirilmesi için bk. Copan & Craig 2004.) Şimdilik biz, yoktan (ex nihilo) yaratılış görüşünü savunmaya kendisini – belkide toyca – adamış olan teizmin versiyonlarına odaklanalım. Teizmin bu çeşit yaklaşımında bile, Büyük Patlama’yı evrenin Tanrı tarafından yaratıldığı tahminine destek olarak görmeye ihtiyatlı yaklaşmak için hȃlȃ sebepler vardır.
2.1 Büyük Patlama kimin teizmini onaylaması gerekiyor?
Büyük Patlama teologları, ‘‘evren 13 milyar sene yaşındadır’’ iddiasının, teizme apaçık bir dayanak sunduğunu ileri sürerler. Ancak birçok teist için, evrenin 13 milyar yaşında olduğu tespiti, onların teistik inançlarının yanlışlanması anlamına gelmektedir. Örneğin İrlanda piskoposu Ussher (1581- 1656), İncil’den, evrenin M.Ö. 4004 yılında yaratıldığı bilgisini elde ettiğini ileri sürmüştür. XXI. yüzyılda bile bazı Hristiyan düşünürler, İncil’in hükmüyle evrene 13 milyar seneden düşük bir yaş tayin etmektedirler (bk. Kelly 2000 ve Byl 2001). Bu durumda bu düşünürlere göre Büyük Patlama, teizmi – ya da en azından onların literalist bir yaklaşımla İncil’den elde ettikleri yaratılış anlayışını içeren teizm versiyonunu – yanlışlayacaktır. Daha da önemlisi, öyle görünüyor ki, Hristiyan teizmin evrenin sonlu geçmişe sahip olduğu inancına yeltenmesinin temelinde, onun İncil’in yaratılış anlayışının gerçekliğine teslim olması yatmaktadır. Demek oluyor ki bir teist, evrenin kökeni hususunda Büyük Patlama açıklamasına inandığında, bunun sonucunda İncil’in ortaya koyduğu anlayışta şüphe duyacak ve daha sonra evrenin yaşının sonlu olduğuna dair bir delilini – ve muhtemelen tek delilini – kaybedecektir.
Elbette ki, evrenin yaratılmış olduğunu kabul etmekle birlikte evrene muayyen bir yaş tayin etmemek suretiyle yaratılış hikayesini mecazȋ olarak yorumlayan teistler de vardır. Bu teistlere göre, evrenin sonlu bir geçmişe sahip olduğu fikrine ulaşmak, inançlarını baltalamak yerine onları onaylamaya yarayabilir.
2.2 Bir teist bilimsel kozmolojiden onay aramalı mıdır?
Geleneksel Hristiyan teizmine göre, ex nihilo yaratılış bir mucizedir, yani doğa kanunlarıyla açıklanamayan bir şeydir. O halde neden bir teist ex nihilo olan bir yaratılışı doğanın kanunlarından türetebileceğini umsun ki? Bunu Hristiyanlık’ta, örneğin Hz. İsa’nın suyu şaraba çevirdiği iddiası gibi, diğer varsayılan mucizelerle karşılaştıralım… Hristiyan teistler, kimyagerlerin suyun şaraba dönüşebileceğini söylemesini bekliyorlar mı? Elbette ki hayır! Tanrı doğa kanunlarını aşabilmesi gerekir, ayrıca hâlihazırda ne olup bittiğini açıklamada doğa kanunları (Tanrı müdahale etmiş olabileceğinden) iptal da edilebilir. Öte taraftan, Tanrı evreni geçmişte sonlu bir zamanda yaratmış iken, en iyi (en açıklayıcı, en şık) kozmolojik teori, evrenin geçmişinin sonsuz olduğu fikrini ileri süremez mi?
Yüzleşmek durumunda olduğumuz bu karmaşa, tek bir güncel modeli bulunan, tarihsel ve hȃlȃ kanuna dayalı bilim ifade eden kozmolojinin hususȋ bir durumundan yararlanmaktadır. Teistler, suyun şaraba dönüşebilme imkanının, kimyanın kanunları tarafından öngörülebileceğine kesinlikle ihtimal vermezken, tarihen sabit bir olayın meydana gelmiş mucizelere referans olacağına inanmaktadırlar. Peki, kozmoloji daha çok tarih midir, yoksa daha çok kimya mıdır? Tanrı evreni yarattıysa, böylesi bir vakayı, bir kozmolojik kuram mı haber vermeli (ya da tahmin etmeli ya da zorunlu kılmalı)? Ya da kozmoloji sadece evrenlere kanunlar sağlamak için mi gereklidir? Öyle kanunlar ki, evrenimizde esasında çiğnenmiş de olabilirler…
2.3. Hangi kozmolojik modeller yoktan (ex nihilo) yaratılış doktrinini desteklemektedir?
Diyelim ki, teistler daha sert bir tutum sergileyerek, teizmin sadece sonlu geçmişe sahip evren anlayışına uygun kozmolojik modeller talep ettiğini (ve desteklediğini) söylüyorlar. Bu durumda bizim kozmolojik modellerimizdeki zaman parametresi, rahatlıkla sıfırdan başlatabileceğimiz bazı sabit rakamların altında bir değer almamalıdır.
Fakat (0,t) aralığı topolojik olarak (−∞, t) ile eşbiçimlidir, bu da zamanın süresinin (sonluya karşı sonsuz) özünde fiziksel veya teolojik önemden yoksun olabileceğini düşündürmektedir. Bu tür bir nokta 1935 yılında E.A. Milne tarafından, daha sonra 1969 yılında ondan bağımsız olarak Charles Misner tarafından ortaya konulmuştur. Özellikle Misner, sınırlanmış zaman parametresinin bir anlam ifade etmediği yönündeki endişeleri bertaraf etmek amacıyla, zaman parametresi t’nin yerine onun negatif logaritmasını (-log t) koymuştur. Misner’e göre (1969, 1331), tekillikler ile başlayan modellerde bile ‘‘evren sonsuz bir yaştadır, zira başlangıcından beri sonsuz birçok şey meydana gelmiştir.’’ İlginç bir şekilde Misner’in bu açılımı, bir yaratıcıya olan ihtiyacın önünü kesme arzusuna bağlı olamaz. Misner kendisini katolik bir Hristiyan olarak tanımlamaktadır.
Sonlu/sonsuz zaman ayırımının itibarȋ olma durumunu kayda düşüren, katolik bilim filozofu Ernan McMullin olmuştur. O, teolojik ex nihilo yaratılış doktrininde metrik bir yorumun yer alması gerekmediği sonucuna ulaşmaktadır (McMullin 1981). Daha doğrusu McMullin, ex nihilo doktrininin tertip teorisi (bk. order theory) biçiminde yorumlanması gerektiğini ileri sürmüştür. Buna göre zaman silsilesinin bir başlangıç noktası olmalıdır. Ancak bu tertip teorisine uygun kriter, en azından yürürlükte olan kozmolojik modeller bakımından, teizme yarar sağlamaz. Bir taraftan, FRW kozmolojik modelleri tertip teorisi kriterinde başarısız olmuşlardır, nitekim onlarda zamanın bir ‘ilk anı’ yoktur. Öte taraftan, zamanın ideal bir ilk anı herhangi bir uzay- zamana eklenebilir, hatta metrik olarak sonsuz bir geçmişi olanlarına bile (bk. Earmann 1995). O halde sıradan bir tertip teorisi kriteri, kozmolojik modellerin ex nihilo yaratılış doktriniyle tutarlı olup olmadığını görmek için kötü bir kılavuzdur.
Bir kozmolojik modelin ne durumda yoktan (ex nihilo) yaratılış ile uyumlu olduğunu gösterecek daha uygun bir kriter için tekil uzay- zamanların detaylıca analizine ihtiyaç vardır (sonraki başlığın daha geniş tartışmaları için bk. Earmann 1995). Bir uzay- zamanın ne zaman gerçekten tekil olduğunu gösteren mevut açıklamaların en iyisi (eksik koordinatlarla tanımlanmış olmasının aksine olarak) sonlu uzunluğun uzatılamayan jeodeziği içerendir. Öngörüyle bir jeodezik, serbest düşüşte bir saatin takip ettiği yörüngedir. Eğer bir saat geçmişte genişletilemeyen (past- inextendible) bir jeodezikte sonra da geçmişte bir sonlu zamanda hareket ediyorsa, o saat mevcut değildir, dahası, uzay- zamanın kendisi mevcut değildir. Bu sebeple Büyük Patlama teologları, yoktan (ex nihilo) yaratılışın, genişletilemeyen jeodeziği olan kozmolojik bir uzay- zaman tarafından kesin bir biçimde doğrulandığını iddia edebilmek için ellerinden geleni yaparlar. (Aslında bu kriter FRW modellerinde tutuyor.) Bu tür bir önerideki asıl problem, onun güçlü, sezgisel bir teolojik doktrini, ‘‘Lorentz manifoldun’’ (çeşitli geometrilerde böyle tanımlanmıştır) son derece kesin bir tekniksel özelliğine bağlamasıdır. O halde böyle yapılmasındaki risk, birinin, alakasız bir muhtevayı bu teolojik doktrine dâhil edebileceğidir: Gelecekte bir model, teolojik doktrinle hala uyumlu olduğu halde teknik kriteri ihmal edebilir. Ayrıca birçok Hristiyan teistler, teolojik doktrinlerinin özde sarih olduğunu ve anlaşılmalarının ekollerin papazlarından oluşan elit bir kitleye mahsus olmadığını ileri sürerler. Ancak, eksik jeodeziklere sahip bir Lorentziyen manifolduna dair fikrin, ortalama düzeydeki bir kimse için erişilebilir olduğunu söylemek pek mümkün değildir.
2.4 Genel Göreliliğe güvenebilir miyiz?
Netice itibariyle Büyük Patlama teolojisi, ‘genel görelilik ve tekillik teoremleri evrenin zamansal bir başlangıcının olduğunu bir kere genel-geçer olarak ortaya koymuştur’ derse, haddini aşmış olur. Gerçekte, göreliliğe dayalı kozmoloji, Büyük Patlama gibi bir dinamik tekilliğe bağlı zamanlar konusunda kendi hükümsüzlüğünü öngörmektedir. (Karşıt görüş için bk. Misner 1969.) Göreliliğe dayalı kozmolojinin kendi hükümsüzlüğünü öngörmesinin sebebi, tekilliklerin çevresinde çekim gücü etkilerinin daha yoğun, kuantum etkilerinin ise daha baskın rol oynadığının tahmin ediliyor olmasıdır. Ancak genel görelilik, kuantum etkilerini kapsamıyor ve aslında bu tür yoğun çekim gücünün olduğu bir ortamda test edilmemiştir. Bu sebeple tekillik teoremlerinin, kuantum etkilerini de kapsayan genel göreliliğe dair geleceğin mirasçı bir teorinin yapısı hakkında geçerli bir öngörüde bulunduğuna inanmak için çok az neden vardır. Biz bu konuyu dördüncü bölümde tartışacağız.
2.5 Big-bang ateizm için bir delil teşkil ediyor mu?
Çoğu filozof ve fizikçi, Büyük Patlama kozmolojisinin geleneksel teizme karşı ya nötr durduğunu ya da onun destekleyicisi olduğunu düşünmüştür. Bu sebeple ateistler genelde savunmacı bir duruşla Büyük Patlama teologlarının iddialarını çürütmeye çalışmışlardır. Fakat lafını sakınmayan bir azınlık – biz onları ‘‘Büyük Patlama ateologları’’ olarak adlandırabiliriz – Büyük Patlama’nın teizmi reddettiği hususunda daha güçlü iddialarda bulunmuşlardır. Bu Büyük Patlama ateolojisinin en bilindik taraftarları Adolf Grünbaum ve Quentin Smith adındaki filozoflardır. Smith’in düşüncesine göre kuantum kozmolojileri, teizmin aleyhine daha güçlü delil sağlayacak şekilde de kullanılabilir.
Büyük Patlama ateologları, kendi argümanlarını ileri sürerek, teist akranlarının gözden kaçırdıklarını düşündükleri hususları sayarlar. Bu hususlardan birisi, FRW kozmolojik modellerinin bir ilk halinin bulunmadığıdır. Bu durumda, Büyük Patlama’dan yardım uman bir teist, evrenin herhangi bir durumunun (biz buna A diyelim) olduğunu söyleyemez ki, tanrının evreni A durumunda yaratmış olduğunu da söyleyebilsin. O, evvela zamansal aralıklar yahut buna benzer şeyler yaratan bir tanrı hususunda daha sofistik bir tutum sergilemek zorundadır. Peki bu ‘daha sofistik’ gelişmeler hala geleneksel teoloji ile uyum içinde midir?
Büyük Patlama ateologları, (a) Büyük Patlama’dan önce zamanın olmadığı (ta ki zamanın kendisi evrenle birlikte varlığa çıksın) ve (b) evrenin sebepli olduğu görüşlerin her ikisini de kabul etmenin bir anlam ifade etmediğini de söylerler. Elbette birçok teist, tanrının evrenin zamandan bağımsız nedeni olduğunu iddia etmektedir ve onlar, bu eleştiriler karşısında bu türden bir eğilimin tutarlılığını savunmaya yeltenebilirler.
Kuantum kozmolojisi ise teoloji için daha başka komplikasyonlara neden oluyor. Spesifik önerilerin gereğinden fazla detayına girmeden şunu ifade edelim ki, birçok kuantum kozmolojisinin müşterek teması, evrenlere bir olasılık dağılımı biçmektir. Başka bir ifadeyle kuantum kozmolojileri evrenlerin belli çeşitlerinin mevcut olduğuna dair bir ihtimaliyet ölçümü sunar. Başka eski kuantum kozmolojileri (örneğin Hawking’in ilk önerileri) hala evrenin sonlu bir başlangıcının olduğunu sanmaktadır. Hal böyle iken onların – klasik genel görelilikten de fazla- ileri düzeyde açıklayıcı gücü, evren hakkında teistik açıklamaların baltalanması olarak düşünülebilir. Öncelikle, kuantum kozmolojisi, yüksek ihtimallerle bizim evren gibi başka evrenlerin mevcut olabileceğinden söz ederler. Bu açıdan bakıldığında kuantum kozmolojileri, evrenin kökeni hakkında teistik olmayan rakip açıklamalar teklif etmek için kullanılabilir.
Buna cevaben teistler, kuantum kozmolojilerinin evrenin varlığına ilişkin koşulsuz ihtimallerden yola çıkmadıklarını ileri sürmüşlerdir. Örneğin, Craig (1997), Deltete & Guy (1997) ve Oppy (1997), kuantum kozmolojilerinin, bazı evren biçimlerinin varlıklarıyla başka evren biçimlerinin ortaya çıktığı şeklinde, sadece koşullu ihtimaller söz ettiklerini savunmuşlardır. Smith (1998) kuantum kozmolojisindeki ihtimallerin koşulsuz olduğunu savunarak yanıt vermiştir. Ancak bu tartışmada hiçbir taraf, kuantum ihtimallerinin yorumlanmasına dâhil olan özel komplikasyonlara katılmış değildir. Örneğin Smith, çeşitli evren biçimlerine ilişkin ihtimaliyet dağılımını ortaya koymak için evrensel ‘dalga fonksiyonunu’ Ψ(hi j, f) kullanmaktadır. Ancak biz elementer kuantum mekaniğinden biliyoruz ki, mutlak anlamda ihtimaliyetlerin elde edilmesi için dalga fonksiyonunun kullanılması son dderece tutarsızdır (yani çelişkilere götürür. Bu çelişki meşhur Kochen- Specker teoreminden türetilmiştir.) Şu sonuca ulaşıyoruz ki, kuantum kozmolojilerinin metafiziksel değerini ölçebilmek için, kuantum mekaniğinin yorumunda daha detaylı bir mülahazaya ihtiyaç vardır.
3. Kararlı- hat (steady-state) evren kuramları
Aristoteles’in kozmolojisi, değişim göstermeyen ve ebedȋ olan bir evren anlayışını içermesi dolayısıyla kararlı- hat teorileri arasında yer alır. 1917’de Einstein, evrene dair ilk görelilik kuramını önerdiğinde, farkında olmadan Aristoteles’in sistemiyle ortak olan niteliklere sahip bir evren portresi çizmiştir: onun evreni, uzaysal olarak sonlu fakat zamansal açıdan sonsuzdu. Evrenin genişlediğine dair keşif, kararlı- hat kuramını diğer kozmolojik modellerin değilse de, göreliliğe dayalı kozmolojinin dışına itmiştir. Nobel ödülü sahibi ve meşhur bir fizikçi olan Robert Millikan 1930’larda, entropinin büyümesine karşın, madde ve enerjinin devamlı yaratılışıyla sonsuz yinelenen bir evren anlayışını destekleyen kimseler arasındaydı. O, bu tür sonsuz ve daima değişmekte olan evren ile Tanrı’nın daimȋ aktivitesini açığa çıkardığını düşünmüş ve kozmolojik modelini, genel anlamda Hristiyan doktrinine, özel anlamda da Tanrı’nın içkinliğine bir delil olarak takdim etmiştir.
Erken dönemin kararlı- hat evren anlayışlarının aksine; Fred Hoyle, Hermann Bondi ve Thomas Gold’un 1948’de geliştirdikleri kuram, evrenin genişlediğini kabul etmekteydi. Kavramsal olarak bu kuram, ‘‘mükemmel kozmolojik ilke’’si üzerine bina edilmiştir. Bu ilke, evrenin, büyük ölçekli özelliklerinde sadece mekansal değil, zamansal olarak da homojen olduğuna dair bir kaziyedir. Bu klasik kararlı- hat kuramı, yeni keşiflere (kozmik mikrodalga arkaplan ışınımı ve kızıla kayma) izahat vermedeki yetersizliğinden ötürü 1960’lı yıllarda terk edilmiş olmasına rağmen, kozmoloji- teoloji tartışmalarında aydınlatıcı bir konumda olmayı sürdürmektedir. Dahası, bu teori henüz tam olarak geçerliliğini yitirmediği gibi, onun bazı karakteristik özellikleri, Jayant Narlikar ve bazı başka kozmoloji uzmanları tarafından hala savunulan yarı- kararlı- hat kozmolojisi (quasi-steady-state cosmology/ QSSC) kuramında varlığını devam ettirmektedir. Bu model, mükemmel kozmolojik ilkesine uygun olmasa da, içinde maddenin sürekli olarak yaratıldığı belirsiz bir kozmik zaman ölçüsü varsaymaktadır. Bu bakımdan o, Büyük Patlama kuramına ve onun tanrısal yaratılış lehine kabul edilen çağrışımlarına bir alternatif teşkil etmektedir. 1994’de, yani QSSC modelini geliştirdiği zaman zarfında Hoyle, Büyük Patlama kozmolojisine ‘‘dinȋ köktenciliğin bir türü’’ (Hoyle 1994, 413) şeklinde atıfta bulunmuştur. Klasik kararlı- hat kuramına göre evren, sonsuz bir zaman zarfında genişlemiştir ve sonsuza dek genişlemeye devam edecektir. Yine de maddenin ortalama yoğunluğu sabit kalmaktadır, zira madde, daha doğrusu madde enerjisi sürekli olarak yoktan yaratılmıştır. (Kuramın daha sonraki uyarlamalarında, maddenin yaratılışı ex nihilo değildir.) Biri sonsuz zaman ölçeği, diğeri maddenin yaratılışındaki süreklilik olan bu iki özellik birbirinin karşıtı olup, fiziksel ve aynı zamanda teolojik bir yapının irtibatınac sebep olmuştur.
1950’li yıllarda yaygın olan kanaate göre, kararlı- hat evren fikri, teizme muhalif durmaktaydı ya da en azından evrenin yaratılışında Tanrı’yı gereksiz kılmaktaydı. Neticede, zamansal bir sonsuzlukta yaşayan Tanrı, evreni nasıl yaratmış olsundu? Gökbilimci, bilimi popüler yapan ve inançsız olan Carl Sagan’a göre, ‘‘bu, Yaratıcı’yı yalanlayabilecek bilimin akla uygun tek buluşudur, zira sonsuz geçmişe sahip bir dünya asla yaratılmış olamazdı’’ (1997, 265). Bu iddia teizm için ciddi bir problem teşkil ediyor görünse de, teologlar hazırlıklıydılar. Nitekim XIII. yüzyılda Thomas Aquinas’ın, Tanrı’nın pekala ezelȋ bir evren yaratabileceğini ileri sürdüğünden beri bu tartışıla gelmişti. Dahası, ezelȋ bir evrene dair teolojik söylemler yeni ortaya çıkmış olmayıp, onlar, ezelȋ periyodik modellerle ilişkili olarak, gerek XIX. yüzyılın daha kurgusal uyarlamalarında, gerekse 1930’lardan bu yana öngörülen görelilik modellerinde zaten geliştirilmişlerdi.
Creatio continuans’a [lat. ‘‘devam eden yaratma’’, Ç.N.] dair Thomistik doktrine göre tanrı, şeylerin varlığa çıkmasına, varlıkları bütünüyle O’nun gücüne bağlı olması bakımından neden olmaktadır. Şeyler kendi hallerine bırakılsaydı, onlar yok olur, yahut yokluğa geri dönüşürlerdi. Bu açıdan bakıldığında yaratma, fiziksel ve zamansal olmaktan öte, temelde metafiziksel bir problemdir, dolayısıyla sonsuz ama yine de yaratılmış bir evren son derece mümkündür. Enteresan bir şekilde, kararlı- hat kuramına öncülük eden fizikçi William McCrea da, hangi şekilde olursa olsun, kozmolojinin zorunlu olarak ilahi bir yaratıcı esasını içermesi gerektiğini savunan samimi bir Hristiyan idi. 1950’lerde hem Protestan hem de Katolik teologlar, Hoyle’in sonsuz evren anlayışının detayda dine aykırı olmadığını çünkü onun hȃlȃ bir yaratıcıya ihtiyaç duyduğunu söylemekle aceleci davrandılar. Onlar, kozmik yaratmanın öncelikli olarak dünyanın Tanrı’ya ontolojik bağımlılığı ile ilgili olduğunu vurgulayarak, sadece eski ‘daimȋ ilahȋ yaratma’ anlayışını harekete geçirmekle kalmamış, aynı zamanda, Tanrı’ya imanın, hangi varyantta olursa olsun, fiziksel kozmolojiyle çok az ilgili olduğunu vurgulamışlardır. Papaz ve din felsefecisi Erich Mascall, kararlı- hat modelinin, imanla ilgili sorunlara sebep olması için bir neden görmemiştir. Onun 1956’da söylediği gibi, ‘‘dünyanın bir başlangıcının bulunup bulunmadığına dair temel soru, son tahlilde, teoloji için son derece önemsizdir.’’ (Mascall 1956, 155).
Mascall’a benzer görüşler daha sonraki teologlar ve Hristiyan filozoflar nezdinde devam ettirilmiştir, ancak hepsinde değil. Zaman dışı (atemporal) sürekli yaratmanın İncil’de kesin olarak temellendirilmiş olup olmadığı konusunda ve ayrıca dünyanın mutlak başlangıcının önemi konularında bir anlaşmazlık vardır (muhalif görüşler için bk. Copan ve Craig 2004 ve Mayıs 1994). Kozmolojinin esasen Hristiyan inancıyla alakasız olduğuna dair görüş tartışmasız kabul edilmiş olamaz. Ernan McMullin’in işaret ettiği gibi, Hristiyanlığın doktrinleri, metafizik ve ahlaki davranış yasalarından daha fazlasıdır; onlar aynı zamanda, evren ve onun içerdiği nesneler hakkında konuşan kozmik iddialardır. Bu sebeple teologlar özelde kozmoljiye, genelde ise bilime kulak vermeleri gerekiyor.
Bazı Hristiyan bilimciler ve filozoflar, kararlı- hat kuramının önerdiği maddenin sürekli yaratılışını, sürekli ilahȋ yaratmanın bir tezȃhürü olarak görmüşlerdir. Nitekim katolik filozof Philip Quinn (1993), eski creatio continuans kavramını kararlı- hat kozmolojisine uyarlamıştır. İddia esasen şudur ki, madem maddenin yoktan (ex nihilo) yaratılışı enerji korumasını bozmaktadır, o halde dışardan yaratıcı bir neden bu bozulmanın açıklaması olmalıdır. Quinn bu ‘neden’i, sonsuz ilahȋ yaratma olarak tanımlamaktadır. Bu tür bir muhakeme, Adolf Grünbaum tarafından şiddetli bir şekilde eleştirilmiştir. O, sonsuz ilahȋ yaratma fikrinin temelini oluşturan iddiayı düpedüz reddederken, evrenin doğal halini yokluk (nothingness) olarak görmüştür. Bu iddia ayrıntılarında Richard Swinburne (1996) tarafından tartışılmıştır. O, hiçbir şeyin mevcut olmamasını olağandışı bulur ve bir şeylerin mevcut olduğu hakikatine isnaden, Tanrı’nın varlığı sonucuna ulaşılacağını söyler. Ancak Grünbaum’e göre ne Büyük Patlama’da, ne de kararlı- hat kozmolojsinde ilahi yaratmaya yer yoktur. Onun vardığı neticede, ‘‘kararlı- hat kozmolojisi esasında, ilahȋ yaratıcı müdahelenin kararlı- hat evreninde yeni maddenin varlığa korunumsuz çıkarılmasında (nonconservative popping) nedensel olarak gerekli olduğu iddiası ile mantıksal olarak bağdaşmamaktadır’’ (Grünbaum 1996, 529).
Kararlı- hat kozmolojisi en azından geleneksel teoloji açısından problemli olmasına karşın, tanrının doğal süreçlerle yaratıcı ve daimȋ olarak etkileşim içinde bulunduğu süreç teoloji veya felsefesinin fikirleri ile uyumludur. Genel anlamda Whitehead’in felsefesi, Büyük Patlama evreninden ziyade, kararlı- hat anlayışı ile daha çok ahenk içindedir. Süreç düşüncesinden esinlenmiş samimi bir Hristiyan olan meşhur Britanyalı astronom Bernard Lovell (1959), sempati duyduğu kararlı- hat kuramının Tanrı inancına bir tehdit olarak anlaşılmasına anlam verememiştir. Onun için maddenin yaratılışı, Tanrı’nın fiillerinin kesin bir kanıtıdır.
4. Kuantum ve sicim (string) kozmolojileri
Daha önce de belirttiğimiz gibi, tekilliğe yakın alanlarda ve en önemlisi, Büyük Patlama’ya çok yakın zamanlarda, klasik Genel Göreliliğin geçersizliğinde şüphe etmek için nedenler vardır. Özellikle uzunlukların çok küçük olduğu, kavislenme ve sıcaklığın ise yüksek olduğu zamanlarda- şayet yerçekim kuvveti doğanın bilinen diğer kuvvetleri gibi işliyorsa- kuantum etkileri ön plana çıkacaktır ve biz bu nedenle birbirinden farklı sonuçlar beklemeliyiz. Görelilik kozmolojisinin ‘sonlu yaş’ varsayımının bir kuantum çekimi ya da sicim teorisi içinde varlığını sürdüreceğini düşünmek için yeterli sebepler olmadıkça, tek başına bu gözlem, Büyük Patlama teolojisine olan tutkunun tamamen yıkılması için yeterlidir. Bu bölümde biz, çekim ve kuantum mekaniğini birleştirmeye girişen teorilerdeki tekillikler hakkında bilindik verileri kısaca gözden geçireceğiz. Bizim incelememiz iki neticeyi destekliyor: (1) Biz henüz en iyi modelin sonlu bir yaşa sahip evreni öngöreceğini bilmiyoruz, ancak (2) Büyük Patlama’nın zorunlu olarak mutlak bir başlangıç olmadığını düşünmek için iyi nedenler vardır.
Bir dizi önerilmiş kuantum kozmoloji kuramı vardır. Belki bunların en iyi bilineni, hudutsuz bir evren görüşüne ulaşan, ‘‘o halde Yaratıcı’nın mekanı neresi?’’ şeklindeki meşhur soruyu gündeme getiren Stephen Hawking’in önerisidir. Hawking’in kozmolojisinin teizm ile bağlantı kurması, Craig & Smith (1995), Deltete & Guy (1997), Craig (1997) ve Smith’da (1998) genişçe tartışılmıştır. Ancak Hawking’in kuramının, kuantum kozmolojisinin nihaȋ varyantını ifade ettiğini düşünmek akılsızlık olur. Drees’da yer aldığı üzere (1990), Hawking’in yaklaşımı, görelilik kozmolojisine kuantum etkisini dâhil eden çeşitli muhalif girişimlerin arasında sadece birisidir. Ve biz onun idiyosenkratik metafiziksel tasvirini kabul etmeye mecbur değiliz. Daha da önemlisi, Hawking’in kozmolojik modelinin taşıdığı anlam, onun, genel görelilik kuantum teorisinin daha kapsamlı bir birleşmesinden meydana gelmediğidir. Bu bölümde biz, genel görelilik ve kuantum kuramının sistematik ve kapsamlı birleşiminin sonucu olan iki kozmolojik kurama başvuracağız: Döngüsel kuantum kozmolojisi ve sicim kozmolojisi.
Döngüsel kuantum kozmolojisi (LQC), döngüsel kuantum çekim (LQG) programının çatısı altındaki kozmolojiye olan bir yaklaşım olup, kuantum teorisi ve genel göreliliğin birleşmesinin, yerçekimi alanının ve buna bağlı olarak uzay-zamanın yapısının ‘‘nicelenmesini’’ gerektireceği fikrinden yola çıkmıştır. Kabaca söylersek, bir kuramın nicelenmesi, onun niceliklerinin (örneğin konum, an (momentum), sayısal kavislenme vs.) ‘‘matris’’ler, ya da daha genel olarak ‘‘Hilbert alanının operatörleri’’ ile yer değiştirmesi anlamındadır. Bu yer değiştirmenin çok önemli fiziksel neticeleri olabilir. Özellikle bir niceliğin spektrumu (yani sahip olabileceği sayısal değerler) evvelce daimȋ olduğu yerde ayrıklaştırılmış duruma gelebilir, yahut evvelce sınırlandırılmamış olduğu yerde sınırlandırılmış olabilir, ayrıca nicelikler, Heisenberg belirsizlik ilkesine[3] uymaya zorlanmış olabilir.
Bizim amaçlarımız için en önemli soru, zaman parametresi t’nin ilk sınır zamanı t0’a yaklaşmasında, klasik FRW uzay- zamanda sınırsız uzunlukta büyüyen bu niceliklere (örneğin uzaysal kavislenmelere) ne olduğudur. Bu soruyu cevaplandırmak için, operatörlerin tanım alanlarını vs. içeren girift teknik ayrıntılardan geçmek gerekiyor. Ancak (Martin Bojowald ve arkadaşları tarafından ilk sırada savunulan) en meşhur öneriyi özetlemek istediğimizde bu, sıfırdan uzak olan bir alan parametresi S(t) ile sonuçlanmaktadır ve bu kavislenmenin yukardan sınırlanmış olmasını icap ettirir. Daha doğrusu; LQC’nin dinamik denklemi, Büyük Patlama sebebiyle uzuyor. Bu da demek oluyor ki, Büyük Patlama’dan önce evren mevcuttu.
Döngüsel kuantum kozmolojisinin, Büyük Patlama ile ‘sonlu yaş’ kozmolojk modelini kesin surette devirdiğini söylemek vakitsizce olurdu. Ama yakın gelecekte bunun söz konusu olacağına dair göz ardı edilemeyecek bir ihtimal bulunmaktadır ve bundan ötürü, Büyük Patlama’nın evrenin başlangıcı ve daha ziyade (şayet yaratma olmuşsa bile) onun yaratılış olayı olmadığına dair göz ardı edilemeyecek bir ihtimal vardır.
Nasıl olursa olsun, döngüsel kuantum çekimi, çok sayıda araştırmacılar açısından, kuantum teorisi ve çekimini birleştirmenin en meşhur yolu değildir. ‘En meşhur’ olma ünvanı, sicim teorisine aittir. Bu sebeple sicim kuramının Büyük Patlama olayı hakkındaki perspektifinin, fiziksel kozmolojinin geleneksel teolojik doktrinlerle ilgisini değerlendirmek isteyenler için çok büyük bir önemi vardır.
Sicim kozmolojisinin bütün bulguları, evrenin Büyük Patlama’dan önce mevcut olduğuna işaret eder. Hususi olarak sicim kuramı şunu ileri sürer: temel simetri dönüşümlerini yeni evrenin kozmolojik modellerine uyguladığımızda, evrenin (önemli niceliklerle tersyüz edilmiş) bir kopyasını elde ederiz. Bu, ‘‘Büyük Patlama öncesi evren’’ olarak tanımlanabilir. Bu senaryoda mutlak anlamdaki Büyük Patlama ortadan kalkar ve onun yerine uzay-zaman kavislenmenin dinamik evriminde bir eyer noktası (saddle point) geçer. Bu noktadan önce kavislenme artmakta, noktadan sonra ise azalmaktadır.
Gasperini’ye (2008) göre, sicim kozmolojisinin Büyük Patlama öncesi evrene dair öngörüsü, simetri prensiplerinin prensipli bir uygulamasından ileri gelmektedir. Üstelik sicim teorisinin, sıfıra doğru küçülen sonsuz kavislenmenin yahut uzaysal uzunluğun tekilliğini hükümsüz bıraktığı anlaşılan (minimum sicim uzunluğu adında) yerleşik bir mekanizması vardır. LQC’de olduğu gibi, sicim teorisindeki fiziksel niceliklerin değerleri, kuantum mekanik kanunları tarafından zorlanmıştır. Yine klasik teorilerdeki sınırların ötesine geçmiş bazı nicelikler, bu teorinin nicemlenmiş varyantlarında elverişlidir.
Biz hȃlȃ, kuantum kozmolojisine rakip modeller arasında ayırım yapabilecek bilimsel verilerden yoksunuz. Ancak bu modeller birbirinden farklı bilimsel öngörülerde bulundukları gibi, klasik görelilik kozmolojisinden de farklı öngörülerde bulunmaktadırlar. Dolayısıyla, evrenin başlangıcının Büyük Patlama olup olmadığı, metafiziksel olmaktan çok bilimsel bir sorudur.
Nasıl ki Büyük Patlamanın teizme dost olmadığı açıksa, kuantum kozmolojisinin de teizme düşmanca yaklaşmadığı açıktır. Doğrusu, Chris İsham (1993, 405) kuantum kozmolojisinin hudutsuz evren tasvirinin, teizmin, tanrının her daim evrenin devam ettiricisi olduğundaki kararlılığıyla oldukça iyi bağdaştığını öne sürmüştür. (Bu konudaki tartışmalar için bk. Drees 1988, 1990, 1991.) Aristoteles kozmolojisinin dahil edilmesi ve Büyük Patlama kozmolojisinden yararlanılması örneklerinde görüldüğü gibi, elbettek ki teizm, doktrinlerini yaygın bilimsel dünya görüşleriyle uzlaştırabileceği bazı esneklikler göstermiştir. Kuantum kozmolojisinde durumun farklı olduğunu söyleyebilir miyiz?
5. Diğer standart dışı kozmolojiler
Yukarıda zikri geçen kuantum bazlı kozmolojiler dışında, evren hakkında yaygın olarak kabul edilen Büyük Patlama teorisinden farklılaşan ve bu anlamda ‘‘standard dışı’’ olan çeşitli teoriler vardır. Bu modellerden bazıları dinȋ bağlamda tartışılmıştır. Biz kendimizi, döngüsel (cyclic) kozmoloji ve çoklu evren (multiverse) teorisi adında iki teori ile sınırlandırmamız gerekecek.
5.1 Döngüsel (cyclic) kozmolojiler
III. yüzyılda Hristiyan bir filozof olan Origen, içinde bulunduğumuz evreni yaratmadan evvel tanrının, sonsuz sayıda daha evvel var olmuş evren serilerinin yaratılmasıyla meşgul olduğu spekülasyonunda bulunuyordu. Lakin, onun sonsuz döngüsel evrene dair fikri kilise tarafından kınanmış ve ondan sonra genelde ateizm ve materyalizmle ilişkili görülmüştür. Doğrusu, klasik döngüsel yahut yenilenen evren anlayışı, 1850 ile 1920 yılları arasında, onun Hristiyan doktriniyle bağdaşmadığını düşünen birçok ateist düşünürler arasında meşhurdu. Bununla birlikte bazı teistler bu tür bir evren anlayışını desteklemişlerdir. Buna örnek olarak Joseph Smith’in ‘‘bir dünya gidecek, cennetler bile, sonra yenisi gelecek’’ (Mormon Book of Moses 1:38) şeklindeki iddiası zikredilebilir.
Einstein’in kozmolojik alan denklemleri, atımlı evrenler serilerini doğrulamasa da, birçok kozmolog, göçmekte olan bir evrenin, tekil olmayan bir evrede yeniden nasıl ortaya çıkabileceği ve böylece (belki nihayetsiz olarak) yeni bir evrenin doğumuna sebep olabileceğinden söz etmişlerdir. Sayısız muhalif iddialara rağmen, kozmolog bir papaz olan Aksini söyleyen birçok iddiaya rağmen, kozmolog- papazı Lemaȋtre’nin bu tür bir ‘‘Phoenix evren’’ fikrini tasvip etmediğine temas edilmelidir. Bazı durumlarda ateizm, sınırsız geçmiş ve geleceği olan tekillikten yoksun modellerin önerilmesine yönelişin bir parçası olmuştur. Örneğin, Britanyalı fizikçi William Bonnor, yeni Büyük Patlama teorisini, ‘‘bilimin dini, rasyonel insan zihninden azletmeye başladığından beri, Hristiyan teolojisinin her zaman beklediği fırsat’’ (Bonnor 1964, 117) olarak değerlendirmiştir. Onun kendi en çok beğendiği evren adayı, pürüzsüzce ve ebedȋ olarak sonlu yüksek yoğunluktaki iki evre arasında dalgalanan bir evren olup, ilahȋ mucizeler ve kozmolojinin teistik istismarından uzaktır ki, bu açıdan o, kararlı- hat teorisine benzemektedir. Steven Weinberg bu benzerliği şu sözlerle ifade etmiştir: ‘‘Bazı kozmologların, dalgalanan (oscillating) modelin cazibesine felsefi olarak kapılmış olmalarının en özel nedeni, onun, kararlı- hat modelinde olduğu gibi, yaratılış problemini kibarca savuşturuyor olmasıdır.’’ (Weinberg 1977, 154).
Klasik göreliliğe dayalı döngüsel modeller, günümüz gözlemleriyle çelişmekte olan kapalı bir evreni koşul olarak gerektirdiğinden, artık geçerli alternatifler olarak kabul edilmiyorlar. Ancak XXI. yüzyıl, çok sayıda yeni önerilere tanıklık etmiştir ki, bunların en azından ikisinden söz etmemiz gerekir: Roger Penrose tarafından geliştirilmiş olan ‘‘uyumlu döngüsel kozmoloji’’ ve Paul Steinhardt ile Neil Turok tarafından geliştirilmiş olan ‘‘yeni döngüsel kozmoloji’’.
Uyumlu döngüsel kozmoloji adındaki teoride Penrose şunu iddia eder: Büyük Patlama’ya yaklaşıldığında iri objeler o kadar önemsiz bir rol oynarlar ki, fizik, uzunluklar ve zamanların yeniden ölçeklendirilmesinde sabit olan serbestlik dereceleri tarafından kontrol edilir. Bu serbestlik dereceleri ‘‘uyumlu değişmezler’’ (conformal invariants) olarak adlandırılmışlardır. Bu nedenle Penrose, ilk evreni (klasik genel görelilikte yapıldığı gibi) metrik olarak Lorentziyen kopyasına göre biçimlendirmekle hata ettiğimizi ileri sürer. Aksine uzay-zaman, genel görelilik uzay-zamanların temelde uyumlu bir denklik sınıfını ifade eden ‘‘uyumlu kopya’’ (conformal manifold) ile tanımlanmalıdır. Penrose kozmolojisinin ‘‘döngüsel’’ olma yönü, sürekli genişleyen evrenin geleceği ile, başka bir Büyük Patlama evreninin geçmişi arasında bir tür uyumlu kopya vasıtasıyla yumuşak bir geçiş sağlanabileceğinin farkına varılmasından ileri gelmektedir. Bu durumda Büyük Patlama gerçek bir başlangıç değil, sadece bir ‘‘çağ’’dan bir diğerine geçiren bir tür değişim evresidir (Penrose 2010).
Steinhardt ve Turok’un yeni döngüsel kozmolojisi, sonsuz periyotları içeren abartılı bir evren tasvirinden uzaklaşmak için sicim teorisinin bazı fikirlerini geliştirmiştir. Bu durumda Büyük Patlama zamanın başlangıcı değildir (Steinhardt ve Turok 2007). Bu bakımdan bu model kararlı- hat modeline benzemektedir. Steinhardt ve Turok onu asıl itibariyle Hoyle’in eski teorisinin ‘‘kayda değer reenkarnasyonu’’ olarak tanımlamışlardır. Yeni döngüsel model makul bir düzeyde dikkatleri çektiyse de, yaygın olarak kabul görmüş değildir. Yine, Gabriele Veneziano ve Maurizio Gasperini tarafından sicim teorisi temelinde savunulan ‘‘Büyük Patlama öncesi’’ açılıp kapanan kozmolojide de durum aynıdır. Büyük Patlama öncesi modele göre, evren sadece geleceğe doğru sonsuz (ebedȋ) değil, geçmişe doğru da sonsuzdur (ezelȋ) ve iki kozmik evre (daralma ve genişleme) tekilliği olmayan bir Büyük Patlama tarafından ayrıştırılmaktadır.
Niteliksel olarak Büyük Patlama öncesi senaryoya benzeyen ezelȋ açılıp kapanan modeller, gerek görelilik alan denklemi, gerekse plazma evren fikri temelinde daha evvel önerilmişlerdir. Son kabul edilen fikri geliştiren, 1970 yılında Nobel ödülü kazanmış İsveçli fizikçi Hannes Alfven’e göre, plazma evreni, teistik Büyük Patlama teorisine bir alternatiftir. Bu bölümde dikkate alınmış modeller, mutlak bir başlangıç fikrini kullanmadıklarından, teistik bakış açısından problemli durmaktadırlar. Ancak teistler, kararlı- hat evren anlayışında olduğu gibi, her zaman sürekli ilahȋ yaratılışa başvurabilirler.
5.2 Çoklu Evren (multiverse)
Çoklu evren anlayışının modern hali, teolojik bakımdan daha fazla tartışmalıdır. Onun, Leonard Susskind ve birçok başka fizikçi tarafından 2002’den beri kurulmuş ve geliştirilmiş olan sözümona ‘manzara’ (landscape) varyantı, sicim teorisinin denkleminin bariz şekilde eşsiz olmayışına dayanmaktadır. Denklemin çözümü, bir manada, farklı fiziksel parametrelere, etkileşimlere, parçacıkların türüne ve hatta boyutluluğa sahip mümkün dünyaları tasvir etmektedir. Çözümlerin çokluğu, genel itibariyle bizimkiyle nedensel olarak ayrılan, hakikȋ olarak mevcut dünyalarla karşılık bulmuştur. Muazzam sayıda evren üretilmesinin mekanizması kadar, çoklu evren fizikçileri ezelȋ enflasyon senaryosunu da kullanmışlardır. Dahası, çoklu evren, antropik muhakeme ile sıkı bir ilişki içindedir. Yani bizim kendine özgü fiziksel kuralları ve parçacıklar ayarı olan bu evrende bulunuyor olmamız, başka evrenler imkansız ya da olanakdışı olduğundan değil, sadece bize has yaşam türünün başka evrenlerde mümkün olmayışındandır. Çoklu evren kuramının (neredeyse hiç yordama gücü olmadığı halde) çekici büyüklükte açıklayıcı gücü vardır; fizikçi ve kozmologların onu cazibeli bulmalarının esas nedeni budur. Diğer tarafta başka fizikçiler, pratikte test edilebilir olmadığından, onu sahte bir bilim olarak reddederler.
Çoklu evren anlayışının destekçileri arasında onu, tanrı tarafından yaratılmış bir dünya anlayışına ve doğal teolojinin fikirlerine bir alternatif olarak tasavvur edenler oldukça yaygındır. Çoklu evren anlayışı, sadece bizim içinde yaşıyor olmamız bakımından özel olan evrenimizi, şans eseri bir evren olarak sunması sebebiyle, başka daha meşhur bir tasarım karşıtı kurama benzetilmiştir: Yeni Darvincilik. Weinberg şöyle der: ‘‘Nasıl ki Darwin ve Wallace, doğaüstü müdahale olmaksızın yaşayan formların muhteşem adaptasyonunun ortaya çıkışını açıkladılarsa, sicim manzarası kuramı da, gözlemlediğimiz doğanın sabitelerinin, müşfik bir yaratıcı tarafından ince ayarlanmış olmaksızın, hayat için elverişli değerleri nasıl elde ettiklerini açıklayabilir’’ (Weinberg 2007, 39). En azından bazı teistler açısından çoklu evren modeli Hristiyan inancıyla kesin bir zıtlık içindedir. Richard Swinburne, ‘‘evrenimizdeki düzenin açıklanmasında tek bir tanrı yerine, trilyonlarca başka evrenleri şart koşmanın, saçmalıkta zirve’’ olduğunu ifade eder (Swinburne 1996, 68).
Swinburne, fiziksel kozmolojinin yeni bir tasarım argümanı sağlayacak kapasitesini farketme hususunda diğer birkaç filozof ve fizikçiye fikren katılmaktadır. Genelde fizikçiler, bu tür ince ayar argümanlarının güçlü yönlerine ateşli şekilde karşı koymaya devam etmektedirler (bk. Collins 2009, Colyvan ve d. 2005, McGrew ve d. 2001, White 2000).
Diğer taraftan, çoklu evren ile ilahȋ yaratıcıya inanç arasında birebir bir mutabakat yoktur. Bir takım filozoflar, teizmin doğru olması durumunda, bizim fiilȋ dünyanın bir çoklu evren olduğunu kabul etmemiz gerektiğini savunmuştur. Buna göre, mükemmel bir varlık olması bakımından Tanrı, bir tek evren yaratmak yerine çoklu evreni tasarlamıştır (Kraay 2010). 2008’de bir sempozyumda fizikçi Don Page’in yaptığı gibi, ‘‘Tanrı çoklu evreni seviyor mu?’’ sorusuna olumlu cevap vermek mümkündür. 10500 sayıda evren bulunsa bile (sonsuz sayıları varsa belki olmayabilir), onlar yüce tanrı tarafından bizim kavrayamayacağımız bir maksatla bir çırpıda yaratılmış olabilirler. Neden olmasın? (Paul Davies tarafından) çoklu evren açıklamalarının tanrısal açıklamaları andırdığı ve kasıtsız olarak aşkın bir tanrıyı yeniden iade ettikleri ileri sürülmüştür.
Mormon teolojisi birkaç açıdan geleneksel Hristiyan teolojisi ile ayrışmaktadır. Bu teolojide tanrı sadece şahıs olup, başka daha evvel gelen bir tanrı tarafından yaratılmış (O da yine başka tanrı tarafından vs.) olmakla kalmıyor, ‘‘ezelȋ ilerleme’’nin merkezȋ doktrinine göre, insanlık eninde sonunda bizzat kendisi tanrı gibi olmaktadır. Sonsuz sayıda varlıklar vardır ve onların tanrılara dönüşmesi sonsuzluğu bulur. O halde, sonlu yaşta bir evren anlayışına dayalı olan standard Büyük Patlama kozmolojisi, varlıkların ne başlangıcı ne de sonu olduğu kabul edilen Mormonizm ile bağdaşmaz. Geleneksel teologların yoktan (ex nihilo) yaratılmış bir evren anlayışıyla sorunları olmazken, hatta çoğu bu doktrini onaylarken, Mormonlar onu düpedüz reddederler. Fiziksel kozmolojiyle olan anlaşmazlığın üstesinden gelmek için bazı Mormon düşünürler, çoklu evren anlayışına dönmüşlerdir. Ezelȋ ilerlemeye dair Mormon dogması ile modern kozmolojiyi bağdaştırma girişiminin problemli olduğunu anlayan Kirk Hagen şöyle demiştir: ‘‘Mormonizm’e göre, çoklu evren anlayışını kabul etmeye zorlayan sebep, modern kozmolojinin fikirleri ile Mormon doktrininin temel ilkesi arasında bir uzlaşma elde etme girişimidir’’ (Hagen 2006, 28).
Çoklu evren kozmolojisinin tamamlayıcı bir parçası olan ‘antropik ilke’, benzer şekilde teolojik bağlamlarda tartışılmıştır ancak yine benzer şekilde bir fikir birliği ortaya çıkmamıştır. ‘Zayıf antropik ilke’ denilen, en fazla ortak yönleri bulunan çeşitinde, gözlemlediklerimizin, tam bizim varlığımızı mümkün kılan özelliklerde olan bir evrende bizim varlığımız tarafından seçilmiş şeyler olduğu haber veriliyor. Swinburne ve tasarım argümanını tasvip eden ve bazı başka teistler, antropik ilkeyi en iyi tabirle gereksiz ve kafa karıştırıcı bulurlar. Onlara göre, doğanın kozmik parametreleri ile sabitelerinin değerleri, ince ayarlanmış oldukları için ince ayarlanmış izlenimi veriyor; tasarımcıları ise tanrıdır. Ateist Richard Dawkins, antropik ilkenin, tasarım hipotezine bir alternatif olduğunu savunmak suretiyle daha ileri gider ve tanrısız bir dünyaya dair güçlü deliller getirir. Ancak teistler, antropik olarak temellendirilmiş argümanları, tanrı tarafından yaratılmış bir dünya görüşü için genelde problemli görmezler. William Lane Craig ve John Polkinghorne, antropik ilkenin ilahȋ tasarım ile uyuştuğuna hatta onun dolaylı olarak teizmin destekçisi olarak görülebileceğine inananlar arasındadırlar. Güney Afrikalı kozmolog (ve quaker[4]) George Ellis’e göre, ‘antropik ince ayarlanmış ilkesi’, evrenin amaçlı tasarımının bir sonucudur. O ‘‘Hristiyan antropik ilkesi’’ni, bilimsel ve dinȋ perspektifleri biraraya getiren, evrenin mutlak olarak açıklanmasının temeli olarak öne sürmüştür (Ellis 1993).
Antropik ilkenin tartışılmasında yeniden canlandırılmış olan tasarım argümanıyla bağlantılı olarak, bazı fizikçi ve filozoflar eski bir itirazla karşı koymuşlardır. Buna göre bu, Hristiyanlığın Tanrı’sı için bir delil değil, en fazla deistik bir anlamda kozmik bir mimarın yahut bu tür benzer mimarların varlığına delil olabilir. Öte taraftan teistler, şayet bu itiraz doğru olsa bile, onun teizmin tanrısının var olmadığına bir delil teşkil etmediğini söyleyerek karşılık vermişlerdir. Tasarım argümanları sık sık antropik ilke ile biraraya getirilse de, onların, 1974 yılında Brandon Carter tarafından ortaya atılan orijinal antropik programının bir parçası olmadıkları söylenmesi gerekir.
6. Sonsuzluk ve Evren
Kozmolojik teorinin üzerinden son 100 yıl içinde birçok safha ve çeşitli öneriler geçmiştir. Bazıları sonsuz geçmişi olan evrenler içermiştir ki bunlar evvelce anılmış olanlardır. Ancak geçtiğimiz son kırk yılda, sonlu bir geçmişi olan Büyük Patlama teorisi konusunda ciddi bir fikir birliği vardır. Şu var ki, evren zamansal olarak geçmişte sonlu olsa da, o yine de uzaysal ve maddȋ olarak geleceğe doğru sonsuz olabilir. Eğer uzay sonsuzsa ve kozmolojik ilke geçerli addedilirse, evren sonsuz sayıda galaksi, yıldız, atom ve başka şeyler içerecektir. Bu tür fiilȋ sonsuzluklar sadece felsefȋ ve mantıksal sorunlara neden olmakla kalmaz, onlar aynı zamanda teolojik türden problemlere de sebep olur. ‘‘Hilbert’in oteli’’ adı verilen bu zihinsel deneyde, meşhur matematikçi David Hilbert, (sayılabilir) fiilȋ sonsuzlukların, içinde yaşadığımız gerçek dünyayla bir ilgisi olamayacak kadar tuhaf olduklarını kanıtlamıştır. Bu zihinsel deneyde Hilbert, hepsi dolu olan sonsuz sayıda odası bulunan bir otele ulaştığını tasavvur etmiştir. Bununla birlikte resepsiyonist, bir boşluğun olduğunu iddia ederek, otelin her bir misafirinden, sıradaki bir üst rakamlı odaya taşınmasını talep etmeye davranıyor (bk. Oppy 2006, 8; Kragh 2014, başka İnternet kaynakları).
Hilbert’in kendisi dine ilgi duymuyordu, ancak daha sonraki filozof ve teologlar zaman zaman onun özgün otelini, savunmacı bir şekilde, Tanrı’nın varlığına ve ayrıca evrenin sonluluğuna delil olarak kullanmışlardır.
Sonsuz büyüklükte bir evrenle ilişkili olan teolojik problemler, özel olarak modern fiziksel kozmoloji ile alakalı olmayıp, Hristiyanlığın ilk dönemlerinden itibaren tartışılagelmişlerdir. Diğer taraftan onlar, şayet tercih edilen kozmolojik modelin kavislenmesi sıfırı buluyorsa- ki bu uzayın düz olduğu anlamına gelir- günümüzde daha uygun bile görülebilir. Düz bir kozmik uzay, zorunlu olarak sonsuz bir evreni gerektirmese de, çoğu kozmolog, evrenin aslında uzaysal olarak sonsuz olduğunu kabul etmektedir.
Sonsuz evrene dair teolojik çıkarımlar, kilise babaları ve daha detaylı olarak Johannes Philoponus tarafından VI. yüzyılda tartışılmıştır. Argümanların çoğu, zamansal sonsuzluğun imkansızlığını kanıtlama girişiminde kullanılanlarla aynı türdendi. Bilimsel devrim zamanında çoğunlukla, fiziksel uzayın gerçek anlamda sonsuz olamayacağı, yalnız belirsiz bir büyüklükte olduğu kabul ediliyordu. Sonsuzluk, başka bir şeyde bulunamayan ilahȋ bir sıfat olarak görülüyordu. Dolayısıyla doğanın sonsuz olduğunu söylemek, ona ilahlık atfetmek olacaktır ki, bu panteizm alameti taşıyan dine aykırı bir görüştür. Teistler arasında bir zamanlar, bir kısmına göre ise hala, sonsuz bir evrenin felsefȋ olarak saçma, teolojik olarak ise küfür ifade ettiğine dair yaygın olan genel kabule rağmen, bu meselede fikir birliği yoktur. Esasında, XVII. yüzyılda Descartes’den, XVIII. yüzyılda Kant’a, ondan da XX. yüzyılda Edward Milne’e kadar çeşitli Hristiyan düşünürler, sonlu olandan ziyade, sonsuz bir evrenin tanrının irade ve kudretiyle çok daha iyi uzlaştığını savunmuşlardır. Milne’e göre, ‘‘sonlu bir evren yerine, sonsuz bir evren yaratmak için daha güçlü bir tanrı gerekir; bir mekanizmayı tasfiye etmek yerine, evrimin de rol oynayabileceği seçeneklerin sonsuzluğuna alan bırakmak daha yüce bir tanrıyı gerektirir’’ (Milne 1948, 223). Sonluluk ile teizm ve sonsuzluk ile ateizm arasındaki korelasyonu, herhangi bir bilimsel yahut teolojik neden ile gerekçelendirmek yerine, tarihsel bir rastlantı olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Modern kozmolojinin ilk dönemlerinde, sıfır ya da negatif kavislenmesi olan görelilik modelleri, sonsuz bir evren ileri sürdüklerinden, kimi zaman materyalizm ve ateizm ile ilişkilendiriliyordu. Diğer taraftan Einstein’in kapalı ve sonlu evreni teistler tarafından çok hoş karşılanmıştır. Birmingham’in matematik sahasında iyi yetişmiş piskoposu Ernest W. Barnes’in 1931’deki ifadesine göre, sonsuz evren, ‘‘insan düşüncesine bir skandaldır’’ (Barnes 1931, 598). Onun argümanı epistemik olduğu kadar teolojiktir de. Buna göre; Tanrı’nın evreni ancak sonlu olduğunda biz, O’nun aktivite alanının tamamını anlayabilmeyi ümit edebiliriz. Lemaître de aynı şekilde, anlaşılır olabilmesi için evrenin sınırlı olması gerektiğini düşünmüştür. Onun daha sonra ‘‘sonsuz evren kâbusu’’na karşı uyarısıyla (Kragh 2004, 139) uyum içinde olarak, onun her iki yenilikçi kozmolojik modeli de (1927’deki genişleyen evren modeli ile 1931’deki Büyük Patlama modeli) uzaysal olarak kapalıdır. 1950’nin kararlı hat modeli Hristiyanlar arasında sadece kozmik yaratılışın eksikliğinden ötürü değil, aynı zamanda sonsuz boyutta homojen bir evren teklif ettiğinden ötürü rağbet görmemiştir. Benediktli bir papaz ve bilim tarihçisi olan Stanley Jaki’ye göre, sonsuz evren ateizm için bilimsel bir ‘‘örtbas’’ etmedir. Yine de Mormonlar bunu onaylamazlar, çünkü onlara göre sonsuz olan bir evren, hem zamansal hem de uzaysal sonsuzluğa ihtiyaç duyar.
Günümüzün konsensüsünü ifade eden geometrik olarak yassı hızlanan evren modeli, genelde sonsuz bir kozmos çıkarımında bulunmak için ele alınır. Kozmologların genel tutumu, can sıkıcı felsefȋ problemleri görmezden gelerek, sonsuz evren hakkında onun tanımlanamayan bir büyüklükte olduğunu söylemek yönündedir. Onlar nadiren, fiilȋ bir sonsuzluğun anlaşılmaz epistemik sonuçları hakkında kafa yorarlar; teolojik sonuçları hakkında ise çok daha az kafa yorarlar. Ellis bu kuralın bir istisnasıdır. O ve çalışma arkadaşları, konsensüs modelindeki yassı uzayın, muhtemelen fiziksel olarak mevcut olmayan bir soyutlama olduğunu varsayarak, şiddetli bir şekilde sonsuz evren anlayışına karşı mücadele etmişlerdir (Ellis, Kirchner ve Stoeger 2004). Evren gerçekten sonsuz ve tekdüze ise, her insanın, hatta her mevcudun özdeş kopyalarında sonsuzluğun bulunduğu iddia edilebilir (ve iddia edilmiştir de). Ellis, Max Tegmark, Alan Guth ve başkaları tarafından tartışılan bu tür bir netice, hiç şüphesiz teolojik açıdan rahatsız edicidir.
Ellis’in ifadesiyle, daha fazla rahatsızlık verici olan ise; bu durumda tanrının, evrende sonsuz sayıdaki varlıkları takip etmeye ve onlara dikkat kesilmeye güç yetiremeyeceğidir. Dahası, her birinde akıllı varlıkların yaşadığı çoklu kozmik bölgeler varsa, çok sayıda İsa figürünün, ve dirilme ile çarmıha gerilme olaylarının tasarlanmaya ihtiyacı vardır. Ellis böyle bir senaryoyu sadece tezekkür etmekle yetinmemiş, o aynı zamanda bunun, sonlu evren davasını güçlendirdiğini düşünmüştür. Nitekim bu durumda, ‘‘biz, sadece sonlu sayıda uygarlıkların kefaret ödeyeceğini kabul etmek durumundayız. Tanrının nasıl tasavvur edildiğinin bir önemi yok ancak sonsuz sayıda İsa figürleri hiç şüphesiz, çok fazla olurdu (Ellis 1993, 3994).
7. Fiziksel Eskatoloji
Kozmolojik alan denklemi zamansal olarak simetriktir ve fiziğin temel kanunları her zaman geçerli kabul edilir. Böylece, modern kozmoloji evrenin sadece geçmişine yönelik değil, o aynı zamanda onun uzak geleceğine dair, akıllı canlılığın sonu hakkındaki spekülasyonlar dâhil olmak üzere, bazı senaryolar sunar. İncil’de dünyanın sonu ve mümkün bir yeniden yaratılıştan söz eden kıyametle ilgili pasajların (örneğin Petrus’un İkinci Mektubu 3:10-13) yer aldığı düşünülürse, kozmik gelecek, kozmoloji ile teistik din arasında başka bir bağlantı noktası öneriyor gözükmektedir. Ancak, laik yahut bilimsel bir kıyamet söz konusu olabilir mi?
Uzak gelecekteki kozmos ve sonsuz hayatın imkanı hakkında bilimsel bazda yapılan ilk spekülasyonlar, XIX. yüzyılın sonlarında, termodinamiğin ikinci kanunu tarafından öngörülen ısı ölümü konusundaki tartışmalarla bağlantılı olarak ele alınmıştır. Bu tartışmalara dâhil olan bazı Alman bilim adamları, yaşamın, uzak geleceğin çok yüksek entropik ortamında bile sürdürüleceğini savunmuşlar ve kozmolojinin eskatolojik yönlerinden açık bir şekilde bahsetmişlerdir. Isı ölümü senaryosu Hristiyan yazarlar tarafından hoş karşılanmasına karşın, ebedȋ evren ve ebedȋ yaşam iddiasını taşıyan materyalistler ve ateistler, ona şiddetle karşı çıkmışlardır. Bir quaker ve önlenemeyen ısı ölümünün savunucusu olan Eddington’un daha sonraları sorduğu gibi: ‘‘Ne zamandan beri ‘cennetin ve cehennemin yok olacağı’ öğretisi dinȋ açıdan sapkınlık oldu?’’ (Eddington 1935, 59).
1970’li yıllardan itibaren ‘‘fiziksel eskatoloji’’; Freeman Dyson, Jamal Islam ve başkaları tarafından astrofiziğin ve kozmolojinin yeni bir alt bölümü olarak gün yüzüne çıkmıştır (bk. Kragh 2011, 325- 353). Bu alan birinci derecede, kozmolojik modellerin sonuçlarının yorumlanmasına ve hâlihazırda bilinen fizik kanunlarının süresiz olarak geçerli kılınacağı varsayımına dayanan uzak gelecekteki evrenin durumu ile ilgilenmektedir. Tercih edilen senaryo, ekstrapolasyonların nihaȋ bir gelecekte (şimdiden yaklaşık 10100 yıl sonra) sonuçlandığı ve sadece nötron ve fotonların soğuk radyasonuna dalmış olağanüstü incelikte elektron-pozitron plazması dışında hiçbir şey içermeyen sürekli genişlemekte olan açık evren modelidir. Başka araştırmalar, büyük bir çatırtıyla çöken kapalı bir evren modeli varsaymaktadırlar; yine başkaları, insanoğlunun daha yakın geleceğini (bundan birkaç milyon yıl sonrasını) araştırırlar. Bu araştırmaların çoğu yaşamın son evresini dikkate almamasına karşın, bazısı onunla ilgilenir ve fiziksel eskatolojiyi makbul bir şekilde inşa edenler bunlardır. John Barrow ve Frank Tipler’a göre, araştırma alanı, ‘‘hayatta kalmanın araştırılması ve yaşamın uzak gelecekteki hareket tarzıdır’’ (Barrow ve Tipler 1986, 658).
Fiziksel eskatoloji uzmanları genel olarak araştırmalarının dinȋ çağrışımlarını ya göz ardı eder ya da mevcut olduklarını inkar ederler. Tipler, muhalif duran bir istisna isimdir. O sadece bir tür yaşamın kapalı bir evrede her zaman süregideceğini savunmakla kalmaz, evren çöküşünün bizzat kendisinin ebedȋ hayata izin verdiğini iddia eder. Onun ‘‘omega noktası’’ olarak adlandırdığı nihaȋ sonsuzluğa ulaşıldığında, yaşam bilgeliğe, zamanlı olan ise zamansıza dönüşür. Tipler’a göre, nihaȋ tekillik Tanrı’dır ve ‘‘teoloji sadece ama sadece, yaşamın bir bütün olarak ölümsüz olduğu varsayımına dayanan bir fiziksel kozmolojidir’’ (Tipler 1995, 17). The Physics of Christianity (Tipler 2007) adlı kitabında o, teolojinin, fiziğin sadece bir branşı olduğunu iddia ederek modern kozmolojinin kendine has incelemesini sürdürmektedir. Tipler hiç şüphesiz, görüşleriyle çok ileri gitmiştir, ancak (belki de bu sebeple) bu görüşler, teologlar arasında birçok tartışmaya sebep olmuşlardır.
Fiziksel eskatoloji terimi, İncil eskatolojisine olan bir bağa işaret etmektedir, ancak bu ikisinin anlamlı olarak herhangi bir bağlantı kurduklarını söylemek, akıl işi değildir. İsa’nın geri dönüşünün yakın olması, insanların etten ruha dönüşmesi ve nihayet Tanrı’nın hükümranlığı şeklinde, İncil’de yer alan mesajlar, fiziksel evrenin sonuyla çok fazla tutarlı değildir. Bunlar insanlığın nihaȋ yazgısı ve amacıyla ilgilidir, kendi kendini üreten robotlarla ilgili değildir. Jefferson Davis’in belirttiği üzere (1999), teolojide çok önemli olan nihaȋ umut, fizik kanunlarıyla tedarik edilemez. Sürekli olarak genişleyen bir evrenden ziyade, Tipler’in savunduğu türden bir kapalı evren senaryosu, İncil’in bakışıyla daha iyi bağdaşır gözükmektedir ama bu durumda bile anlamlı bir ilişki kurmak çok güçtür. Dünyanın sonuna dair veriler İncil’le çatışmasa da, akıllı yaşam türlerinin (bunlar insan olmak zorunda değil) ölümsüzlüğü iddiası İncil’le çatışır. İncil, ölümsüzlüğün tanrıya has olduğunu ve o başka türlü karar almadıkça, yarattığı her şeyin yok olmaya mahkum olduğunu haber verir.
Çeşitli teologlar, kozmologların evrenin sonu hakkındaki senaryolarıyla ilgili endişelerini dile getirmişler ve gerçek eskatoloji ile bu senaryolar arasında dünya kadar fark olduğunu vurgulamışlardır. Wolfhart Pannenberg’e göre, dünyanın yakın sonuna ilişkin Hristiyanlığın kabulü, evrenin milyonlarca yıl ilerisi hakkında, mevcut kozmolojik bilgilerden yola çıkarak yapılan tahminlerle neredeyse hiç uzlaştırabilir değildir. Karl Peters ‘‘genişleyen evren gerçekten açıksa ve her daim genişliyorsa, bu durumda Tanrı’nın evreni yeniden yarattığından nasıl söz edilir? Evren kapalıysa, bu durumda da o, mamut kara delik oranlarının ‘büyük çöküşü’’ (big crunch) gibi sona erecektir. Ayrıca yeni yaratılışın nasıl olacağını anlamak da güçtür’’ (Schwarz 2000, 180) şeklindeki yazısında muhtemelen teologların çoğunun adına konuşmuştur. Peters’a göre, evrenin fiziksel sonu, Hristiyan geleneği anlayışında olduğu gibi, Tanrı’nın var olmadığını ortaya koymaya yarardı. Halbuki Pannenberg, Peters, Arthur Peacocke ve başka düşünürler, fiziksel ve Hristiyan eskatolojisinin ya çelişkili ya da bağdaşamaz olduğunu düşünmeye meylediyorlarken, Craig daha uzlaştırabilir bir bakışı tercih etmiştir. Ona göre, kozmologların laik eskatoloji varyantları, aşkın bir yaratıcı ve her şeyi bilen bir etken hipotezinin ciddiye alınmasına temel oluşturur. Bu ‘etken’, klasik anlamda tanrı olmayabilir. O daha çok panenteist modelindeki tanrıya benzer bir varlık olmaktadır.
Son olarak Robert Russell (2008), Tanrı’nın mutlak ilmine ve mucizeler ortaya çıkarmadaki özgürlüğüne müracaat ederek, potansiyel çatışmaların giderilebileceğini savunur. Buna göre evrenin geleceği, şayet Tanrı Paskalya’da harekete geçip yeni yaratılışı meydana getirmeseydi ve meydana getirmeye devam etmeseydi, bilimin öngördüğü şekilde olurdu. Sözde bu bakış açısı bilimle çatışmıyor, ama bilimin öngördüğü olayların gerçekleşmesi gerektiği yönündeki felsefȋ varsayımla çatışıyor ve bu varsayımı kabul etmek için Russell bir sebep göremiyor.
8. Sonuç: Kozmoloji ve Tanrı
‘‘Evren neden vardır?’’ sorusu, geleneksel dinlere olduğu gibi çağdaş kozmoloji teorilerine de cevap hakkı veriyor. Ancak Bede Rundle’a göre bu cevapların hiç birine ihtiyaç yoktur ve felsefȋ analizler için fiziksel evrenin varlığını ispatlamak yeterlidir. Kimisi, bilimsel cevabın tüm teolojik cevapların yerini aldığını ileri sürerken, kimisi de bilimsel cevabın, evrenin bir Tanrı tarafından yaratıldığı fikrini pekiştirdiğini iddia etmektedir. Gerçekte, bilimsel kozmoloji ile teoloji arasındaki etkileşim hikayesi, asla daha iyi bir kuramın daha değersiz olanın yerini aldığı şeklinde basit bir hikayeden ibaret değildir; ve yine o, farklı bilgi edinme yollarının bir araya gelmesi şeklinde basit bir hikaye de değildir. XX. yüzyıl kozmolojisinin saf veya ideolojik bir okumasında, Büyük Patlama kozmolojisi, teizmi destekleyecek yeni bir dayanak, kararlı hat kozmolojisi gibi alternatifler ise ateistik tepkiler olarak kabul edilebilir. (Tabii ki, W.L. Craig gibi savunucular bu tür bir resmin oluşmasına katkı sağlarlar.) Ancak böyle bir bakış açısı, hem tarihȋ olarak, hem de meselelerin mantıksal örgüsünde birçok nüansı gözden kaybeder. Tarihȋ bir bakış açısıyla, bilimsel kozmologların dinȋ görüşleri ile onların ileri sürdüğü kozmolojik modeller arasında küçük bir korelasyon vardır. Epistemolojik bir bakış açısıyla Büyük Patlama’nın, tanrının var olduğu hipoteziyle uyuştuğunu söylemek için çok sayıda engel söz konusudur. Metafiziksel bakış açısından ise, tanrının eli, Büyük Patlama modellerinde bile açıkça görülemiyor. Bu modeller yaratmada tanrıya birinci sırayı vermiyorlar ve bu modeller Büyük Patlama’dan önce tanrıya var olabileceği bir zaman tanımıyorlar.
Bilimsel kozmoloji ile teoloji arasındaki ilişkide bazı inceliklere işaret etmek suretiyle biz, ikisinin (kavramı Stephen Jay Gould’dan ödünç alarak) nonoverlapping magisteria[5] ifade ettiğini iddia etmeye yeltenmiyoruz. Aksine, çağdaş kozmoloji, geleneksel metafiziksel ve teolojik meselelerdeki o karmaşık mantıksal ilişkileri barındırması bakımından büyüleyicidir.
BİBLİYOGRAFİ
Modern kozmoloji ve onun felsefi ile dini bağlamı için iyi bir kaynak Hetheringon’dır (1993). Yürminci yüzyılda kozmoloji ve din arasındaki tarihsel etkileşim Kragh’da (2004) ve farklı bir perspektifle Worthing’de (1996) ele alınmıştır. Fiziksel kozmolojisine (a)teistik imalar hakkında enteresan bir diyalog Craig ve Smith’de (1995) bulunur. Loop kuantum konusunda popüler bir açıklama Bojowald’de (2009) verilmiştir; aha teknik açıklamalar ilse Ashtekar (2009) ve Wüthrich’de (2006) yer alır. Sicim kozmolojisi konusunda popüler açıklamalar Gasperini (200) ve Veneziano’da (2004, 2009) bulunur. Steinhardt ve Turok’un dairesel/periyodik kozmolojisi için Steinhard ve Turok’a (2007) bakınız. Penrose’ın uyumlu dairesel kozmolojisi için Penrose’a (2010) bakınız.
Ashtekar, A., 2009. “Loop Quantum Cosmology: An Overview,” General Relativity and Gravitation, 41: 707–741.
Barnes, E., 1931. “Discussion on the Evolution of the Universe,” Nature, 128: 719–722.
Barrow, J. and F. Tipler, 1986. The Anthropic Cosmological Principle, New York: Oxford University Press.
Bojowald, M., 2009. Zurück vor den Urknall, Frankfurt am Main: Fischer Verlag. English translation: Once Before Time: A Whole Story of the Universe, New York: Knopf.
–––, 2011. Quantum Cosmology: A Fundamental Description of the Universe, New York: Springer.
Bonnor, W., 1964. The Mystery of the Expanding Universe, New York: Macmillan.
Byl, J., 2001. God and Cosmos, Carlisle, PA: Banner of Truth Trust.
Cohen, I., 1978. Isaac Newton’s Papers and Letters on Natural Philosophy and Related Documents, Cambridge, MA: Harvard University Press.
Collins, R., 2009. “The Teleological Argument: An Exploration of the Fine-tuning of the Universe,” in W. L. Craig and J. Moreland (eds.), The Blackwell Companion to Natural Theology, Oxford: Blackwell, pp. 202–281.
Colyvan, M., J. L. Garfield, and G. Priest, 2005. “Problems with the Argument from Fine Tuning,” Synthese, 145: 325–338.
Copan, P. and W. Craig, 2004. Creation out of Nothing: A Biblical, Philosophical, and Scientific Exploration, Grand Rapids, MI: Baker Academic.
Craig, W. and Q. Smith, 1995. Theism, Atheism, and Big Bang Cosmology, New York: Oxford University Press.
Craig, W., 1997. “Hartle-Hawking Cosmology and Atheism,” Analysis, 57: 291–295.
Davis, J., 1999. “Cosmic Endgame: Theological Reflections on Recent Scientific Speculations on the Ultimate Fate of the Universe,” Science & Christian Belief, 11: 15–27.
Deltete, R. and R. Guy, 1997. “Hartle-Hawking Cosmology and Unconditional Probabilities,” Analysis, 57: 304–315.
Drees, W., 1988. “Beyond the Limitations of the Big Bang Theory: Cosmology and Theological Reflection,” Bulletin of the Center for Theology and the Natural Sciences 8.
–––, 1990. Beyond the Big Bang: Quantum Cosmologies and God, Chicago: Open Court.
–––, 1991. “Quantum Cosmologies and the ‘Beginning’”, Zygon, 26: 373–396.
–––, 2007. “Cosmology as Contact between Science and Theology,” Revista Portuguesa de Filosofia 63: 533–553.
Earman, J., 1995. Bangs, Crunches, Whimpers, and Shrieks: Singularities and Acausalities in Relativistic Spacetimes, New York: Oxford University Press.
Eddington, A., 1935. New Pathways in Science, New York: Macmillan.
Ellis, G., 1993. “The Theology of the Anthropic Principle,” in Quantum Cosmology and the Laws of Nature: Scientific Perspectives on Divine Action, R. J. Russell, N. Murphy and C. J. Isham (eds.), Vatican City State: Vatican Observatory, pp. 367–405.
Ellis, G., U. Kirchner and W. Stoeger, 2004. ”Multiverses and Physical Cosmology,” Monthly Notices of the Royal Astronomical Society, 347: 921–936.
Gasperini, M., 2008. The Universe before the Big Bang: Cosmology and String Theory, New York: Springer.
Grünbaum, A., 1991. “Creation as a Pseudo-Explanation in Current Physical Cosmology,” Erkenntnis, 35: 233–254.
–––, 1996. “Theological Misinterpretations of Current Physical Cosmology,” Foundations of Physics, 26: 523–543.
Hagen, K., 2006. “Eternal Progression in a Multiverse: An Explorative Mormon Cosmology,” Dialog: A Journal of Mormon Thought, 29: 1–45.
Halvorson, H., 2017. “Probability and Fine-Tuning,” in Knowledge, Belief, and God: New Insights, Matt Benton, et al. (eds.), New York: Oxford University Press.
Hetherington, N., 1993. Cosmology: Historical, Literary, Philosophical, Religious, and Scientific Perspectives, New York: Garland.
Hoyle, F., 1994. Home Is Where the Wind Blows: Chapters From a Cosmologist’s Life, Mill Valley, CA: University Science Books.
Isham, C., 1993. “Quantum Theories of the Creation of the Universe,” in Quantum Cosmology and the Laws of Nature, Robert Russell, et al. (eds.), Vatican City State: Vatican Observatory, pp. 49–89.
Kelly, D., 2000. Creation and Change: Genesis 1.1–2.4 in the Light of Changing Scientific Paradigms, Ross-shire, Scotland: Mentor (Christian Focus Publications).
Kraay, K., 2010. “Theism, Possible Worlds, and the Multiverse,” Philosophical Studies, 147: 355–368.
Kragh, H., 2004. Matter and Spirit in The Universe: Scientific and Religious Preludes to Modern Cosmology, London: Imperial College Press.
–––, 2011. Higher Speculations: Grand Theories and Failed Revolutions in Physics and Cosmology, Oxford: Oxford University Press.
Lovell, B., 1959. The Individual and the Universe, Oxford: Oxford University Press.
Mascall, E., 1956. Christian Theology and Natural Science: Some Questions on Their Relations, London: Longmans, Green & Co.
May, G., 1994. Creatio Ex Nihilo: The Doctrine of ‘Creation out of Nothing’, Edinburgh: T&T Clark.
McGrew, T., L. McGrew, and E. Vestrup, 2001. “Probabilities and the Fine-tuning Argument: A Sceptical View,” Mind, 110: 1027–1038.
McMullin, E., 1981. “How Should Cosmology Relate to Theology?” in The Sciences and Theology in the Twentieth Century, A. Peacocke (ed.), Chicago: Notre Dame University Press, pp. 17–57.
Milne, E. A., 1948. Kinematic Relativity, Oxford: Clarendon Press.
Misner, C., 1969. “Absolute Zero of Time,” Physical Review, 186: 1328–1333.
Oppy, G., 1997. “On Some Alleged Consequences of ‘The Hartle-Hawking Cosmology’,” Sophia, 36: 84–95.
–––, 2006, Philosophical Perspectives on Infinity, Cambridge: Cambridge University Press.
Page, D., 2008. “Does God So Love the Multiverse?” in Science and Religion in Dialogue, M. Stewart (ed.), Malden, MA: Wiley-Blackwell, pp. 380–395.
Penrose, R., 2006. “Before The Big Bang: An Outrageous New Perspective and Its Implications for Particle Physics,” European Particle Accelerator Conference (EPAC 06), Edinburgh, Scotland, pp. 2759–2762.
–––, 2010. Cycles of Time: An Extraordinary New View of The Universe, London: Bodley Head.
Pitts, J.B., 2008. “Why the Big Bang Singularity Does Not Help the Kalam Cosmological Argument for Theism,” The British Journal for the Philosophy of Science, 59: 675–708.
Quinn, P., 1993. “Creation, Conservation and the Big Bang,” in Philosophical Problems of the Internal and External Worlds: Essays on the Philosophy of Adolf Grünbaum, J. Earman et al. (eds.), Pittsburgh: University of Pittsburgh Press, pp. 589–612.
Rovelli, C., 2004. Quantum Gravity, New York: Cambridge University Press.
Rundle, B., 2004. Why there is Something Rather than Nothing, Oxford: Clarendon Press.
Russell, R., 2001. “Did God Create Our Universe?” Annals of the New York Academy of Sciences 950: 108–127.
–––, 2008. “Cosmology and Eschatology,” in The Oxford Handbook of Eschatology, J. Walls (ed.), New York: Oxford University Press, pp. 563–580.
Sagan, C., 1997. The Demon-Haunted World: Science as a Candidate in the Dark, London: Headline.
Schwarz, H., 2000. Eschatology, Grand Rapids: Eerdmans Publishing.
Smith, Q., 1998. “Why Steven Hawking’s Cosmology Precludes a Creator,” Philo, 1(1). [Available online].
–––, 2000. “Problems with John Earman’s Attempt to Reconcile Theism with General Relativity,” Erkenntnis, 52: 1–27.
–––, 2003. “Big Bang Cosmology and Atheism: Why the Big Bang is No Help to Theists,” in Science and Religion: Are They Compatible?, Paul Kurtz (ed.), Prometheus Books, pp. 67–72.
Steinhardt, P. J. and N. Turok, 2007. Endless Universe: Beyond the Big Bang, New York: Doubleday.
Stoeger, W., 2010. “God, Physics and the Big Bang,” in The Cambridge Companion to Science and Religion, P. Harrison (ed.), New York: Cambridge University Press, pp. 173–189.
Swinburne, R., 1996. Is There a God?, New York: Oxford University Press.
Tipler, F., 1995. The Physics of Immortality, New York: Doubleday.
–––, 2007. The Physics of Christianity, New York: Doubleday.
Veneziano, G., 2004. “The Myth of the Beginning of Time,” Scientific American, 290(5): 54–65.
–––, 2009. “Did Time Have a Beginning? A Meeting Point for Science and Philosophy,” in The Two Cultures: Shared Problems, E. Carafoli, G. A. Danieli and G. O. Longo (eds.), New York: Springer, pp. 3–12.
Weinberg, S., 1977. The First Three Minutes: A Modern View of the Origin of the Universe, London: Trinity Press.
–––, 2007. “Living in the Multiverse,” in Universe or Multiverse, B. Carr (ed.), New York: Cambridge University Press, pp. 29–42.
White, R., 2000. “Fine-tuning and Multiple Universes,” Noûs, 34: 260–276.
Worthing, M., 1996. God, Creation, and Contemporary Physics, Minneapolis: Fortress Press.
Wüthrich, C., 2006. Approaching the Planck Scale from a Generally Relativistic Point of View, Ph.D. Thesis, University of Pittsburgh.
24 Ekim 2011 tarihinde ilk kez yayınlanmış, 4 Nisan 2017’de gözden geçirilerek tashih edilmiştir.
ÇEVİRMEN TARAFINDAN EKLENEN AÇIKLAMA VE DİPNOTLAR
[1] ‘‘Sınır-çizme problemi’’ (demarcation problem), kısaca bilim olan ile bilim olmayan arasındaki sınırın ne olduğunu belirleme problemidir. Bunu ortaya koyan Karl Popper’in ifadesiyle, ‘‘bir yandan deney bilimlerini, öte yandan matematikle mantığı olduğu kadar metafizik dizgeleri birbirinden ayırabilmemizi sağlayacak bir ölçüt bulma problemine sınır- çizme problemi denir’’ (Ç.N.).
[2] Fizikte iki yerde tekillikten (singularities) söz edilmektedir. Birincisi Büyük Patlama tekilliği, ikincisi de kara delik tekilliğidir. Buna göre, Büyük Patlama olarak adlandıran hadise, 13.8 milyar yıl önce boyutsuz, sonsuz yoğunluklu bir tekillikte başlamış ve genişlemeyle birlikte sıcaklığın ve yoğunluğun düşüşüyle önce noktasal parçacıklar, atomlar, ardından makro yapılar, yıldızlar ve daha ağır elementler ile gezegenler ortaya çıkmıştır. Kara delikler ise maddelerin sıkışmasıyla elde edilen yapılardır. Kara deliklerin merkezlerinde bulunan uzay zaman bükülmelerinin ve kütle çekim alanının sonsuz olduğu yapılar tekilliklerdir. Tekillikler sonsuz olduğu için burada kuantum fiziği söz sahibidir. Zira genel görelilik, uzay- zamanın eğiminin sonsuz olduğu bölgeleri açıklamakta başarısızdır. (Ç.N.)
[3] Karl Werner Heisenberg’in 1927’de ortaya attığı bu ilkeye göre, fiziksel anlamda bir parçacığın bazı farklı özelliklerinin aynı anda sonsuz hassaslıkla ölçülemeyeceği belirtilir. (Ç. N.)
[5] ‘‘Nonoverlapping Magisteria‘‘ (NOMA); ‘‘birbirleriyle kesişmeyen alanlar’’, uzmanlık alanları kesişmediğinden, din ile bilimin çatışmayacağın ifade eden görüş. Bu terim 1997 yılında evrim-biyologcusu Stephen Jay Gould tarafından türetilmiştir. (Ç.N.)
NOT: Bu metin eğitim ve bilginin yaygınlaşması amacıyla mehmetbulgen.com için Fatma Ayyıldız tarafından çevrilmiştir.
KOZMOLOJİ VE TEOLOJİ
Halvorson, Hans and Kragh, Helge
“Cosmology and Theology”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Summer 2017 Edition), Edward N. Zalta (ed.).
çev. Fatma Akan Ayyıldız
Evrene anlam vermeye çalıştıkları günden beri insanlar, kozmolojik teoriler ileri sürmüşlerdir. Ayrıca bu kozmolojik teorilerde tanrı fikri çok defa merkezȋ bir rol oynamaktadır. Nıtekim tek-tanrılı dinlerin çoğunda tanrı, evrenin tek yaratıcısı ve devam ettiricisi olarak kabul edilmektedir.
Ancak geçen son yüzyıl içerisinde kozmolojinin farklı bir türü ortaya çıkmıştır: bilimsel kozmoloji. Sınır- çizme problemini (demarcation problem)[1] çiğnememek adına şunu ifade etmek gerekir ki; bilimsel kozmolojinin en kayda değer özellikleri, onun matematiksel fiziğin yöntemlerini kullanıyor (formüle edilebilir olması) ve kesin ve test edilebilir tahminlere ulaşıyor olmasıdır. Yeni olan bu bilimsel kozmolojinin, geleneksel (çoğu zaman teist) kozmolojilerle ilişkisi nedir? Bu yeni kozmoloji, eski kozmolojierin yerini mi almıştır? Yeni kozmoloji diğer eski kozmolojilerden aktarmalar mı yapıyor yoksa onları yorumlamaya mı gidiyor?
Bizim bu konudaki müzakerelerimiz neredeyse bütünüyle Batı’nın tek-tanrılı dinleri olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam bağlamında yürütülecek ve bu çerçevede özellikle Hristiyanlık’taki çeşitli anlayışlar üzerine yoğunlaşılacaktır. Bununla birlikte biz, genel anlamda bilimle ilgili, özel anlamda ise bilimsel kozmoloji ile ilgili Hristiyanlık inancı ve tutumundaki farklılıklarda son derece geniş bir alan tespit etmiş bulunmaktayız. Bir aşırı uçta, kutsal metne kelimesi kelimesine (literalist) bir yorumla yaklaşan ve itikadȋ hükümleri genelde Antik Yunan Felsefesi bağlamında anlayan (örneğin Tanrı’nın ezeli ve değişmez olduğu) Hristiyanlığın aşırı geleneksel tutumunu görmekteyiz. Bu aşırı gelenek içerisinde bile, literalist yaklaşımın derecelerinde ve geleneksel itikadȋ meseleleri anlamadaki esneklikte (örneğin, Tanrı’nın zamanla ilişkisi konusunda geleneksel din bilimcileri arasında tartışmalar devam etmektedir) farklılaşmalar görüyoruz. Diğer bir aşırı uçta, çok ileri ölçüde Alman İdealizm’in ve/veya Süreç Felsefesi’nin fikirlerine yer veren Hristiyanlığın oldukça yeni vücut bulmuş fraksiyonları bulunmaktadır. Yine Protestan, Roma- Katolik ve Ortodoks Hristiyan anlayışları arasında da oldukça ince, ancak ihmal edilemeyecek farklılıklar mevcuttur. Bu nedenle bizim teizmi, bilimsel kozmoloji ile tamamen tutarlı ya da tamamen tutarsız birtakım doktrinler yığını olarak anlamamamız gerekir.
Ayrıca, her ne kadar kozmoloji ile olan teolojik etkileşimlerin çoğu Hristiyan geleneği içinde vuku bulmuş olsa da, Hristiyanlığın belirleyici özelliğinin (yani İsa’nın hususȋ rolünün) bu etkileşimlerde belirgin bir rol oynamış olması – şayet olduysa – nadiren söz konusu olmuştur.
1. Genel Bakış: Kozmoloji, Teoloji ve Din
Hristiyanlık ve diğer tek-tanrılı dinler (İslam ve Yahudilik), evreni yaratan ve evrenin varlığını sürdürmesini sağlayan aşkın ve malik bir tanrının varlığına hükmetmektedirler. Buna göre dünya, ancak nihaȋ ve doğaüstü bir sebepten ötürü vardır ve bu ‘Sebep’, Newton’un ifadesiyle ‘‘kör değildir ve keyfi hareket etmez, aksine mekanik bilimi ve geometride son derece yeteneklidir’’ (Cohen 1978, 282). İster genel felsefȋ anlamda ister bilimsel anlamda olsun, kozmoloji her daim teizmin bir parçası olagelmiştir. Ancak fizik ve astronomiye dayalı olan kozmolojinin tanrının varlığı ve rolüne ilişkin tartışmaları açmış olması nispeten yeni bir durumdur. Evrenin araştırılmasında sınırlı düzeyde fiziğin devreye sokulması, entropi kanununun kozmolojik neticelerinin büyük bir hevesle dünyanın başlangıcı ve sonuna dair Hristiyan doktrinleriyle ilişkili olarak tartışılmaya başladığı XIX. yüzyılın ikinci yarısına tekabül etmektedir. Fizik kozmolojisi esasen 1930’larda, evrenin genişleme halinde olduğunun ve sınırlı bir zaman önce başladığının keşfedilmesiyle doğmuş olan, XX. yüzyıla ait bir bilimdir. Fiziğin bir alt disiplini olan kozmoloji, bazı hususlarda matematiksel, felsefi ve klasik gözleme dayalı kozmolojiden ayrışsa da, bu farklı yaklaşımlar daimȋ etkileşim içindedirler. Modern anlamda ise fiziksel kozmoloji 1965’de kozmik mikrodalga arkaplan ışınımının keşfiyle ortaya çıkmıştır ve bu keşif, henüz yeni olan Büyük Patlama teorisini hızlı bir şekilde evrenin standard modeline dönüştürmüştür. Jim Peebles’in 1971 yılındaki Physical Cosmology adlı kitabı (muhtemelen bu adla çıkan ilk kitap), modern fiziksel kozmolojinin başlangıcı olarak saptanabilir.
Fiziksel kozmoloji, genel görelilik teorisi ve temel parçacıklar fiziği açısından modern bir bilim olsa da, geçerli kozmolojinin alakadar olduğu teolojik problemler eskidir. Evren sonlu bir zaman önce mi varlığa çıkmıştır? Evren bir sona doğru gidiyor mu? Kozmik evrim ve doğa kanunları neden tam da akıllı bir yaşamın varlığına izin verecek şekilde işlemektedir? Bunlar ve teizmle açıkca ilgili olan başka problemler halen en yeni kozmolojik teoriler ve gözlemlerin ışığı altında tartışılmaktadır. Ancak problemlerin bizatihȋ kendileri (ve doğrusu cevapların da çoğu) Ortaçağ filozofları ve teologları için çok tanıdıktır. Kimi zaman en temel soru olarak kabul edilen şu soru için de durum aynıdır: Niçin bir evren vardır? Ne günümüz modern fiziksel kozmolojisinden, ne de yarının daha ilerlemiş olanından, teist ve ateistleri aynı şekilde tatmin etmeyi sağlayan nihaȋ cevapların alınabileceğine ümit ışığı yakan herhangi bir neden yoktur.
2. Yaratılış ve Büyük Patlama (big bang)
Einstein’in genel görelilik kuramı, uzay- zamanın (space-time) kendi yapısının, evrenin maddȋ bileşenlerinin nedensel etkisine tȃbȋ olan dinamik bir değişken olduğunu göstermiştir. Gerçekte Einstein, oldukça geniş çaplı kozmolojik sorulara genel göreliliğin uygulanabilirlik potansiyelinin çok hızlı farkına varmıştır. Einstein’in ilk kozmolojik modeli (1917), statik, yani mekansal geometrisinin zamansal olarak sabit olduğu bir evreni tasvir etmekteydi. Bu model, mevcut alan denklemleriyle tutarlı değildi. Bu sebeple Einstein, Λ adı verilen kozmolojik sabiti eklemek suretiyle denklemleri yeniden düzenlemiştir. Daha sonra Einstein bu kozmolojik sabitenin eklenmesinden pişmanlık duyduysa da, son yıllarda, o sabitenin denklemlere dȃhil edilmesinin lehine bağımsız deliller ortaya çıkmıştır.
Öyle bile olsa, Einstein’in statik evren modeli bilimsel olarak yetersizdi. Nitekim o, 1920’lerde Edwin Hubble ve başkalarının gözlemine dayanan kızıla kayma (redshift) verisine açıklık getiremiyordu. Kızıla kayma gözlemi, uzak yıldızların bizden uzaklaştığını ve bu uzaklaşmanın mesafeleriyle doğru orantılı bir hızla gerçekleştiğini bildiriyor. Dolayısıyla bu gözlem, evrenin genişlediğini göstermektedir.
1920 ve 1930’lu yıllarda, genişleyen bir evreni öngören, genel göreliliğe dair bir dizi kozmolojik model ileri sürülmüştür. Bu konuda en doğru hesap, Friedmann- Robertson- Walker (FRW) grubunun modelleri ile ortaya konulmuştur. Bu modellerin ana özelliği, uzayın homojen ve buna bağlı olarak izotropik olduğu (yani her yönden aynı göründüğü) anlayışıdır. Uzayın homojen olduğu varsayımını, dört boyutlu uzay- zamanın, her birinin sabit kavisinin bulunduğu üç boyutlu uzay kümesine bölündüğü iddiası takip eder. Bu kavislerin mümkün üç şekli, üç klasik geometriye denktir: Öklidçi (düz), küresel (pozitif) ve hiberbolik (negatif). Bilinen bir FRW uzay- zamanında, bir zamandaki uzayın geometrisi başka herhangi bir zamandaki geometri ile bir ölçek çarpanında S(t) ilişkisindedir. Diyelim ki, bir referans zamanı T (2011 gibi), iki de referans galaksisi bulunsun ve d(T), T zamanında galaksiler arasındaki mesafeyi ifade etsin. Bu durumda herhangi bir t zamanında iki galaksi arasındaki mesafe, S(T)=1 kabul edildiğinde, d(t)= S(t)d(T) formülüyle gösterilir. Ölçek çarpanını ifade eden S(t)’nin hareketleri FRW evreninin dinamiklerini kodlamaktadır.
(Mesela ağır objeleri olan) bizim evrenimizin düzenini oluşturduğunu kabul edebileceğimiz bu FRW uzay-zamanlarında, zaman parametresi t’nin son derece düşük bir sıçrama değeri t0 vardır. Bilhassa t, t0’a doğru küçüldükçe, alan parametresi S(t) sıfıra doğru gidiyor. Peki t, t0’a ulaştığında ne oluyor? Kısacası, bu modeller orada ne olduğunu tam olarak açıklayamamaktadırlar, zira uzay- zamanda t0 zaman koordinatında hiçbir değer yoktur. O halde t0, asla ulaşılamayan ideal bir noktadır. Bu da demek oluyor ki, evren t0’dan sonra her zamanda mevcuttur, ancak t0’dan önce ve t0 noktasında mevcut değildir. Bu özellikteki uzay- zaman modeline tekil denilmektedir; asla ulaşılamayan ideal nokta ise tekillik olarak adlandırılmıştır. Başka bir ifadeyle, Büyük Patlama FRW uzay zamanında bir tekilliktir.[2]
FRW uzay- zamanı, evrenimizin büyük boyutlu yapısının son derece kesin bir tasviridir. Mademki bu modeller evrene sonlu bir ömür biçmişlerdir, evrenin ezelden beridir var olmadığı neticesine ulaşmak da akla pek uygundur.
Ancak birçok fizikçi ve filozof bu sonuca varma konusunda çekinceli davranır. Esasında, 1950’li yıllarda ve 1960’lı yılların başında yaygın olan görüş, FRW modellerindeki tekilliklerin, mükemmel izotropi ve homojenlik gibi yanlış idealize edilen kabullerin sonuçları oldukları yönündedir. Ancak bu tekilliklerden kaçış yolu; Robert Geroch, Stephen Hawking ve Roger Penrose’un ‘‘tekillik teoremlerini’’ ispat etmeleriyle kesin olarak kapanmıştır, ki onlara göre neredeyse tüm uzay- zamanlar tekildir ve hususen neredeyse tüm kozmolojik modeller sonlu yaşlı bir evreni tasvir eder.
Bazı teistler, kozmolojik modellerin evrende tekillik öngören yapısını, Tanrı’nın evreni yoktan (ex nihilo) var ettiği iddiasının onaylanması olarak görmüşlerdir. Bu ‘‘Büyük Patlama teolojisi’’ni müdafaa edenler listesinde Pope Pius XII, Francis Collins (Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüler’inin müdürü) ve yine savunucuları olan William Lane Craig ve Hugh Ross yer almaktadır. Büyük Patlama kozmolojisi ilk bakışta (prima facie) gerçekten de teizme destek sağlamaktadır. Nitekim Büyük Patlama kozmolojisi, evrenin sonlu bir yaşta olduğunu söyler ve (geleneksel) teizm de Tanrı’nın evreni yoktan var ettiğini ileri sürer. Bu durumda Büyük Patlama kozmolojisi geleneksel teizmi doğrulamış olmuyor mu? Bu tür iddialara ihtiyatlı yaklaşmayı gerektiren bir takım nedenlerden söz edeceğiz.
‘‘Büyük Patlama teolojisi’’ni savunanlar, en çok evrenin sonlu bir geçmişe sahip olduğu iddiasına ilgi duyarlar. Buna göre, istidlȃle dayanan mesnetler zinciri aşağıdaki gibi olmalıdır:
Büyük Patlama modeli → destekler → Sınırlı Yaştaki Evren → destekler → Teizm
Varsayılan birinci istidlȃlȋ ilişkiyi tartışmaya geçmeden evvel, bütün teistlerin evrenin sonlu bir geçmişe sahip olduğu iddiasında bulunmadıklarını belirtmek istiyoruz. Örneğin Aquinas (Summa Theologica adlı eserinde ve başka yerlerde) aklın, evrenin sonluluğuna hükmedemeyeceğini ileri sürer. Ancak Aquinas aynı zamanda aklın, Tanrı’nın varlığına hükmedebileceğini düşünür. Dolayısıyla Aquinas, yaratıcı olarak Tanrı tasavvurunun, evrenin sonlu bir geçmişe sahip olduğu fikrini içerdiğini sanmamaktadır. (Bazı çağdaş teologların aksine Aquinas, bir Hristiyan teistin, yine de evrenin sonlu geçmişe sahip olduğuna inanması gerektiğini ileri sürer. Aquinas’a göre evrenin sonlu geçmişe sahip olması, İsa’nın Tanrılığı gibi vahye dayalı bir doktrindir.) Çağdaş teologlardan Arthur Peacocke ve Ian Barbour’a göre de, evrenin ‘‘yaratılış’’ doktrininin en iyi yorumu, evrenin Tanrı’ya zaman ötesi bağlılığıdır ve söz konusu bu bağlılık, zamansal olarak kayıtlı bir yaratılış olgusunu gerektirmemektedir. Bu aynı zamanda, bir Cizvit [Hristiyanlık’ta XVI. yüzyılda ortaya çıkmış, ‘‘İsa Derneği’’ şeklinde de anılan bir tarikat, Ç.N.] papazı ve kozmoloğu olan William Stoeger’in (2010) görüşüdür. O, bilimsel kozmolojinin, teolojiyi yanlışlarından arındırabileceğini ancak akla uygun olarak ileri sürdükleri şeylerde teolojiyle çatışamayacağını savunmuştur. Bu bölümün geri kalanında biz, evrenin sonlu yaşta olması iddiasında teizmin yetersiz mi kaldığı yoksa onun güçlü temellere mi dayandığı sorununu daha fazla tartışmayacağız. (Bu konudaki argümanların değerlendirilmesi için bk. Copan & Craig 2004.) Şimdilik biz, yoktan (ex nihilo) yaratılış görüşünü savunmaya kendisini – belkide toyca – adamış olan teizmin versiyonlarına odaklanalım. Teizmin bu çeşit yaklaşımında bile, Büyük Patlama’yı evrenin Tanrı tarafından yaratıldığı tahminine destek olarak görmeye ihtiyatlı yaklaşmak için hȃlȃ sebepler vardır.
2.1 Büyük Patlama kimin teizmini onaylaması gerekiyor?
Büyük Patlama teologları, ‘‘evren 13 milyar sene yaşındadır’’ iddiasının, teizme apaçık bir dayanak sunduğunu ileri sürerler. Ancak birçok teist için, evrenin 13 milyar yaşında olduğu tespiti, onların teistik inançlarının yanlışlanması anlamına gelmektedir. Örneğin İrlanda piskoposu Ussher (1581- 1656), İncil’den, evrenin M.Ö. 4004 yılında yaratıldığı bilgisini elde ettiğini ileri sürmüştür. XXI. yüzyılda bile bazı Hristiyan düşünürler, İncil’in hükmüyle evrene 13 milyar seneden düşük bir yaş tayin etmektedirler (bk. Kelly 2000 ve Byl 2001). Bu durumda bu düşünürlere göre Büyük Patlama, teizmi – ya da en azından onların literalist bir yaklaşımla İncil’den elde ettikleri yaratılış anlayışını içeren teizm versiyonunu – yanlışlayacaktır. Daha da önemlisi, öyle görünüyor ki, Hristiyan teizmin evrenin sonlu geçmişe sahip olduğu inancına yeltenmesinin temelinde, onun İncil’in yaratılış anlayışının gerçekliğine teslim olması yatmaktadır. Demek oluyor ki bir teist, evrenin kökeni hususunda Büyük Patlama açıklamasına inandığında, bunun sonucunda İncil’in ortaya koyduğu anlayışta şüphe duyacak ve daha sonra evrenin yaşının sonlu olduğuna dair bir delilini – ve muhtemelen tek delilini – kaybedecektir.
Elbette ki, evrenin yaratılmış olduğunu kabul etmekle birlikte evrene muayyen bir yaş tayin etmemek suretiyle yaratılış hikayesini mecazȋ olarak yorumlayan teistler de vardır. Bu teistlere göre, evrenin sonlu bir geçmişe sahip olduğu fikrine ulaşmak, inançlarını baltalamak yerine onları onaylamaya yarayabilir.
2.2 Bir teist bilimsel kozmolojiden onay aramalı mıdır?
Geleneksel Hristiyan teizmine göre, ex nihilo yaratılış bir mucizedir, yani doğa kanunlarıyla açıklanamayan bir şeydir. O halde neden bir teist ex nihilo olan bir yaratılışı doğanın kanunlarından türetebileceğini umsun ki? Bunu Hristiyanlık’ta, örneğin Hz. İsa’nın suyu şaraba çevirdiği iddiası gibi, diğer varsayılan mucizelerle karşılaştıralım… Hristiyan teistler, kimyagerlerin suyun şaraba dönüşebileceğini söylemesini bekliyorlar mı? Elbette ki hayır! Tanrı doğa kanunlarını aşabilmesi gerekir, ayrıca hâlihazırda ne olup bittiğini açıklamada doğa kanunları (Tanrı müdahale etmiş olabileceğinden) iptal da edilebilir. Öte taraftan, Tanrı evreni geçmişte sonlu bir zamanda yaratmış iken, en iyi (en açıklayıcı, en şık) kozmolojik teori, evrenin geçmişinin sonsuz olduğu fikrini ileri süremez mi?
Yüzleşmek durumunda olduğumuz bu karmaşa, tek bir güncel modeli bulunan, tarihsel ve hȃlȃ kanuna dayalı bilim ifade eden kozmolojinin hususȋ bir durumundan yararlanmaktadır. Teistler, suyun şaraba dönüşebilme imkanının, kimyanın kanunları tarafından öngörülebileceğine kesinlikle ihtimal vermezken, tarihen sabit bir olayın meydana gelmiş mucizelere referans olacağına inanmaktadırlar. Peki, kozmoloji daha çok tarih midir, yoksa daha çok kimya mıdır? Tanrı evreni yarattıysa, böylesi bir vakayı, bir kozmolojik kuram mı haber vermeli (ya da tahmin etmeli ya da zorunlu kılmalı)? Ya da kozmoloji sadece evrenlere kanunlar sağlamak için mi gereklidir? Öyle kanunlar ki, evrenimizde esasında çiğnenmiş de olabilirler…
2.3. Hangi kozmolojik modeller yoktan (ex nihilo) yaratılış doktrinini desteklemektedir?
Diyelim ki, teistler daha sert bir tutum sergileyerek, teizmin sadece sonlu geçmişe sahip evren anlayışına uygun kozmolojik modeller talep ettiğini (ve desteklediğini) söylüyorlar. Bu durumda bizim kozmolojik modellerimizdeki zaman parametresi, rahatlıkla sıfırdan başlatabileceğimiz bazı sabit rakamların altında bir değer almamalıdır.
Fakat (0,t) aralığı topolojik olarak (−∞, t) ile eşbiçimlidir, bu da zamanın süresinin (sonluya karşı sonsuz) özünde fiziksel veya teolojik önemden yoksun olabileceğini düşündürmektedir. Bu tür bir nokta 1935 yılında E.A. Milne tarafından, daha sonra 1969 yılında ondan bağımsız olarak Charles Misner tarafından ortaya konulmuştur. Özellikle Misner, sınırlanmış zaman parametresinin bir anlam ifade etmediği yönündeki endişeleri bertaraf etmek amacıyla, zaman parametresi t’nin yerine onun negatif logaritmasını (-log t) koymuştur. Misner’e göre (1969, 1331), tekillikler ile başlayan modellerde bile ‘‘evren sonsuz bir yaştadır, zira başlangıcından beri sonsuz birçok şey meydana gelmiştir.’’ İlginç bir şekilde Misner’in bu açılımı, bir yaratıcıya olan ihtiyacın önünü kesme arzusuna bağlı olamaz. Misner kendisini katolik bir Hristiyan olarak tanımlamaktadır.
Sonlu/sonsuz zaman ayırımının itibarȋ olma durumunu kayda düşüren, katolik bilim filozofu Ernan McMullin olmuştur. O, teolojik ex nihilo yaratılış doktrininde metrik bir yorumun yer alması gerekmediği sonucuna ulaşmaktadır (McMullin 1981). Daha doğrusu McMullin, ex nihilo doktrininin tertip teorisi (bk. order theory) biçiminde yorumlanması gerektiğini ileri sürmüştür. Buna göre zaman silsilesinin bir başlangıç noktası olmalıdır. Ancak bu tertip teorisine uygun kriter, en azından yürürlükte olan kozmolojik modeller bakımından, teizme yarar sağlamaz. Bir taraftan, FRW kozmolojik modelleri tertip teorisi kriterinde başarısız olmuşlardır, nitekim onlarda zamanın bir ‘ilk anı’ yoktur. Öte taraftan, zamanın ideal bir ilk anı herhangi bir uzay- zamana eklenebilir, hatta metrik olarak sonsuz bir geçmişi olanlarına bile (bk. Earmann 1995). O halde sıradan bir tertip teorisi kriteri, kozmolojik modellerin ex nihilo yaratılış doktriniyle tutarlı olup olmadığını görmek için kötü bir kılavuzdur.
Bir kozmolojik modelin ne durumda yoktan (ex nihilo) yaratılış ile uyumlu olduğunu gösterecek daha uygun bir kriter için tekil uzay- zamanların detaylıca analizine ihtiyaç vardır (sonraki başlığın daha geniş tartışmaları için bk. Earmann 1995). Bir uzay- zamanın ne zaman gerçekten tekil olduğunu gösteren mevut açıklamaların en iyisi (eksik koordinatlarla tanımlanmış olmasının aksine olarak) sonlu uzunluğun uzatılamayan jeodeziği içerendir. Öngörüyle bir jeodezik, serbest düşüşte bir saatin takip ettiği yörüngedir. Eğer bir saat geçmişte genişletilemeyen (past- inextendible) bir jeodezikte sonra da geçmişte bir sonlu zamanda hareket ediyorsa, o saat mevcut değildir, dahası, uzay- zamanın kendisi mevcut değildir. Bu sebeple Büyük Patlama teologları, yoktan (ex nihilo) yaratılışın, genişletilemeyen jeodeziği olan kozmolojik bir uzay- zaman tarafından kesin bir biçimde doğrulandığını iddia edebilmek için ellerinden geleni yaparlar. (Aslında bu kriter FRW modellerinde tutuyor.) Bu tür bir önerideki asıl problem, onun güçlü, sezgisel bir teolojik doktrini, ‘‘Lorentz manifoldun’’ (çeşitli geometrilerde böyle tanımlanmıştır) son derece kesin bir tekniksel özelliğine bağlamasıdır. O halde böyle yapılmasındaki risk, birinin, alakasız bir muhtevayı bu teolojik doktrine dâhil edebileceğidir: Gelecekte bir model, teolojik doktrinle hala uyumlu olduğu halde teknik kriteri ihmal edebilir. Ayrıca birçok Hristiyan teistler, teolojik doktrinlerinin özde sarih olduğunu ve anlaşılmalarının ekollerin papazlarından oluşan elit bir kitleye mahsus olmadığını ileri sürerler. Ancak, eksik jeodeziklere sahip bir Lorentziyen manifolduna dair fikrin, ortalama düzeydeki bir kimse için erişilebilir olduğunu söylemek pek mümkün değildir.
2.4 Genel Göreliliğe güvenebilir miyiz?
Netice itibariyle Büyük Patlama teolojisi, ‘genel görelilik ve tekillik teoremleri evrenin zamansal bir başlangıcının olduğunu bir kere genel-geçer olarak ortaya koymuştur’ derse, haddini aşmış olur. Gerçekte, göreliliğe dayalı kozmoloji, Büyük Patlama gibi bir dinamik tekilliğe bağlı zamanlar konusunda kendi hükümsüzlüğünü öngörmektedir. (Karşıt görüş için bk. Misner 1969.) Göreliliğe dayalı kozmolojinin kendi hükümsüzlüğünü öngörmesinin sebebi, tekilliklerin çevresinde çekim gücü etkilerinin daha yoğun, kuantum etkilerinin ise daha baskın rol oynadığının tahmin ediliyor olmasıdır. Ancak genel görelilik, kuantum etkilerini kapsamıyor ve aslında bu tür yoğun çekim gücünün olduğu bir ortamda test edilmemiştir. Bu sebeple tekillik teoremlerinin, kuantum etkilerini de kapsayan genel göreliliğe dair geleceğin mirasçı bir teorinin yapısı hakkında geçerli bir öngörüde bulunduğuna inanmak için çok az neden vardır. Biz bu konuyu dördüncü bölümde tartışacağız.
2.5 Big-bang ateizm için bir delil teşkil ediyor mu?
Çoğu filozof ve fizikçi, Büyük Patlama kozmolojisinin geleneksel teizme karşı ya nötr durduğunu ya da onun destekleyicisi olduğunu düşünmüştür. Bu sebeple ateistler genelde savunmacı bir duruşla Büyük Patlama teologlarının iddialarını çürütmeye çalışmışlardır. Fakat lafını sakınmayan bir azınlık – biz onları ‘‘Büyük Patlama ateologları’’ olarak adlandırabiliriz – Büyük Patlama’nın teizmi reddettiği hususunda daha güçlü iddialarda bulunmuşlardır. Bu Büyük Patlama ateolojisinin en bilindik taraftarları Adolf Grünbaum ve Quentin Smith adındaki filozoflardır. Smith’in düşüncesine göre kuantum kozmolojileri, teizmin aleyhine daha güçlü delil sağlayacak şekilde de kullanılabilir.
Büyük Patlama ateologları, kendi argümanlarını ileri sürerek, teist akranlarının gözden kaçırdıklarını düşündükleri hususları sayarlar. Bu hususlardan birisi, FRW kozmolojik modellerinin bir ilk halinin bulunmadığıdır. Bu durumda, Büyük Patlama’dan yardım uman bir teist, evrenin herhangi bir durumunun (biz buna A diyelim) olduğunu söyleyemez ki, tanrının evreni A durumunda yaratmış olduğunu da söyleyebilsin. O, evvela zamansal aralıklar yahut buna benzer şeyler yaratan bir tanrı hususunda daha sofistik bir tutum sergilemek zorundadır. Peki bu ‘daha sofistik’ gelişmeler hala geleneksel teoloji ile uyum içinde midir?
Büyük Patlama ateologları, (a) Büyük Patlama’dan önce zamanın olmadığı (ta ki zamanın kendisi evrenle birlikte varlığa çıksın) ve (b) evrenin sebepli olduğu görüşlerin her ikisini de kabul etmenin bir anlam ifade etmediğini de söylerler. Elbette birçok teist, tanrının evrenin zamandan bağımsız nedeni olduğunu iddia etmektedir ve onlar, bu eleştiriler karşısında bu türden bir eğilimin tutarlılığını savunmaya yeltenebilirler.
Kuantum kozmolojisi ise teoloji için daha başka komplikasyonlara neden oluyor. Spesifik önerilerin gereğinden fazla detayına girmeden şunu ifade edelim ki, birçok kuantum kozmolojisinin müşterek teması, evrenlere bir olasılık dağılımı biçmektir. Başka bir ifadeyle kuantum kozmolojileri evrenlerin belli çeşitlerinin mevcut olduğuna dair bir ihtimaliyet ölçümü sunar. Başka eski kuantum kozmolojileri (örneğin Hawking’in ilk önerileri) hala evrenin sonlu bir başlangıcının olduğunu sanmaktadır. Hal böyle iken onların – klasik genel görelilikten de fazla- ileri düzeyde açıklayıcı gücü, evren hakkında teistik açıklamaların baltalanması olarak düşünülebilir. Öncelikle, kuantum kozmolojisi, yüksek ihtimallerle bizim evren gibi başka evrenlerin mevcut olabileceğinden söz ederler. Bu açıdan bakıldığında kuantum kozmolojileri, evrenin kökeni hakkında teistik olmayan rakip açıklamalar teklif etmek için kullanılabilir.
Buna cevaben teistler, kuantum kozmolojilerinin evrenin varlığına ilişkin koşulsuz ihtimallerden yola çıkmadıklarını ileri sürmüşlerdir. Örneğin, Craig (1997), Deltete & Guy (1997) ve Oppy (1997), kuantum kozmolojilerinin, bazı evren biçimlerinin varlıklarıyla başka evren biçimlerinin ortaya çıktığı şeklinde, sadece koşullu ihtimaller söz ettiklerini savunmuşlardır. Smith (1998) kuantum kozmolojisindeki ihtimallerin koşulsuz olduğunu savunarak yanıt vermiştir. Ancak bu tartışmada hiçbir taraf, kuantum ihtimallerinin yorumlanmasına dâhil olan özel komplikasyonlara katılmış değildir. Örneğin Smith, çeşitli evren biçimlerine ilişkin ihtimaliyet dağılımını ortaya koymak için evrensel ‘dalga fonksiyonunu’ Ψ(hi j, f) kullanmaktadır. Ancak biz elementer kuantum mekaniğinden biliyoruz ki, mutlak anlamda ihtimaliyetlerin elde edilmesi için dalga fonksiyonunun kullanılması son dderece tutarsızdır (yani çelişkilere götürür. Bu çelişki meşhur Kochen- Specker teoreminden türetilmiştir.) Şu sonuca ulaşıyoruz ki, kuantum kozmolojilerinin metafiziksel değerini ölçebilmek için, kuantum mekaniğinin yorumunda daha detaylı bir mülahazaya ihtiyaç vardır.
3. Kararlı- hat (steady-state) evren kuramları
Aristoteles’in kozmolojisi, değişim göstermeyen ve ebedȋ olan bir evren anlayışını içermesi dolayısıyla kararlı- hat teorileri arasında yer alır. 1917’de Einstein, evrene dair ilk görelilik kuramını önerdiğinde, farkında olmadan Aristoteles’in sistemiyle ortak olan niteliklere sahip bir evren portresi çizmiştir: onun evreni, uzaysal olarak sonlu fakat zamansal açıdan sonsuzdu. Evrenin genişlediğine dair keşif, kararlı- hat kuramını diğer kozmolojik modellerin değilse de, göreliliğe dayalı kozmolojinin dışına itmiştir. Nobel ödülü sahibi ve meşhur bir fizikçi olan Robert Millikan 1930’larda, entropinin büyümesine karşın, madde ve enerjinin devamlı yaratılışıyla sonsuz yinelenen bir evren anlayışını destekleyen kimseler arasındaydı. O, bu tür sonsuz ve daima değişmekte olan evren ile Tanrı’nın daimȋ aktivitesini açığa çıkardığını düşünmüş ve kozmolojik modelini, genel anlamda Hristiyan doktrinine, özel anlamda da Tanrı’nın içkinliğine bir delil olarak takdim etmiştir.
Erken dönemin kararlı- hat evren anlayışlarının aksine; Fred Hoyle, Hermann Bondi ve Thomas Gold’un 1948’de geliştirdikleri kuram, evrenin genişlediğini kabul etmekteydi. Kavramsal olarak bu kuram, ‘‘mükemmel kozmolojik ilke’’si üzerine bina edilmiştir. Bu ilke, evrenin, büyük ölçekli özelliklerinde sadece mekansal değil, zamansal olarak da homojen olduğuna dair bir kaziyedir. Bu klasik kararlı- hat kuramı, yeni keşiflere (kozmik mikrodalga arkaplan ışınımı ve kızıla kayma) izahat vermedeki yetersizliğinden ötürü 1960’lı yıllarda terk edilmiş olmasına rağmen, kozmoloji- teoloji tartışmalarında aydınlatıcı bir konumda olmayı sürdürmektedir. Dahası, bu teori henüz tam olarak geçerliliğini yitirmediği gibi, onun bazı karakteristik özellikleri, Jayant Narlikar ve bazı başka kozmoloji uzmanları tarafından hala savunulan yarı- kararlı- hat kozmolojisi (quasi-steady-state cosmology/ QSSC) kuramında varlığını devam ettirmektedir. Bu model, mükemmel kozmolojik ilkesine uygun olmasa da, içinde maddenin sürekli olarak yaratıldığı belirsiz bir kozmik zaman ölçüsü varsaymaktadır. Bu bakımdan o, Büyük Patlama kuramına ve onun tanrısal yaratılış lehine kabul edilen çağrışımlarına bir alternatif teşkil etmektedir. 1994’de, yani QSSC modelini geliştirdiği zaman zarfında Hoyle, Büyük Patlama kozmolojisine ‘‘dinȋ köktenciliğin bir türü’’ (Hoyle 1994, 413) şeklinde atıfta bulunmuştur. Klasik kararlı- hat kuramına göre evren, sonsuz bir zaman zarfında genişlemiştir ve sonsuza dek genişlemeye devam edecektir. Yine de maddenin ortalama yoğunluğu sabit kalmaktadır, zira madde, daha doğrusu madde enerjisi sürekli olarak yoktan yaratılmıştır. (Kuramın daha sonraki uyarlamalarında, maddenin yaratılışı ex nihilo değildir.) Biri sonsuz zaman ölçeği, diğeri maddenin yaratılışındaki süreklilik olan bu iki özellik birbirinin karşıtı olup, fiziksel ve aynı zamanda teolojik bir yapının irtibatınac sebep olmuştur.
1950’li yıllarda yaygın olan kanaate göre, kararlı- hat evren fikri, teizme muhalif durmaktaydı ya da en azından evrenin yaratılışında Tanrı’yı gereksiz kılmaktaydı. Neticede, zamansal bir sonsuzlukta yaşayan Tanrı, evreni nasıl yaratmış olsundu? Gökbilimci, bilimi popüler yapan ve inançsız olan Carl Sagan’a göre, ‘‘bu, Yaratıcı’yı yalanlayabilecek bilimin akla uygun tek buluşudur, zira sonsuz geçmişe sahip bir dünya asla yaratılmış olamazdı’’ (1997, 265). Bu iddia teizm için ciddi bir problem teşkil ediyor görünse de, teologlar hazırlıklıydılar. Nitekim XIII. yüzyılda Thomas Aquinas’ın, Tanrı’nın pekala ezelȋ bir evren yaratabileceğini ileri sürdüğünden beri bu tartışıla gelmişti. Dahası, ezelȋ bir evrene dair teolojik söylemler yeni ortaya çıkmış olmayıp, onlar, ezelȋ periyodik modellerle ilişkili olarak, gerek XIX. yüzyılın daha kurgusal uyarlamalarında, gerekse 1930’lardan bu yana öngörülen görelilik modellerinde zaten geliştirilmişlerdi.
Creatio continuans’a [lat. ‘‘devam eden yaratma’’, Ç.N.] dair Thomistik doktrine göre tanrı, şeylerin varlığa çıkmasına, varlıkları bütünüyle O’nun gücüne bağlı olması bakımından neden olmaktadır. Şeyler kendi hallerine bırakılsaydı, onlar yok olur, yahut yokluğa geri dönüşürlerdi. Bu açıdan bakıldığında yaratma, fiziksel ve zamansal olmaktan öte, temelde metafiziksel bir problemdir, dolayısıyla sonsuz ama yine de yaratılmış bir evren son derece mümkündür. Enteresan bir şekilde, kararlı- hat kuramına öncülük eden fizikçi William McCrea da, hangi şekilde olursa olsun, kozmolojinin zorunlu olarak ilahi bir yaratıcı esasını içermesi gerektiğini savunan samimi bir Hristiyan idi. 1950’lerde hem Protestan hem de Katolik teologlar, Hoyle’in sonsuz evren anlayışının detayda dine aykırı olmadığını çünkü onun hȃlȃ bir yaratıcıya ihtiyaç duyduğunu söylemekle aceleci davrandılar. Onlar, kozmik yaratmanın öncelikli olarak dünyanın Tanrı’ya ontolojik bağımlılığı ile ilgili olduğunu vurgulayarak, sadece eski ‘daimȋ ilahȋ yaratma’ anlayışını harekete geçirmekle kalmamış, aynı zamanda, Tanrı’ya imanın, hangi varyantta olursa olsun, fiziksel kozmolojiyle çok az ilgili olduğunu vurgulamışlardır. Papaz ve din felsefecisi Erich Mascall, kararlı- hat modelinin, imanla ilgili sorunlara sebep olması için bir neden görmemiştir. Onun 1956’da söylediği gibi, ‘‘dünyanın bir başlangıcının bulunup bulunmadığına dair temel soru, son tahlilde, teoloji için son derece önemsizdir.’’ (Mascall 1956, 155).
Mascall’a benzer görüşler daha sonraki teologlar ve Hristiyan filozoflar nezdinde devam ettirilmiştir, ancak hepsinde değil. Zaman dışı (atemporal) sürekli yaratmanın İncil’de kesin olarak temellendirilmiş olup olmadığı konusunda ve ayrıca dünyanın mutlak başlangıcının önemi konularında bir anlaşmazlık vardır (muhalif görüşler için bk. Copan ve Craig 2004 ve Mayıs 1994). Kozmolojinin esasen Hristiyan inancıyla alakasız olduğuna dair görüş tartışmasız kabul edilmiş olamaz. Ernan McMullin’in işaret ettiği gibi, Hristiyanlığın doktrinleri, metafizik ve ahlaki davranış yasalarından daha fazlasıdır; onlar aynı zamanda, evren ve onun içerdiği nesneler hakkında konuşan kozmik iddialardır. Bu sebeple teologlar özelde kozmoljiye, genelde ise bilime kulak vermeleri gerekiyor.
Bazı Hristiyan bilimciler ve filozoflar, kararlı- hat kuramının önerdiği maddenin sürekli yaratılışını, sürekli ilahȋ yaratmanın bir tezȃhürü olarak görmüşlerdir. Nitekim katolik filozof Philip Quinn (1993), eski creatio continuans kavramını kararlı- hat kozmolojisine uyarlamıştır. İddia esasen şudur ki, madem maddenin yoktan (ex nihilo) yaratılışı enerji korumasını bozmaktadır, o halde dışardan yaratıcı bir neden bu bozulmanın açıklaması olmalıdır. Quinn bu ‘neden’i, sonsuz ilahȋ yaratma olarak tanımlamaktadır. Bu tür bir muhakeme, Adolf Grünbaum tarafından şiddetli bir şekilde eleştirilmiştir. O, sonsuz ilahȋ yaratma fikrinin temelini oluşturan iddiayı düpedüz reddederken, evrenin doğal halini yokluk (nothingness) olarak görmüştür. Bu iddia ayrıntılarında Richard Swinburne (1996) tarafından tartışılmıştır. O, hiçbir şeyin mevcut olmamasını olağandışı bulur ve bir şeylerin mevcut olduğu hakikatine isnaden, Tanrı’nın varlığı sonucuna ulaşılacağını söyler. Ancak Grünbaum’e göre ne Büyük Patlama’da, ne de kararlı- hat kozmolojsinde ilahi yaratmaya yer yoktur. Onun vardığı neticede, ‘‘kararlı- hat kozmolojisi esasında, ilahȋ yaratıcı müdahelenin kararlı- hat evreninde yeni maddenin varlığa korunumsuz çıkarılmasında (nonconservative popping) nedensel olarak gerekli olduğu iddiası ile mantıksal olarak bağdaşmamaktadır’’ (Grünbaum 1996, 529).
Kararlı- hat kozmolojisi en azından geleneksel teoloji açısından problemli olmasına karşın, tanrının doğal süreçlerle yaratıcı ve daimȋ olarak etkileşim içinde bulunduğu süreç teoloji veya felsefesinin fikirleri ile uyumludur. Genel anlamda Whitehead’in felsefesi, Büyük Patlama evreninden ziyade, kararlı- hat anlayışı ile daha çok ahenk içindedir. Süreç düşüncesinden esinlenmiş samimi bir Hristiyan olan meşhur Britanyalı astronom Bernard Lovell (1959), sempati duyduğu kararlı- hat kuramının Tanrı inancına bir tehdit olarak anlaşılmasına anlam verememiştir. Onun için maddenin yaratılışı, Tanrı’nın fiillerinin kesin bir kanıtıdır.
4. Kuantum ve sicim (string) kozmolojileri
Daha önce de belirttiğimiz gibi, tekilliğe yakın alanlarda ve en önemlisi, Büyük Patlama’ya çok yakın zamanlarda, klasik Genel Göreliliğin geçersizliğinde şüphe etmek için nedenler vardır. Özellikle uzunlukların çok küçük olduğu, kavislenme ve sıcaklığın ise yüksek olduğu zamanlarda- şayet yerçekim kuvveti doğanın bilinen diğer kuvvetleri gibi işliyorsa- kuantum etkileri ön plana çıkacaktır ve biz bu nedenle birbirinden farklı sonuçlar beklemeliyiz. Görelilik kozmolojisinin ‘sonlu yaş’ varsayımının bir kuantum çekimi ya da sicim teorisi içinde varlığını sürdüreceğini düşünmek için yeterli sebepler olmadıkça, tek başına bu gözlem, Büyük Patlama teolojisine olan tutkunun tamamen yıkılması için yeterlidir. Bu bölümde biz, çekim ve kuantum mekaniğini birleştirmeye girişen teorilerdeki tekillikler hakkında bilindik verileri kısaca gözden geçireceğiz. Bizim incelememiz iki neticeyi destekliyor: (1) Biz henüz en iyi modelin sonlu bir yaşa sahip evreni öngöreceğini bilmiyoruz, ancak (2) Büyük Patlama’nın zorunlu olarak mutlak bir başlangıç olmadığını düşünmek için iyi nedenler vardır.
Bir dizi önerilmiş kuantum kozmoloji kuramı vardır. Belki bunların en iyi bilineni, hudutsuz bir evren görüşüne ulaşan, ‘‘o halde Yaratıcı’nın mekanı neresi?’’ şeklindeki meşhur soruyu gündeme getiren Stephen Hawking’in önerisidir. Hawking’in kozmolojisinin teizm ile bağlantı kurması, Craig & Smith (1995), Deltete & Guy (1997), Craig (1997) ve Smith’da (1998) genişçe tartışılmıştır. Ancak Hawking’in kuramının, kuantum kozmolojisinin nihaȋ varyantını ifade ettiğini düşünmek akılsızlık olur. Drees’da yer aldığı üzere (1990), Hawking’in yaklaşımı, görelilik kozmolojisine kuantum etkisini dâhil eden çeşitli muhalif girişimlerin arasında sadece birisidir. Ve biz onun idiyosenkratik metafiziksel tasvirini kabul etmeye mecbur değiliz. Daha da önemlisi, Hawking’in kozmolojik modelinin taşıdığı anlam, onun, genel görelilik kuantum teorisinin daha kapsamlı bir birleşmesinden meydana gelmediğidir. Bu bölümde biz, genel görelilik ve kuantum kuramının sistematik ve kapsamlı birleşiminin sonucu olan iki kozmolojik kurama başvuracağız: Döngüsel kuantum kozmolojisi ve sicim kozmolojisi.
Döngüsel kuantum kozmolojisi (LQC), döngüsel kuantum çekim (LQG) programının çatısı altındaki kozmolojiye olan bir yaklaşım olup, kuantum teorisi ve genel göreliliğin birleşmesinin, yerçekimi alanının ve buna bağlı olarak uzay-zamanın yapısının ‘‘nicelenmesini’’ gerektireceği fikrinden yola çıkmıştır. Kabaca söylersek, bir kuramın nicelenmesi, onun niceliklerinin (örneğin konum, an (momentum), sayısal kavislenme vs.) ‘‘matris’’ler, ya da daha genel olarak ‘‘Hilbert alanının operatörleri’’ ile yer değiştirmesi anlamındadır. Bu yer değiştirmenin çok önemli fiziksel neticeleri olabilir. Özellikle bir niceliğin spektrumu (yani sahip olabileceği sayısal değerler) evvelce daimȋ olduğu yerde ayrıklaştırılmış duruma gelebilir, yahut evvelce sınırlandırılmamış olduğu yerde sınırlandırılmış olabilir, ayrıca nicelikler, Heisenberg belirsizlik ilkesine[3] uymaya zorlanmış olabilir.
Bizim amaçlarımız için en önemli soru, zaman parametresi t’nin ilk sınır zamanı t0’a yaklaşmasında, klasik FRW uzay- zamanda sınırsız uzunlukta büyüyen bu niceliklere (örneğin uzaysal kavislenmelere) ne olduğudur. Bu soruyu cevaplandırmak için, operatörlerin tanım alanlarını vs. içeren girift teknik ayrıntılardan geçmek gerekiyor. Ancak (Martin Bojowald ve arkadaşları tarafından ilk sırada savunulan) en meşhur öneriyi özetlemek istediğimizde bu, sıfırdan uzak olan bir alan parametresi S(t) ile sonuçlanmaktadır ve bu kavislenmenin yukardan sınırlanmış olmasını icap ettirir. Daha doğrusu; LQC’nin dinamik denklemi, Büyük Patlama sebebiyle uzuyor. Bu da demek oluyor ki, Büyük Patlama’dan önce evren mevcuttu.
Döngüsel kuantum kozmolojisinin, Büyük Patlama ile ‘sonlu yaş’ kozmolojk modelini kesin surette devirdiğini söylemek vakitsizce olurdu. Ama yakın gelecekte bunun söz konusu olacağına dair göz ardı edilemeyecek bir ihtimal bulunmaktadır ve bundan ötürü, Büyük Patlama’nın evrenin başlangıcı ve daha ziyade (şayet yaratma olmuşsa bile) onun yaratılış olayı olmadığına dair göz ardı edilemeyecek bir ihtimal vardır.
Nasıl olursa olsun, döngüsel kuantum çekimi, çok sayıda araştırmacılar açısından, kuantum teorisi ve çekimini birleştirmenin en meşhur yolu değildir. ‘En meşhur’ olma ünvanı, sicim teorisine aittir. Bu sebeple sicim kuramının Büyük Patlama olayı hakkındaki perspektifinin, fiziksel kozmolojinin geleneksel teolojik doktrinlerle ilgisini değerlendirmek isteyenler için çok büyük bir önemi vardır.
Sicim kozmolojisinin bütün bulguları, evrenin Büyük Patlama’dan önce mevcut olduğuna işaret eder. Hususi olarak sicim kuramı şunu ileri sürer: temel simetri dönüşümlerini yeni evrenin kozmolojik modellerine uyguladığımızda, evrenin (önemli niceliklerle tersyüz edilmiş) bir kopyasını elde ederiz. Bu, ‘‘Büyük Patlama öncesi evren’’ olarak tanımlanabilir. Bu senaryoda mutlak anlamdaki Büyük Patlama ortadan kalkar ve onun yerine uzay-zaman kavislenmenin dinamik evriminde bir eyer noktası (saddle point) geçer. Bu noktadan önce kavislenme artmakta, noktadan sonra ise azalmaktadır.
Gasperini’ye (2008) göre, sicim kozmolojisinin Büyük Patlama öncesi evrene dair öngörüsü, simetri prensiplerinin prensipli bir uygulamasından ileri gelmektedir. Üstelik sicim teorisinin, sıfıra doğru küçülen sonsuz kavislenmenin yahut uzaysal uzunluğun tekilliğini hükümsüz bıraktığı anlaşılan (minimum sicim uzunluğu adında) yerleşik bir mekanizması vardır. LQC’de olduğu gibi, sicim teorisindeki fiziksel niceliklerin değerleri, kuantum mekanik kanunları tarafından zorlanmıştır. Yine klasik teorilerdeki sınırların ötesine geçmiş bazı nicelikler, bu teorinin nicemlenmiş varyantlarında elverişlidir.
Biz hȃlȃ, kuantum kozmolojisine rakip modeller arasında ayırım yapabilecek bilimsel verilerden yoksunuz. Ancak bu modeller birbirinden farklı bilimsel öngörülerde bulundukları gibi, klasik görelilik kozmolojisinden de farklı öngörülerde bulunmaktadırlar. Dolayısıyla, evrenin başlangıcının Büyük Patlama olup olmadığı, metafiziksel olmaktan çok bilimsel bir sorudur.
Nasıl ki Büyük Patlamanın teizme dost olmadığı açıksa, kuantum kozmolojisinin de teizme düşmanca yaklaşmadığı açıktır. Doğrusu, Chris İsham (1993, 405) kuantum kozmolojisinin hudutsuz evren tasvirinin, teizmin, tanrının her daim evrenin devam ettiricisi olduğundaki kararlılığıyla oldukça iyi bağdaştığını öne sürmüştür. (Bu konudaki tartışmalar için bk. Drees 1988, 1990, 1991.) Aristoteles kozmolojisinin dahil edilmesi ve Büyük Patlama kozmolojisinden yararlanılması örneklerinde görüldüğü gibi, elbettek ki teizm, doktrinlerini yaygın bilimsel dünya görüşleriyle uzlaştırabileceği bazı esneklikler göstermiştir. Kuantum kozmolojisinde durumun farklı olduğunu söyleyebilir miyiz?
5. Diğer standart dışı kozmolojiler
Yukarıda zikri geçen kuantum bazlı kozmolojiler dışında, evren hakkında yaygın olarak kabul edilen Büyük Patlama teorisinden farklılaşan ve bu anlamda ‘‘standard dışı’’ olan çeşitli teoriler vardır. Bu modellerden bazıları dinȋ bağlamda tartışılmıştır. Biz kendimizi, döngüsel (cyclic) kozmoloji ve çoklu evren (multiverse) teorisi adında iki teori ile sınırlandırmamız gerekecek.
5.1 Döngüsel (cyclic) kozmolojiler
III. yüzyılda Hristiyan bir filozof olan Origen, içinde bulunduğumuz evreni yaratmadan evvel tanrının, sonsuz sayıda daha evvel var olmuş evren serilerinin yaratılmasıyla meşgul olduğu spekülasyonunda bulunuyordu. Lakin, onun sonsuz döngüsel evrene dair fikri kilise tarafından kınanmış ve ondan sonra genelde ateizm ve materyalizmle ilişkili görülmüştür. Doğrusu, klasik döngüsel yahut yenilenen evren anlayışı, 1850 ile 1920 yılları arasında, onun Hristiyan doktriniyle bağdaşmadığını düşünen birçok ateist düşünürler arasında meşhurdu. Bununla birlikte bazı teistler bu tür bir evren anlayışını desteklemişlerdir. Buna örnek olarak Joseph Smith’in ‘‘bir dünya gidecek, cennetler bile, sonra yenisi gelecek’’ (Mormon Book of Moses 1:38) şeklindeki iddiası zikredilebilir.
Einstein’in kozmolojik alan denklemleri, atımlı evrenler serilerini doğrulamasa da, birçok kozmolog, göçmekte olan bir evrenin, tekil olmayan bir evrede yeniden nasıl ortaya çıkabileceği ve böylece (belki nihayetsiz olarak) yeni bir evrenin doğumuna sebep olabileceğinden söz etmişlerdir. Sayısız muhalif iddialara rağmen, kozmolog bir papaz olan Aksini söyleyen birçok iddiaya rağmen, kozmolog- papazı Lemaȋtre’nin bu tür bir ‘‘Phoenix evren’’ fikrini tasvip etmediğine temas edilmelidir. Bazı durumlarda ateizm, sınırsız geçmiş ve geleceği olan tekillikten yoksun modellerin önerilmesine yönelişin bir parçası olmuştur. Örneğin, Britanyalı fizikçi William Bonnor, yeni Büyük Patlama teorisini, ‘‘bilimin dini, rasyonel insan zihninden azletmeye başladığından beri, Hristiyan teolojisinin her zaman beklediği fırsat’’ (Bonnor 1964, 117) olarak değerlendirmiştir. Onun kendi en çok beğendiği evren adayı, pürüzsüzce ve ebedȋ olarak sonlu yüksek yoğunluktaki iki evre arasında dalgalanan bir evren olup, ilahȋ mucizeler ve kozmolojinin teistik istismarından uzaktır ki, bu açıdan o, kararlı- hat teorisine benzemektedir. Steven Weinberg bu benzerliği şu sözlerle ifade etmiştir: ‘‘Bazı kozmologların, dalgalanan (oscillating) modelin cazibesine felsefi olarak kapılmış olmalarının en özel nedeni, onun, kararlı- hat modelinde olduğu gibi, yaratılış problemini kibarca savuşturuyor olmasıdır.’’ (Weinberg 1977, 154).
Klasik göreliliğe dayalı döngüsel modeller, günümüz gözlemleriyle çelişmekte olan kapalı bir evreni koşul olarak gerektirdiğinden, artık geçerli alternatifler olarak kabul edilmiyorlar. Ancak XXI. yüzyıl, çok sayıda yeni önerilere tanıklık etmiştir ki, bunların en azından ikisinden söz etmemiz gerekir: Roger Penrose tarafından geliştirilmiş olan ‘‘uyumlu döngüsel kozmoloji’’ ve Paul Steinhardt ile Neil Turok tarafından geliştirilmiş olan ‘‘yeni döngüsel kozmoloji’’.
Uyumlu döngüsel kozmoloji adındaki teoride Penrose şunu iddia eder: Büyük Patlama’ya yaklaşıldığında iri objeler o kadar önemsiz bir rol oynarlar ki, fizik, uzunluklar ve zamanların yeniden ölçeklendirilmesinde sabit olan serbestlik dereceleri tarafından kontrol edilir. Bu serbestlik dereceleri ‘‘uyumlu değişmezler’’ (conformal invariants) olarak adlandırılmışlardır. Bu nedenle Penrose, ilk evreni (klasik genel görelilikte yapıldığı gibi) metrik olarak Lorentziyen kopyasına göre biçimlendirmekle hata ettiğimizi ileri sürer. Aksine uzay-zaman, genel görelilik uzay-zamanların temelde uyumlu bir denklik sınıfını ifade eden ‘‘uyumlu kopya’’ (conformal manifold) ile tanımlanmalıdır. Penrose kozmolojisinin ‘‘döngüsel’’ olma yönü, sürekli genişleyen evrenin geleceği ile, başka bir Büyük Patlama evreninin geçmişi arasında bir tür uyumlu kopya vasıtasıyla yumuşak bir geçiş sağlanabileceğinin farkına varılmasından ileri gelmektedir. Bu durumda Büyük Patlama gerçek bir başlangıç değil, sadece bir ‘‘çağ’’dan bir diğerine geçiren bir tür değişim evresidir (Penrose 2010).
Steinhardt ve Turok’un yeni döngüsel kozmolojisi, sonsuz periyotları içeren abartılı bir evren tasvirinden uzaklaşmak için sicim teorisinin bazı fikirlerini geliştirmiştir. Bu durumda Büyük Patlama zamanın başlangıcı değildir (Steinhardt ve Turok 2007). Bu bakımdan bu model kararlı- hat modeline benzemektedir. Steinhardt ve Turok onu asıl itibariyle Hoyle’in eski teorisinin ‘‘kayda değer reenkarnasyonu’’ olarak tanımlamışlardır. Yeni döngüsel model makul bir düzeyde dikkatleri çektiyse de, yaygın olarak kabul görmüş değildir. Yine, Gabriele Veneziano ve Maurizio Gasperini tarafından sicim teorisi temelinde savunulan ‘‘Büyük Patlama öncesi’’ açılıp kapanan kozmolojide de durum aynıdır. Büyük Patlama öncesi modele göre, evren sadece geleceğe doğru sonsuz (ebedȋ) değil, geçmişe doğru da sonsuzdur (ezelȋ) ve iki kozmik evre (daralma ve genişleme) tekilliği olmayan bir Büyük Patlama tarafından ayrıştırılmaktadır.
Niteliksel olarak Büyük Patlama öncesi senaryoya benzeyen ezelȋ açılıp kapanan modeller, gerek görelilik alan denklemi, gerekse plazma evren fikri temelinde daha evvel önerilmişlerdir. Son kabul edilen fikri geliştiren, 1970 yılında Nobel ödülü kazanmış İsveçli fizikçi Hannes Alfven’e göre, plazma evreni, teistik Büyük Patlama teorisine bir alternatiftir. Bu bölümde dikkate alınmış modeller, mutlak bir başlangıç fikrini kullanmadıklarından, teistik bakış açısından problemli durmaktadırlar. Ancak teistler, kararlı- hat evren anlayışında olduğu gibi, her zaman sürekli ilahȋ yaratılışa başvurabilirler.
5.2 Çoklu Evren (multiverse)
Çoklu evren anlayışının modern hali, teolojik bakımdan daha fazla tartışmalıdır. Onun, Leonard Susskind ve birçok başka fizikçi tarafından 2002’den beri kurulmuş ve geliştirilmiş olan sözümona ‘manzara’ (landscape) varyantı, sicim teorisinin denkleminin bariz şekilde eşsiz olmayışına dayanmaktadır. Denklemin çözümü, bir manada, farklı fiziksel parametrelere, etkileşimlere, parçacıkların türüne ve hatta boyutluluğa sahip mümkün dünyaları tasvir etmektedir. Çözümlerin çokluğu, genel itibariyle bizimkiyle nedensel olarak ayrılan, hakikȋ olarak mevcut dünyalarla karşılık bulmuştur. Muazzam sayıda evren üretilmesinin mekanizması kadar, çoklu evren fizikçileri ezelȋ enflasyon senaryosunu da kullanmışlardır. Dahası, çoklu evren, antropik muhakeme ile sıkı bir ilişki içindedir. Yani bizim kendine özgü fiziksel kuralları ve parçacıklar ayarı olan bu evrende bulunuyor olmamız, başka evrenler imkansız ya da olanakdışı olduğundan değil, sadece bize has yaşam türünün başka evrenlerde mümkün olmayışındandır. Çoklu evren kuramının (neredeyse hiç yordama gücü olmadığı halde) çekici büyüklükte açıklayıcı gücü vardır; fizikçi ve kozmologların onu cazibeli bulmalarının esas nedeni budur. Diğer tarafta başka fizikçiler, pratikte test edilebilir olmadığından, onu sahte bir bilim olarak reddederler.
Çoklu evren anlayışının destekçileri arasında onu, tanrı tarafından yaratılmış bir dünya anlayışına ve doğal teolojinin fikirlerine bir alternatif olarak tasavvur edenler oldukça yaygındır. Çoklu evren anlayışı, sadece bizim içinde yaşıyor olmamız bakımından özel olan evrenimizi, şans eseri bir evren olarak sunması sebebiyle, başka daha meşhur bir tasarım karşıtı kurama benzetilmiştir: Yeni Darvincilik. Weinberg şöyle der: ‘‘Nasıl ki Darwin ve Wallace, doğaüstü müdahale olmaksızın yaşayan formların muhteşem adaptasyonunun ortaya çıkışını açıkladılarsa, sicim manzarası kuramı da, gözlemlediğimiz doğanın sabitelerinin, müşfik bir yaratıcı tarafından ince ayarlanmış olmaksızın, hayat için elverişli değerleri nasıl elde ettiklerini açıklayabilir’’ (Weinberg 2007, 39). En azından bazı teistler açısından çoklu evren modeli Hristiyan inancıyla kesin bir zıtlık içindedir. Richard Swinburne, ‘‘evrenimizdeki düzenin açıklanmasında tek bir tanrı yerine, trilyonlarca başka evrenleri şart koşmanın, saçmalıkta zirve’’ olduğunu ifade eder (Swinburne 1996, 68).
Swinburne, fiziksel kozmolojinin yeni bir tasarım argümanı sağlayacak kapasitesini farketme hususunda diğer birkaç filozof ve fizikçiye fikren katılmaktadır. Genelde fizikçiler, bu tür ince ayar argümanlarının güçlü yönlerine ateşli şekilde karşı koymaya devam etmektedirler (bk. Collins 2009, Colyvan ve d. 2005, McGrew ve d. 2001, White 2000).
Diğer taraftan, çoklu evren ile ilahȋ yaratıcıya inanç arasında birebir bir mutabakat yoktur. Bir takım filozoflar, teizmin doğru olması durumunda, bizim fiilȋ dünyanın bir çoklu evren olduğunu kabul etmemiz gerektiğini savunmuştur. Buna göre, mükemmel bir varlık olması bakımından Tanrı, bir tek evren yaratmak yerine çoklu evreni tasarlamıştır (Kraay 2010). 2008’de bir sempozyumda fizikçi Don Page’in yaptığı gibi, ‘‘Tanrı çoklu evreni seviyor mu?’’ sorusuna olumlu cevap vermek mümkündür. 10500 sayıda evren bulunsa bile (sonsuz sayıları varsa belki olmayabilir), onlar yüce tanrı tarafından bizim kavrayamayacağımız bir maksatla bir çırpıda yaratılmış olabilirler. Neden olmasın? (Paul Davies tarafından) çoklu evren açıklamalarının tanrısal açıklamaları andırdığı ve kasıtsız olarak aşkın bir tanrıyı yeniden iade ettikleri ileri sürülmüştür.
Mormon teolojisi birkaç açıdan geleneksel Hristiyan teolojisi ile ayrışmaktadır. Bu teolojide tanrı sadece şahıs olup, başka daha evvel gelen bir tanrı tarafından yaratılmış (O da yine başka tanrı tarafından vs.) olmakla kalmıyor, ‘‘ezelȋ ilerleme’’nin merkezȋ doktrinine göre, insanlık eninde sonunda bizzat kendisi tanrı gibi olmaktadır. Sonsuz sayıda varlıklar vardır ve onların tanrılara dönüşmesi sonsuzluğu bulur. O halde, sonlu yaşta bir evren anlayışına dayalı olan standard Büyük Patlama kozmolojisi, varlıkların ne başlangıcı ne de sonu olduğu kabul edilen Mormonizm ile bağdaşmaz. Geleneksel teologların yoktan (ex nihilo) yaratılmış bir evren anlayışıyla sorunları olmazken, hatta çoğu bu doktrini onaylarken, Mormonlar onu düpedüz reddederler. Fiziksel kozmolojiyle olan anlaşmazlığın üstesinden gelmek için bazı Mormon düşünürler, çoklu evren anlayışına dönmüşlerdir. Ezelȋ ilerlemeye dair Mormon dogması ile modern kozmolojiyi bağdaştırma girişiminin problemli olduğunu anlayan Kirk Hagen şöyle demiştir: ‘‘Mormonizm’e göre, çoklu evren anlayışını kabul etmeye zorlayan sebep, modern kozmolojinin fikirleri ile Mormon doktrininin temel ilkesi arasında bir uzlaşma elde etme girişimidir’’ (Hagen 2006, 28).
Çoklu evren kozmolojisinin tamamlayıcı bir parçası olan ‘antropik ilke’, benzer şekilde teolojik bağlamlarda tartışılmıştır ancak yine benzer şekilde bir fikir birliği ortaya çıkmamıştır. ‘Zayıf antropik ilke’ denilen, en fazla ortak yönleri bulunan çeşitinde, gözlemlediklerimizin, tam bizim varlığımızı mümkün kılan özelliklerde olan bir evrende bizim varlığımız tarafından seçilmiş şeyler olduğu haber veriliyor. Swinburne ve tasarım argümanını tasvip eden ve bazı başka teistler, antropik ilkeyi en iyi tabirle gereksiz ve kafa karıştırıcı bulurlar. Onlara göre, doğanın kozmik parametreleri ile sabitelerinin değerleri, ince ayarlanmış oldukları için ince ayarlanmış izlenimi veriyor; tasarımcıları ise tanrıdır. Ateist Richard Dawkins, antropik ilkenin, tasarım hipotezine bir alternatif olduğunu savunmak suretiyle daha ileri gider ve tanrısız bir dünyaya dair güçlü deliller getirir. Ancak teistler, antropik olarak temellendirilmiş argümanları, tanrı tarafından yaratılmış bir dünya görüşü için genelde problemli görmezler. William Lane Craig ve John Polkinghorne, antropik ilkenin ilahȋ tasarım ile uyuştuğuna hatta onun dolaylı olarak teizmin destekçisi olarak görülebileceğine inananlar arasındadırlar. Güney Afrikalı kozmolog (ve quaker[4]) George Ellis’e göre, ‘antropik ince ayarlanmış ilkesi’, evrenin amaçlı tasarımının bir sonucudur. O ‘‘Hristiyan antropik ilkesi’’ni, bilimsel ve dinȋ perspektifleri biraraya getiren, evrenin mutlak olarak açıklanmasının temeli olarak öne sürmüştür (Ellis 1993).
Antropik ilkenin tartışılmasında yeniden canlandırılmış olan tasarım argümanıyla bağlantılı olarak, bazı fizikçi ve filozoflar eski bir itirazla karşı koymuşlardır. Buna göre bu, Hristiyanlığın Tanrı’sı için bir delil değil, en fazla deistik bir anlamda kozmik bir mimarın yahut bu tür benzer mimarların varlığına delil olabilir. Öte taraftan teistler, şayet bu itiraz doğru olsa bile, onun teizmin tanrısının var olmadığına bir delil teşkil etmediğini söyleyerek karşılık vermişlerdir. Tasarım argümanları sık sık antropik ilke ile biraraya getirilse de, onların, 1974 yılında Brandon Carter tarafından ortaya atılan orijinal antropik programının bir parçası olmadıkları söylenmesi gerekir.
6. Sonsuzluk ve Evren
Kozmolojik teorinin üzerinden son 100 yıl içinde birçok safha ve çeşitli öneriler geçmiştir. Bazıları sonsuz geçmişi olan evrenler içermiştir ki bunlar evvelce anılmış olanlardır. Ancak geçtiğimiz son kırk yılda, sonlu bir geçmişi olan Büyük Patlama teorisi konusunda ciddi bir fikir birliği vardır. Şu var ki, evren zamansal olarak geçmişte sonlu olsa da, o yine de uzaysal ve maddȋ olarak geleceğe doğru sonsuz olabilir. Eğer uzay sonsuzsa ve kozmolojik ilke geçerli addedilirse, evren sonsuz sayıda galaksi, yıldız, atom ve başka şeyler içerecektir. Bu tür fiilȋ sonsuzluklar sadece felsefȋ ve mantıksal sorunlara neden olmakla kalmaz, onlar aynı zamanda teolojik türden problemlere de sebep olur. ‘‘Hilbert’in oteli’’ adı verilen bu zihinsel deneyde, meşhur matematikçi David Hilbert, (sayılabilir) fiilȋ sonsuzlukların, içinde yaşadığımız gerçek dünyayla bir ilgisi olamayacak kadar tuhaf olduklarını kanıtlamıştır. Bu zihinsel deneyde Hilbert, hepsi dolu olan sonsuz sayıda odası bulunan bir otele ulaştığını tasavvur etmiştir. Bununla birlikte resepsiyonist, bir boşluğun olduğunu iddia ederek, otelin her bir misafirinden, sıradaki bir üst rakamlı odaya taşınmasını talep etmeye davranıyor (bk. Oppy 2006, 8; Kragh 2014, başka İnternet kaynakları).
Hilbert’in kendisi dine ilgi duymuyordu, ancak daha sonraki filozof ve teologlar zaman zaman onun özgün otelini, savunmacı bir şekilde, Tanrı’nın varlığına ve ayrıca evrenin sonluluğuna delil olarak kullanmışlardır.
Sonsuz büyüklükte bir evrenle ilişkili olan teolojik problemler, özel olarak modern fiziksel kozmoloji ile alakalı olmayıp, Hristiyanlığın ilk dönemlerinden itibaren tartışılagelmişlerdir. Diğer taraftan onlar, şayet tercih edilen kozmolojik modelin kavislenmesi sıfırı buluyorsa- ki bu uzayın düz olduğu anlamına gelir- günümüzde daha uygun bile görülebilir. Düz bir kozmik uzay, zorunlu olarak sonsuz bir evreni gerektirmese de, çoğu kozmolog, evrenin aslında uzaysal olarak sonsuz olduğunu kabul etmektedir.
Sonsuz evrene dair teolojik çıkarımlar, kilise babaları ve daha detaylı olarak Johannes Philoponus tarafından VI. yüzyılda tartışılmıştır. Argümanların çoğu, zamansal sonsuzluğun imkansızlığını kanıtlama girişiminde kullanılanlarla aynı türdendi. Bilimsel devrim zamanında çoğunlukla, fiziksel uzayın gerçek anlamda sonsuz olamayacağı, yalnız belirsiz bir büyüklükte olduğu kabul ediliyordu. Sonsuzluk, başka bir şeyde bulunamayan ilahȋ bir sıfat olarak görülüyordu. Dolayısıyla doğanın sonsuz olduğunu söylemek, ona ilahlık atfetmek olacaktır ki, bu panteizm alameti taşıyan dine aykırı bir görüştür. Teistler arasında bir zamanlar, bir kısmına göre ise hala, sonsuz bir evrenin felsefȋ olarak saçma, teolojik olarak ise küfür ifade ettiğine dair yaygın olan genel kabule rağmen, bu meselede fikir birliği yoktur. Esasında, XVII. yüzyılda Descartes’den, XVIII. yüzyılda Kant’a, ondan da XX. yüzyılda Edward Milne’e kadar çeşitli Hristiyan düşünürler, sonlu olandan ziyade, sonsuz bir evrenin tanrının irade ve kudretiyle çok daha iyi uzlaştığını savunmuşlardır. Milne’e göre, ‘‘sonlu bir evren yerine, sonsuz bir evren yaratmak için daha güçlü bir tanrı gerekir; bir mekanizmayı tasfiye etmek yerine, evrimin de rol oynayabileceği seçeneklerin sonsuzluğuna alan bırakmak daha yüce bir tanrıyı gerektirir’’ (Milne 1948, 223). Sonluluk ile teizm ve sonsuzluk ile ateizm arasındaki korelasyonu, herhangi bir bilimsel yahut teolojik neden ile gerekçelendirmek yerine, tarihsel bir rastlantı olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Modern kozmolojinin ilk dönemlerinde, sıfır ya da negatif kavislenmesi olan görelilik modelleri, sonsuz bir evren ileri sürdüklerinden, kimi zaman materyalizm ve ateizm ile ilişkilendiriliyordu. Diğer taraftan Einstein’in kapalı ve sonlu evreni teistler tarafından çok hoş karşılanmıştır. Birmingham’in matematik sahasında iyi yetişmiş piskoposu Ernest W. Barnes’in 1931’deki ifadesine göre, sonsuz evren, ‘‘insan düşüncesine bir skandaldır’’ (Barnes 1931, 598). Onun argümanı epistemik olduğu kadar teolojiktir de. Buna göre; Tanrı’nın evreni ancak sonlu olduğunda biz, O’nun aktivite alanının tamamını anlayabilmeyi ümit edebiliriz. Lemaître de aynı şekilde, anlaşılır olabilmesi için evrenin sınırlı olması gerektiğini düşünmüştür. Onun daha sonra ‘‘sonsuz evren kâbusu’’na karşı uyarısıyla (Kragh 2004, 139) uyum içinde olarak, onun her iki yenilikçi kozmolojik modeli de (1927’deki genişleyen evren modeli ile 1931’deki Büyük Patlama modeli) uzaysal olarak kapalıdır. 1950’nin kararlı hat modeli Hristiyanlar arasında sadece kozmik yaratılışın eksikliğinden ötürü değil, aynı zamanda sonsuz boyutta homojen bir evren teklif ettiğinden ötürü rağbet görmemiştir. Benediktli bir papaz ve bilim tarihçisi olan Stanley Jaki’ye göre, sonsuz evren ateizm için bilimsel bir ‘‘örtbas’’ etmedir. Yine de Mormonlar bunu onaylamazlar, çünkü onlara göre sonsuz olan bir evren, hem zamansal hem de uzaysal sonsuzluğa ihtiyaç duyar.
Günümüzün konsensüsünü ifade eden geometrik olarak yassı hızlanan evren modeli, genelde sonsuz bir kozmos çıkarımında bulunmak için ele alınır. Kozmologların genel tutumu, can sıkıcı felsefȋ problemleri görmezden gelerek, sonsuz evren hakkında onun tanımlanamayan bir büyüklükte olduğunu söylemek yönündedir. Onlar nadiren, fiilȋ bir sonsuzluğun anlaşılmaz epistemik sonuçları hakkında kafa yorarlar; teolojik sonuçları hakkında ise çok daha az kafa yorarlar. Ellis bu kuralın bir istisnasıdır. O ve çalışma arkadaşları, konsensüs modelindeki yassı uzayın, muhtemelen fiziksel olarak mevcut olmayan bir soyutlama olduğunu varsayarak, şiddetli bir şekilde sonsuz evren anlayışına karşı mücadele etmişlerdir (Ellis, Kirchner ve Stoeger 2004). Evren gerçekten sonsuz ve tekdüze ise, her insanın, hatta her mevcudun özdeş kopyalarında sonsuzluğun bulunduğu iddia edilebilir (ve iddia edilmiştir de). Ellis, Max Tegmark, Alan Guth ve başkaları tarafından tartışılan bu tür bir netice, hiç şüphesiz teolojik açıdan rahatsız edicidir.
Ellis’in ifadesiyle, daha fazla rahatsızlık verici olan ise; bu durumda tanrının, evrende sonsuz sayıdaki varlıkları takip etmeye ve onlara dikkat kesilmeye güç yetiremeyeceğidir. Dahası, her birinde akıllı varlıkların yaşadığı çoklu kozmik bölgeler varsa, çok sayıda İsa figürünün, ve dirilme ile çarmıha gerilme olaylarının tasarlanmaya ihtiyacı vardır. Ellis böyle bir senaryoyu sadece tezekkür etmekle yetinmemiş, o aynı zamanda bunun, sonlu evren davasını güçlendirdiğini düşünmüştür. Nitekim bu durumda, ‘‘biz, sadece sonlu sayıda uygarlıkların kefaret ödeyeceğini kabul etmek durumundayız. Tanrının nasıl tasavvur edildiğinin bir önemi yok ancak sonsuz sayıda İsa figürleri hiç şüphesiz, çok fazla olurdu (Ellis 1993, 3994).
7. Fiziksel Eskatoloji
Kozmolojik alan denklemi zamansal olarak simetriktir ve fiziğin temel kanunları her zaman geçerli kabul edilir. Böylece, modern kozmoloji evrenin sadece geçmişine yönelik değil, o aynı zamanda onun uzak geleceğine dair, akıllı canlılığın sonu hakkındaki spekülasyonlar dâhil olmak üzere, bazı senaryolar sunar. İncil’de dünyanın sonu ve mümkün bir yeniden yaratılıştan söz eden kıyametle ilgili pasajların (örneğin Petrus’un İkinci Mektubu 3:10-13) yer aldığı düşünülürse, kozmik gelecek, kozmoloji ile teistik din arasında başka bir bağlantı noktası öneriyor gözükmektedir. Ancak, laik yahut bilimsel bir kıyamet söz konusu olabilir mi?
Uzak gelecekteki kozmos ve sonsuz hayatın imkanı hakkında bilimsel bazda yapılan ilk spekülasyonlar, XIX. yüzyılın sonlarında, termodinamiğin ikinci kanunu tarafından öngörülen ısı ölümü konusundaki tartışmalarla bağlantılı olarak ele alınmıştır. Bu tartışmalara dâhil olan bazı Alman bilim adamları, yaşamın, uzak geleceğin çok yüksek entropik ortamında bile sürdürüleceğini savunmuşlar ve kozmolojinin eskatolojik yönlerinden açık bir şekilde bahsetmişlerdir. Isı ölümü senaryosu Hristiyan yazarlar tarafından hoş karşılanmasına karşın, ebedȋ evren ve ebedȋ yaşam iddiasını taşıyan materyalistler ve ateistler, ona şiddetle karşı çıkmışlardır. Bir quaker ve önlenemeyen ısı ölümünün savunucusu olan Eddington’un daha sonraları sorduğu gibi: ‘‘Ne zamandan beri ‘cennetin ve cehennemin yok olacağı’ öğretisi dinȋ açıdan sapkınlık oldu?’’ (Eddington 1935, 59).
1970’li yıllardan itibaren ‘‘fiziksel eskatoloji’’; Freeman Dyson, Jamal Islam ve başkaları tarafından astrofiziğin ve kozmolojinin yeni bir alt bölümü olarak gün yüzüne çıkmıştır (bk. Kragh 2011, 325- 353). Bu alan birinci derecede, kozmolojik modellerin sonuçlarının yorumlanmasına ve hâlihazırda bilinen fizik kanunlarının süresiz olarak geçerli kılınacağı varsayımına dayanan uzak gelecekteki evrenin durumu ile ilgilenmektedir. Tercih edilen senaryo, ekstrapolasyonların nihaȋ bir gelecekte (şimdiden yaklaşık 10100 yıl sonra) sonuçlandığı ve sadece nötron ve fotonların soğuk radyasonuna dalmış olağanüstü incelikte elektron-pozitron plazması dışında hiçbir şey içermeyen sürekli genişlemekte olan açık evren modelidir. Başka araştırmalar, büyük bir çatırtıyla çöken kapalı bir evren modeli varsaymaktadırlar; yine başkaları, insanoğlunun daha yakın geleceğini (bundan birkaç milyon yıl sonrasını) araştırırlar. Bu araştırmaların çoğu yaşamın son evresini dikkate almamasına karşın, bazısı onunla ilgilenir ve fiziksel eskatolojiyi makbul bir şekilde inşa edenler bunlardır. John Barrow ve Frank Tipler’a göre, araştırma alanı, ‘‘hayatta kalmanın araştırılması ve yaşamın uzak gelecekteki hareket tarzıdır’’ (Barrow ve Tipler 1986, 658).
Fiziksel eskatoloji uzmanları genel olarak araştırmalarının dinȋ çağrışımlarını ya göz ardı eder ya da mevcut olduklarını inkar ederler. Tipler, muhalif duran bir istisna isimdir. O sadece bir tür yaşamın kapalı bir evrede her zaman süregideceğini savunmakla kalmaz, evren çöküşünün bizzat kendisinin ebedȋ hayata izin verdiğini iddia eder. Onun ‘‘omega noktası’’ olarak adlandırdığı nihaȋ sonsuzluğa ulaşıldığında, yaşam bilgeliğe, zamanlı olan ise zamansıza dönüşür. Tipler’a göre, nihaȋ tekillik Tanrı’dır ve ‘‘teoloji sadece ama sadece, yaşamın bir bütün olarak ölümsüz olduğu varsayımına dayanan bir fiziksel kozmolojidir’’ (Tipler 1995, 17). The Physics of Christianity (Tipler 2007) adlı kitabında o, teolojinin, fiziğin sadece bir branşı olduğunu iddia ederek modern kozmolojinin kendine has incelemesini sürdürmektedir. Tipler hiç şüphesiz, görüşleriyle çok ileri gitmiştir, ancak (belki de bu sebeple) bu görüşler, teologlar arasında birçok tartışmaya sebep olmuşlardır.
Fiziksel eskatoloji terimi, İncil eskatolojisine olan bir bağa işaret etmektedir, ancak bu ikisinin anlamlı olarak herhangi bir bağlantı kurduklarını söylemek, akıl işi değildir. İsa’nın geri dönüşünün yakın olması, insanların etten ruha dönüşmesi ve nihayet Tanrı’nın hükümranlığı şeklinde, İncil’de yer alan mesajlar, fiziksel evrenin sonuyla çok fazla tutarlı değildir. Bunlar insanlığın nihaȋ yazgısı ve amacıyla ilgilidir, kendi kendini üreten robotlarla ilgili değildir. Jefferson Davis’in belirttiği üzere (1999), teolojide çok önemli olan nihaȋ umut, fizik kanunlarıyla tedarik edilemez. Sürekli olarak genişleyen bir evrenden ziyade, Tipler’in savunduğu türden bir kapalı evren senaryosu, İncil’in bakışıyla daha iyi bağdaşır gözükmektedir ama bu durumda bile anlamlı bir ilişki kurmak çok güçtür. Dünyanın sonuna dair veriler İncil’le çatışmasa da, akıllı yaşam türlerinin (bunlar insan olmak zorunda değil) ölümsüzlüğü iddiası İncil’le çatışır. İncil, ölümsüzlüğün tanrıya has olduğunu ve o başka türlü karar almadıkça, yarattığı her şeyin yok olmaya mahkum olduğunu haber verir.
Çeşitli teologlar, kozmologların evrenin sonu hakkındaki senaryolarıyla ilgili endişelerini dile getirmişler ve gerçek eskatoloji ile bu senaryolar arasında dünya kadar fark olduğunu vurgulamışlardır. Wolfhart Pannenberg’e göre, dünyanın yakın sonuna ilişkin Hristiyanlığın kabulü, evrenin milyonlarca yıl ilerisi hakkında, mevcut kozmolojik bilgilerden yola çıkarak yapılan tahminlerle neredeyse hiç uzlaştırabilir değildir. Karl Peters ‘‘genişleyen evren gerçekten açıksa ve her daim genişliyorsa, bu durumda Tanrı’nın evreni yeniden yarattığından nasıl söz edilir? Evren kapalıysa, bu durumda da o, mamut kara delik oranlarının ‘büyük çöküşü’’ (big crunch) gibi sona erecektir. Ayrıca yeni yaratılışın nasıl olacağını anlamak da güçtür’’ (Schwarz 2000, 180) şeklindeki yazısında muhtemelen teologların çoğunun adına konuşmuştur. Peters’a göre, evrenin fiziksel sonu, Hristiyan geleneği anlayışında olduğu gibi, Tanrı’nın var olmadığını ortaya koymaya yarardı. Halbuki Pannenberg, Peters, Arthur Peacocke ve başka düşünürler, fiziksel ve Hristiyan eskatolojisinin ya çelişkili ya da bağdaşamaz olduğunu düşünmeye meylediyorlarken, Craig daha uzlaştırabilir bir bakışı tercih etmiştir. Ona göre, kozmologların laik eskatoloji varyantları, aşkın bir yaratıcı ve her şeyi bilen bir etken hipotezinin ciddiye alınmasına temel oluşturur. Bu ‘etken’, klasik anlamda tanrı olmayabilir. O daha çok panenteist modelindeki tanrıya benzer bir varlık olmaktadır.
Son olarak Robert Russell (2008), Tanrı’nın mutlak ilmine ve mucizeler ortaya çıkarmadaki özgürlüğüne müracaat ederek, potansiyel çatışmaların giderilebileceğini savunur. Buna göre evrenin geleceği, şayet Tanrı Paskalya’da harekete geçip yeni yaratılışı meydana getirmeseydi ve meydana getirmeye devam etmeseydi, bilimin öngördüğü şekilde olurdu. Sözde bu bakış açısı bilimle çatışmıyor, ama bilimin öngördüğü olayların gerçekleşmesi gerektiği yönündeki felsefȋ varsayımla çatışıyor ve bu varsayımı kabul etmek için Russell bir sebep göremiyor.
8. Sonuç: Kozmoloji ve Tanrı
‘‘Evren neden vardır?’’ sorusu, geleneksel dinlere olduğu gibi çağdaş kozmoloji teorilerine de cevap hakkı veriyor. Ancak Bede Rundle’a göre bu cevapların hiç birine ihtiyaç yoktur ve felsefȋ analizler için fiziksel evrenin varlığını ispatlamak yeterlidir. Kimisi, bilimsel cevabın tüm teolojik cevapların yerini aldığını ileri sürerken, kimisi de bilimsel cevabın, evrenin bir Tanrı tarafından yaratıldığı fikrini pekiştirdiğini iddia etmektedir. Gerçekte, bilimsel kozmoloji ile teoloji arasındaki etkileşim hikayesi, asla daha iyi bir kuramın daha değersiz olanın yerini aldığı şeklinde basit bir hikayeden ibaret değildir; ve yine o, farklı bilgi edinme yollarının bir araya gelmesi şeklinde basit bir hikaye de değildir. XX. yüzyıl kozmolojisinin saf veya ideolojik bir okumasında, Büyük Patlama kozmolojisi, teizmi destekleyecek yeni bir dayanak, kararlı hat kozmolojisi gibi alternatifler ise ateistik tepkiler olarak kabul edilebilir. (Tabii ki, W.L. Craig gibi savunucular bu tür bir resmin oluşmasına katkı sağlarlar.) Ancak böyle bir bakış açısı, hem tarihȋ olarak, hem de meselelerin mantıksal örgüsünde birçok nüansı gözden kaybeder. Tarihȋ bir bakış açısıyla, bilimsel kozmologların dinȋ görüşleri ile onların ileri sürdüğü kozmolojik modeller arasında küçük bir korelasyon vardır. Epistemolojik bir bakış açısıyla Büyük Patlama’nın, tanrının var olduğu hipoteziyle uyuştuğunu söylemek için çok sayıda engel söz konusudur. Metafiziksel bakış açısından ise, tanrının eli, Büyük Patlama modellerinde bile açıkça görülemiyor. Bu modeller yaratmada tanrıya birinci sırayı vermiyorlar ve bu modeller Büyük Patlama’dan önce tanrıya var olabileceği bir zaman tanımıyorlar.
Bilimsel kozmoloji ile teoloji arasındaki ilişkide bazı inceliklere işaret etmek suretiyle biz, ikisinin (kavramı Stephen Jay Gould’dan ödünç alarak) nonoverlapping magisteria[5] ifade ettiğini iddia etmeye yeltenmiyoruz. Aksine, çağdaş kozmoloji, geleneksel metafiziksel ve teolojik meselelerdeki o karmaşık mantıksal ilişkileri barındırması bakımından büyüleyicidir.
BİBLİYOGRAFİ
Modern kozmoloji ve onun felsefi ile dini bağlamı için iyi bir kaynak Hetheringon’dır (1993). Yürminci yüzyılda kozmoloji ve din arasındaki tarihsel etkileşim Kragh’da (2004) ve farklı bir perspektifle Worthing’de (1996) ele alınmıştır. Fiziksel kozmolojisine (a)teistik imalar hakkında enteresan bir diyalog Craig ve Smith’de (1995) bulunur. Loop kuantum konusunda popüler bir açıklama Bojowald’de (2009) verilmiştir; aha teknik açıklamalar ilse Ashtekar (2009) ve Wüthrich’de (2006) yer alır. Sicim kozmolojisi konusunda popüler açıklamalar Gasperini (200) ve Veneziano’da (2004, 2009) bulunur. Steinhardt ve Turok’un dairesel/periyodik kozmolojisi için Steinhard ve Turok’a (2007) bakınız. Penrose’ın uyumlu dairesel kozmolojisi için Penrose’a (2010) bakınız.
Ashtekar, A., 2009. “Loop Quantum Cosmology: An Overview,” General Relativity and Gravitation, 41: 707–741.
Barnes, E., 1931. “Discussion on the Evolution of the Universe,” Nature, 128: 719–722.
Barrow, J. and F. Tipler, 1986. The Anthropic Cosmological Principle, New York: Oxford University Press.
Bojowald, M., 2009. Zurück vor den Urknall, Frankfurt am Main: Fischer Verlag. English translation: Once Before Time: A Whole Story of the Universe, New York: Knopf.
–––, 2011. Quantum Cosmology: A Fundamental Description of the Universe, New York: Springer.
Bonnor, W., 1964. The Mystery of the Expanding Universe, New York: Macmillan.
Byl, J., 2001. God and Cosmos, Carlisle, PA: Banner of Truth Trust.
Cohen, I., 1978. Isaac Newton’s Papers and Letters on Natural Philosophy and Related Documents, Cambridge, MA: Harvard University Press.
Collins, R., 2009. “The Teleological Argument: An Exploration of the Fine-tuning of the Universe,” in W. L. Craig and J. Moreland (eds.), The Blackwell Companion to Natural Theology, Oxford: Blackwell, pp. 202–281.
Colyvan, M., J. L. Garfield, and G. Priest, 2005. “Problems with the Argument from Fine Tuning,” Synthese, 145: 325–338.
Copan, P. and W. Craig, 2004. Creation out of Nothing: A Biblical, Philosophical, and Scientific Exploration, Grand Rapids, MI: Baker Academic.
Craig, W. and Q. Smith, 1995. Theism, Atheism, and Big Bang Cosmology, New York: Oxford University Press.
Craig, W., 1997. “Hartle-Hawking Cosmology and Atheism,” Analysis, 57: 291–295.
Davis, J., 1999. “Cosmic Endgame: Theological Reflections on Recent Scientific Speculations on the Ultimate Fate of the Universe,” Science & Christian Belief, 11: 15–27.
Deltete, R. and R. Guy, 1997. “Hartle-Hawking Cosmology and Unconditional Probabilities,” Analysis, 57: 304–315.
Drees, W., 1988. “Beyond the Limitations of the Big Bang Theory: Cosmology and Theological Reflection,” Bulletin of the Center for Theology and the Natural Sciences 8.
–––, 1990. Beyond the Big Bang: Quantum Cosmologies and God, Chicago: Open Court.
–––, 1991. “Quantum Cosmologies and the ‘Beginning’”, Zygon, 26: 373–396.
–––, 2007. “Cosmology as Contact between Science and Theology,” Revista Portuguesa de Filosofia 63: 533–553.
Earman, J., 1995. Bangs, Crunches, Whimpers, and Shrieks: Singularities and Acausalities in Relativistic Spacetimes, New York: Oxford University Press.
Eddington, A., 1935. New Pathways in Science, New York: Macmillan.
Ellis, G., 1993. “The Theology of the Anthropic Principle,” in Quantum Cosmology and the Laws of Nature: Scientific Perspectives on Divine Action, R. J. Russell, N. Murphy and C. J. Isham (eds.), Vatican City State: Vatican Observatory, pp. 367–405.
Ellis, G., U. Kirchner and W. Stoeger, 2004. ”Multiverses and Physical Cosmology,” Monthly Notices of the Royal Astronomical Society, 347: 921–936.
Gasperini, M., 2008. The Universe before the Big Bang: Cosmology and String Theory, New York: Springer.
Grünbaum, A., 1991. “Creation as a Pseudo-Explanation in Current Physical Cosmology,” Erkenntnis, 35: 233–254.
–––, 1996. “Theological Misinterpretations of Current Physical Cosmology,” Foundations of Physics, 26: 523–543.
Hagen, K., 2006. “Eternal Progression in a Multiverse: An Explorative Mormon Cosmology,” Dialog: A Journal of Mormon Thought, 29: 1–45.
Halvorson, H., 2017. “Probability and Fine-Tuning,” in Knowledge, Belief, and God: New Insights, Matt Benton, et al. (eds.), New York: Oxford University Press.
Hetherington, N., 1993. Cosmology: Historical, Literary, Philosophical, Religious, and Scientific Perspectives, New York: Garland.
Hoyle, F., 1994. Home Is Where the Wind Blows: Chapters From a Cosmologist’s Life, Mill Valley, CA: University Science Books.
Isham, C., 1993. “Quantum Theories of the Creation of the Universe,” in Quantum Cosmology and the Laws of Nature, Robert Russell, et al. (eds.), Vatican City State: Vatican Observatory, pp. 49–89.
Kelly, D., 2000. Creation and Change: Genesis 1.1–2.4 in the Light of Changing Scientific Paradigms, Ross-shire, Scotland: Mentor (Christian Focus Publications).
Kraay, K., 2010. “Theism, Possible Worlds, and the Multiverse,” Philosophical Studies, 147: 355–368.
Kragh, H., 2004. Matter and Spirit in The Universe: Scientific and Religious Preludes to Modern Cosmology, London: Imperial College Press.
–––, 2011. Higher Speculations: Grand Theories and Failed Revolutions in Physics and Cosmology, Oxford: Oxford University Press.
Lovell, B., 1959. The Individual and the Universe, Oxford: Oxford University Press.
Mascall, E., 1956. Christian Theology and Natural Science: Some Questions on Their Relations, London: Longmans, Green & Co.
May, G., 1994. Creatio Ex Nihilo: The Doctrine of ‘Creation out of Nothing’, Edinburgh: T&T Clark.
McGrew, T., L. McGrew, and E. Vestrup, 2001. “Probabilities and the Fine-tuning Argument: A Sceptical View,” Mind, 110: 1027–1038.
McMullin, E., 1981. “How Should Cosmology Relate to Theology?” in The Sciences and Theology in the Twentieth Century, A. Peacocke (ed.), Chicago: Notre Dame University Press, pp. 17–57.
Milne, E. A., 1948. Kinematic Relativity, Oxford: Clarendon Press.
Misner, C., 1969. “Absolute Zero of Time,” Physical Review, 186: 1328–1333.
Oppy, G., 1997. “On Some Alleged Consequences of ‘The Hartle-Hawking Cosmology’,” Sophia, 36: 84–95.
–––, 2006, Philosophical Perspectives on Infinity, Cambridge: Cambridge University Press.
Page, D., 2008. “Does God So Love the Multiverse?” in Science and Religion in Dialogue, M. Stewart (ed.), Malden, MA: Wiley-Blackwell, pp. 380–395.
Penrose, R., 2006. “Before The Big Bang: An Outrageous New Perspective and Its Implications for Particle Physics,” European Particle Accelerator Conference (EPAC 06), Edinburgh, Scotland, pp. 2759–2762.
–––, 2010. Cycles of Time: An Extraordinary New View of The Universe, London: Bodley Head.
Pitts, J.B., 2008. “Why the Big Bang Singularity Does Not Help the Kalam Cosmological Argument for Theism,” The British Journal for the Philosophy of Science, 59: 675–708.
Quinn, P., 1993. “Creation, Conservation and the Big Bang,” in Philosophical Problems of the Internal and External Worlds: Essays on the Philosophy of Adolf Grünbaum, J. Earman et al. (eds.), Pittsburgh: University of Pittsburgh Press, pp. 589–612.
Rovelli, C., 2004. Quantum Gravity, New York: Cambridge University Press.
Rundle, B., 2004. Why there is Something Rather than Nothing, Oxford: Clarendon Press.
Russell, R., 2001. “Did God Create Our Universe?” Annals of the New York Academy of Sciences 950: 108–127.
–––, 2008. “Cosmology and Eschatology,” in The Oxford Handbook of Eschatology, J. Walls (ed.), New York: Oxford University Press, pp. 563–580.
Sagan, C., 1997. The Demon-Haunted World: Science as a Candidate in the Dark, London: Headline.
Schwarz, H., 2000. Eschatology, Grand Rapids: Eerdmans Publishing.
Smith, Q., 1998. “Why Steven Hawking’s Cosmology Precludes a Creator,” Philo, 1(1). [Available online].
–––, 2000. “Problems with John Earman’s Attempt to Reconcile Theism with General Relativity,” Erkenntnis, 52: 1–27.
–––, 2003. “Big Bang Cosmology and Atheism: Why the Big Bang is No Help to Theists,” in Science and Religion: Are They Compatible?, Paul Kurtz (ed.), Prometheus Books, pp. 67–72.
Steinhardt, P. J. and N. Turok, 2007. Endless Universe: Beyond the Big Bang, New York: Doubleday.
Stoeger, W., 2010. “God, Physics and the Big Bang,” in The Cambridge Companion to Science and Religion, P. Harrison (ed.), New York: Cambridge University Press, pp. 173–189.
Swinburne, R., 1996. Is There a God?, New York: Oxford University Press.
Tipler, F., 1995. The Physics of Immortality, New York: Doubleday.
–––, 2007. The Physics of Christianity, New York: Doubleday.
Veneziano, G., 2004. “The Myth of the Beginning of Time,” Scientific American, 290(5): 54–65.
–––, 2009. “Did Time Have a Beginning? A Meeting Point for Science and Philosophy,” in The Two Cultures: Shared Problems, E. Carafoli, G. A. Danieli and G. O. Longo (eds.), New York: Springer, pp. 3–12.
Weinberg, S., 1977. The First Three Minutes: A Modern View of the Origin of the Universe, London: Trinity Press.
–––, 2007. “Living in the Multiverse,” in Universe or Multiverse, B. Carr (ed.), New York: Cambridge University Press, pp. 29–42.
White, R., 2000. “Fine-tuning and Multiple Universes,” Noûs, 34: 260–276.
Worthing, M., 1996. God, Creation, and Contemporary Physics, Minneapolis: Fortress Press.
Wüthrich, C., 2006. Approaching the Planck Scale from a Generally Relativistic Point of View, Ph.D. Thesis, University of Pittsburgh.
24 Ekim 2011 tarihinde ilk kez yayınlanmış, 4 Nisan 2017’de gözden geçirilerek tashih edilmiştir.
ÇEVİRMEN TARAFINDAN EKLENEN AÇIKLAMA VE DİPNOTLAR
[1] ‘‘Sınır-çizme problemi’’ (demarcation problem), kısaca bilim olan ile bilim olmayan arasındaki sınırın ne olduğunu belirleme problemidir. Bunu ortaya koyan Karl Popper’in ifadesiyle, ‘‘bir yandan deney bilimlerini, öte yandan matematikle mantığı olduğu kadar metafizik dizgeleri birbirinden ayırabilmemizi sağlayacak bir ölçüt bulma problemine sınır- çizme problemi denir’’ (Ç.N.).
[2] Fizikte iki yerde tekillikten (singularities) söz edilmektedir. Birincisi Büyük Patlama tekilliği, ikincisi de kara delik tekilliğidir. Buna göre, Büyük Patlama olarak adlandıran hadise, 13.8 milyar yıl önce boyutsuz, sonsuz yoğunluklu bir tekillikte başlamış ve genişlemeyle birlikte sıcaklığın ve yoğunluğun düşüşüyle önce noktasal parçacıklar, atomlar, ardından makro yapılar, yıldızlar ve daha ağır elementler ile gezegenler ortaya çıkmıştır. Kara delikler ise maddelerin sıkışmasıyla elde edilen yapılardır. Kara deliklerin merkezlerinde bulunan uzay zaman bükülmelerinin ve kütle çekim alanının sonsuz olduğu yapılar tekilliklerdir. Tekillikler sonsuz olduğu için burada kuantum fiziği söz sahibidir. Zira genel görelilik, uzay- zamanın eğiminin sonsuz olduğu bölgeleri açıklamakta başarısızdır. (Ç.N.)
[3] Karl Werner Heisenberg’in 1927’de ortaya attığı bu ilkeye göre, fiziksel anlamda bir parçacığın bazı farklı özelliklerinin aynı anda sonsuz hassaslıkla ölçülemeyeceği belirtilir. (Ç. N.)
[4] Bir protestan tarikatı üyesi.
[5] ‘‘Nonoverlapping Magisteria‘‘ (NOMA); ‘‘birbirleriyle kesişmeyen alanlar’’, uzmanlık alanları kesişmediğinden, din ile bilimin çatışmayacağın ifade eden görüş. Bu terim 1997 yılında evrim-biyologcusu Stephen Jay Gould tarafından türetilmiştir. (Ç.N.)
NOT: Bu metin eğitim ve bilginin yaygınlaşması amacıyla mehmetbulgen.com için Fatma Ayyıldız tarafından çevrilmiştir.
Araştırma Alanları
Araştırma Alanı Yazıları
Son Yorumlar
Haberler